Gönderi

94 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
Mülksüzleştirenleri Mülksüzleştireceğiz!
Marksizm’in ne olduğu sorulduğunda, muhtemelen “Marx’ın öğretileri” cevabı gelecektir. Marx’ın öğretilerinin ne olduğu ise “komünizm” denecektir. Komünizm nedir sorusu ise “eşitlikçi bir düzen” cevabıyla taçlandırılacaktır. Ancak bunlar yeterli cevaplar olmaya yakın değil. Marx’ın kapitalizm hakkındaki incelemeleri, çözümü ve felsefi düşünceleri tek kelimeyle özetlenemez. Marx’ın öğretileri “komünizm”den daha kapsamlıdır. Bu kitapta başlangıçta Marx’ın hayatıyla sade bir giriş yapıyor Lenin. Ardından “Marx’ın Öğretisi” başlığıyla ciddi bir konuya gireceğini belli ediyor. Burada; felsefi materyalizm, diyalektik, materyalist tarih anlayışı ve son olarak da sınıf savaşını tanımlıyor. Marksizm’e merakı olmayıp da ilk defa okuyacak olanların bu kısımları okurken zorluk çektiğine eminim. Bu felsefi kısımlar hakkında kısaca anlatım yapıp, ardından da ekonomik öğretilerine ve sosyalizm bölümünden bahsedeceğiz. 1) Marx’ın Felsefi Öğretileri 1.1) Materyalizm ve İdealizm Kimi filozoflar felsefelerini yaparken maddeye (doğa), kimileri düşünceye (ruh) öncelik vermiş, öbürünü ikincil plana atmıştır. Lenin’in bu kitapta da yer verdiği üzere; Engels,
Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
adlı kitabında şöyle yazıyor: “Her felsefenin, ama özellikle de yeni felsefenin en büyük sorunu düşüncenin oluşla, ruhun doğayla ilişkisi, bunlardan hangisinin ilk olduğudur: Ruh mu önce gelir, doğa mı? Bu soruya verdikleri yanıtlara göre filozoflar iki büyük kampa ayrılmışlardır. Doğadan önce ruh vardı diyerek öyle ya da böyle dünyanın yaratıldığını kabul edenler idealist kampı oluştururken, doğanın ruhtan önce geldiğini öne süren öbür grupsa, değişik ekolleriyle materyalizmi oluşturdu.” A) İdealizm İdealizm sürekli egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda hizmet veren bir yöntem olmuştur. İdealistler, zihnin dünyanın temeli olduğunu savunurlar. Bu açıdan ikiye ayrılırlar: a) Öznel İdealistler Şeptulin’e göre, “Bazılarına göre, dünyadaki tüm fenomenlerin temelini oluşturan zihin, insanın bilinci, duyumları, algıları, kanıları ve fikirleri biçiminde, insanın öznel faaliyeti olarak var olur. Böyle düşünen filozoflara, öznel idealist denir.” Yani bu fikirde olan insanlar insan aklının nesnel gerçeği yansıtamayacağını, dolayısıyla gerçeğe ulaşamayacağını varsayar. Bunlara örnek olarak 18. yüzyıl filozoflarından Fichte’yi verebiliriz. b) Nesnel İdealistler Yine Şeptulin’in tanımına göre, nesnel idealistler, “zihnin Mutlak İdea olarak, saf bilinç ve benzeri bir biçimde var olduğunu savunurlar.” Nesnel idealistlere Platon’u örnek verebiliriz. İster öznel, ister nesnel olsun; idealizm, emekçi kitlelerin gerçekliğe yeryüzünde ulaşması için büyük bir engeldir. Din, her iki idealizmi de içine alır. Dinler, mükafatın öbür dünyada olacağını varsayarlarken, nedense idealizme saldıranlara karşı cezalarını bu dünyada göstermektedirler. B) Materyalizm Materyalistlere göre, madde bilinçten önce gelir. Bilinç, maddenin belirli koşullarda ortaya çıkan bir özelliğidir. Marx ve Engels, Feuerbach’ın materyalizmini yetersiz bulmuş, onun “'asıl özünü' alarak, onu materyalizmin bilimsel ve felsefi bir teorisi biçiminde geliştirmişler, ve onun idealist, dini-ahlaki kabuklarını kaldırıp atmışlardır.” Marx’ın Kapital’in ikinci basımına ön söz olarak yazdığı gibi: “idea adı altında bağımsız bir özneye bile dönüştürdüğü düşünme süreci, bu sürecin sadece dış görünüşünü oluşturan gerçekliğin demiurgosudur (yaratıcı, var eden)... Bendeyse, tam tersine, düşünsel olan (das Idealle), maddi olanın insan kafasına yerleştirilmiş ve tercüme edilmiş biçiminden başka bir şey değildir.” 1.2) Diyalektik Diyalektik, metafiziğin tam karşıtıdır. Diyalektiğe göre hiçbir şey durağan değildir, kalıcı değildir. Doğa, toplum, hayat, hatta gerçekliğin kendisi bile bir değişim içindedir ve doğaya bakış açısı, her şeyin birbirinden bağımsız değil, hepsinin belli bir bağ içinde bulunduğudur. Bir şeyi ezberleyip, bir daha onun hakkında düşünmemek diyalektik mantığa uygun değildir. O şeyin doğumu, gelişimi, ölümü, yok oluşu, dönüşümü… Diyalektik bununla ilgilenir ve doğaya böyle bakar. Engels, metafizik yanlılarını
Anti-Dühring
Anti-Dühring
kitabında şöyle eleştirir: "...Yalnızca evet, evet, hayır, hayır diye konuşur, bunun dışındaki her şey ona göre önemsizdir. Ona göre bir şey ya vardır, ya da yoktur. Bir şey aynı zamanda hem kendisi hem de bir başkası olamaz. Olumlu ve olumsuz birbirini mutlak olarak dıştalar..." Diyalektik fikri ilk olarak Antik Yunan’da görülse de onu geliştiren 18. yüzyıl filozoflarından Hegel’dir. Ancak Hegel diyalektiğinin bazı sorunları vardır. Onun diyalektiği idealisttir. Hegel’e göre dış dünya, fikrinin gelişmesi için zorunlu bir bahaneden başka bir şey değildir. Engels,
Anti-Dühring
Anti-Dühring
kitabında şöyle der: “Ben ve Marx, bilinçli diyalektiği (idealizmin ve o arada Hegelciliğin de yıkımından) kurtarmayı ve onu doğanın materyalist kavranışına uygulamayı kendine görev edinmiş biricik insanlardık diyebilirim.” Marx da Kapital’e yazdığı şu ön sözle Hegel’le olan farkını şöyle açıklıyor: "Benim diyalektik yöntemim, yalnızca ilkeleri bakımından Hegel'inkinden ayrılmakla kalmaz, aynı zamanda doğrudan doğruya ona karşıt bir yol tutar. Hegel'e göre, Fikir adı altında bağımsız bir özne oluşturan düşüncenin süreci gerçeğin yaratıcısıdır; gerçek bu akışın dışa vurmasından başka bir şey değildir. Bana göre ise, tam tersine, fikirler dünyası insan zihnine yansımış, aktarılmış olan madde dünyasından başka bir şey değildir (...) Diyalektik, Hegel'de bir aldatmacaya, mistikleşmeye varır gerçi, ama bu, onun hareket ve gelişmenin genel biçimlerini bütünüyle ve bilinçle ilk kez ortaya koymasını önlemez. N'eyleyelim ki, Hegel'de diyalektik altüst olmuştur, baş aşağı durmaktadır. Mistik kabuğun altındaki akılcı çekirdeği bulmak için onu tersine çevirmek, yani ayakları üstüne oturtmak gerekmektedir." Dediği gibi, Hegel’in diyalektiğini ayakları üstüne oturtmuştur. 1.3) Materyalist Tarih Anlayışı Lenin’in bu kitapta değindiği gibi, “Mademki materyalizme göre genel olarak bilinç varlıktandır ve bunun tersi söz konusu değildir, öyleyse bunun toplum yaşamına uygulanması da, toplumsal bilinç, toplumsal varlıktandır.” Devamında da şunu ekliyor: “Toplumun maddi üretici güçleri, gelişmelerinin belli bir aşamasında mevcut üretim ilişkileriyle ya da –bunun yalnızca hukuksal ifadesi olarak– içinde bugüne dek var oldukları, geliştikleri mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler. Bu ilişkiler artık üretici güçlerin gelişme formu olmaktan çıkar, onlara ayak bağına dönüşür. Böylece toplumsal devrim dönemi başlar.” Lenin’e bu açıklamayı yapmaya iten Marx’ın şu sözüdür: “İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.” Bu cümleyi biraz açmak için
Anarşizm mi Sosyalizm mi?
Anarşizm mi Sosyalizm mi?
kitabında bahsedilen bir örneği özet geçelim: Küçük bir atölyeye sahip olan bir ayakkabıcı düşünün, bu ayakkabıcı büyük fabrikatörlerle rekabete giremediğinden dolayı dükkanını kapatır ve Adelkhanov’un fabrikasında işçi olarak işe başlar. Bu fabrikaya girme sebebi orada sürekli ücretli işçi olarak çalışmak istemesi değil, para arttırıp, belirli bir miktar sermaye biriktirerek ayakkabıcısını geri açmak istemesidir. Bu aşamada kendisi bir proleterken, bilinci burjuva bilincidir. “Açıktır ki, burada, yani toplumsal yaşamda da, ilk önce dış koşullar değişir, ilk önce bir insanın durumu değişir ve ardından buna uygun olarak bilinci değişir.” Bu proleterleşmiş ayakkabıcı çalışmaya devam eder ve para biriktirmenin öyle kolay bir şey olmadığını görür. Ardından ayakkabıcı açmak artık kendisine çekici gelmemeye başlar; kira ödeme, müşteri kaprisleri, fabrikatörlerin rekabeti vb. sorunlar gözünde büyür. Proleterleşmişken hayatında böyle sorunlar yoktur. Sabah işe gider, akşam döner; zarfını cebine atar. Burada ayakkabıcımızın gönlünde ilk kez proleter özlemler uyanır. Zaman geçer, ayakkabıcımız aldığı paranın en gerekli şeyleri almakta bile yetersiz olduğunu, bir ücret artışına ihtiyacı olduğunu görür. Bu sırada mesai arkadaşlarından “grev, birlik” gibi kelimeler işitir. Durumunu düzeltmenin bir atölye açmak değil, işverene karşı mücadele etmek olduğunu fark eder. Grevlere katılır ve sosyalist düşüncenin hakimiyeti altına girer. Burada görüldüğü gibi, kişinin önce maddi durumu değişmiş; sonra bilinci değişmiştir. Toplumsal yaşamda da aynı şekilde önce maddi koşullar değişir, ardından bilinci değişir. #164501874 1.4) Sınıf Savaşımı #164506009 Tarihin sınıf savaşımları tarihi olduğunu, bugün de bir sınıf savaşımı içinde olduğumuzu biliyoruz. Kapitalist sistemdeki burjuvazi ve proletarya olarak öne çıkan iki sınıfın çıkarları birbiriyle zıttır. “Günümüzde burjuvaziye karşı direnmekte olan tüm toplumsal sınıflar içinde yalnızca proletarya, gerçekten devrimci bir sınıf olarak karşımıza çıkıyor. Öbür bütün sınıflar, ağır sanayinin gelişmesiyle birlikte, yok oluşla sonuçlanacak bir düşüş içine gireceklerdir. Proletarya ise, ağır sanayinin kendisinin ürünüdür.” Bu sınıfların barıştırılması, bir uyum içerisinde yaşaması mümkün değildir. Bunun neden böyle olduğunu en iyi Marx’ın ekonomik öğretilerinde anlayacağız. 2) Marx’ın Ekonomik Öğretisi 2.1) Değer “Her günkü deneyimlerimiz bize gösteriyor ki, gerçekleşen bu türden milyonlarca, milyarlarca mübadele hiç durmadan, birbirinden çok farklı, birbiriyle karşılaştırılamayacak her türden kullanım değerini birbirine eşitliyor.” Lenin bu bölümü oldukça açık anlatıyor. “Belli bir toplumsal ilişkiler sisteminde sürekli olarak birbirine eşitlenen bunca farklı şey arasında ortak olan nedir? Ortak olan, bunların tümünün emek ürünü olmasıdır. Ürünleri birbiriyle değiştirerek, insanlar, birbirinden çok farklı emek türlerini birbirine eşitlemiş olurlar.” Gerçekten de, dünyadaki tüm alakasız emtia üretimlerini birbirine bağlayan tek şey emektir. Marx metayı iki yönlü bir şey olarak inceler: kullanım değeri ve mübadele değeri. Lenin’in kitapta tanımladığı üzere: “Şeylerin yararları, onların kullanım değerini ortaya çıkarır.” Marx’tan alıntıladığı üzere de: “Şeylerin değerini, onlarda yatan emek süreleri belirler.” 2.2) Artık Değer (veya Artı Değer) “Ücretli işçi, toprak, fabrika ya da iş, emek araçları sahibine iş gücünü satar. İşçi, iş gününün bir bölümünü, kendisinin ve ailesinin varlığını sürdürmek için harcar (işçinin ücreti); iş gününün kalan bölümünde ise işçi herhangi bir karşılık almaksızın çalışır, bu sürede kapitalistin ve kapitalistler sınıfının kazançlarının, zenginliklerinin kaynağını oluşturan artık değer yaratır.” Lenin’in de yazdığı üzere, sermayenin genel formülü: “P-M-P, yani, bir metayı (üzerine kâr koyarak) satmak için satın almak.” (P: Para, M: Meta) Patronlar, bir ürünü üretirken kullandıkları ham maddenin parasını satın aldığı şirkete tamı tamına ödemektedirler. Aynı şekilde, kullanılan makinenin ve enerjinin parası da diğer patronlara tamı tamına ödenir. Peki soralım, bu kâr nereden gelir? Kâr, işçinin sömürülen emeğidir. İşçinin çalınan bu emeği, patronun sermayesini arttırır ve bu sermayeyi başka işçileri sömürmek için tekrar kullanır. Patronun işçilere ekmek verdiği hikayesi, aslında işçinin elinden çaldığı ekmek hikayesine dönüşür. Birincisi bir yalan, ikincisi gerçektir. Artık değeri biraz daha net tanımlamak gerekirse: i.hizliresim.com/so4f6u6.jpeg Resimde solda görülen emekçi, “Ben üretiyorum” diyor; ve görselde 8 saatlik emeği görülüyor. Ardından patron geliyor ve “Ben de alıyorum” diyor ve işçinin 6 saatlik emeğini çalıyor. Görülen bu sömürü, tek bir patrona indirgenebilecek bir şey değildir. Bu bir sistem sorunudur. Kapitalist sistem içinde bir şirketi olan patron, işçilerine olabildiğince az maaş vermelidir ki; masrafları kısmış olsun, diğer şirketlerle rekabet etme şansı olsun. Eğer işçilere normalin üstünde ödemeye kalkarsa, uzun vadede onun için büyük bir sermaye kaybı olur. Diğer şirketler, daha ucuza iş gücü mal ediyorsa, öbür şirketi batma eşiğine götürebilir. Aynı şekilde işçilerin tam emeğinin karşılığını ödemeleri ise imkansızdır. Bu da kapitalizm yıkılmadan, emek sömürüsünün asla bitmeyeceğini gösterir. Lenin de kitapta artık değer konusuna kendi örneğini verir: “İş gücünü satın alan para sahibi, haklı olarak onu kullanır, yani işçiyi bütün gün, diyelim 12 saat, çalışmak zorunda bırakır. Bu arada işçi 6 saatlik bir çalışmayla (‘zorunlu’ çalışma süresi) hayatını sürdürmesini sağlayacak ürünü yaratır, kalan 6 saatte (‘artık’ çalışma süresi) ise kapitalist tarafından karşılığı ödenmeyen ‘artık’ ürün ya da artık değer yaratır.” Bir işçinin ömrünün yarısını asalak patronu kazansın diye geçirmesi kabul edilebilir değildir. 3) Sosyalizm #164529519 Lenin,
Devlet ve Devrim
Devlet ve Devrim
adlı kitabında şöyle der: “Burjuva devletleri biçim bakımından çok çeşitlidir, ama özleri aynıdır: Biçimleri ne olursa olsun bütün bu devletler, son çözümlemede, kaçınılmaz olarak birer burjuva diktatörlüğüdür.” Devlet; egemen sınıfın -burjuvazinin-, proletarya üzerindeki baskısı için vardır. Engels’e göre devlet kavramının olmadığı zamanlar vardı. Ne zaman ki toplum sınıflara bölündü, o zaman bir siyasal erkin diğeri üzerindeki baskısı için devlet ortaya çıktı. Lenin bu kitapta da en ilerici burjuva devletinin bile burjuva diktatörlüğünün ve ücretlik kölelik gerçeğini değiştirmeyeceğini, yalnızca biçiminin değiştiğini söyler. Oysa Engels’e göre üretim araçlarına tüm toplumun yararına el konursa, bu, onun devlet olarak son eylemi olacaktır. “İnsanları yönetmenin yerini şeylerin yönetilmesi ve üretim sürecinin düzenlenmesi alır. Devlet ‘lağvedilmeyecek’, yok olup gidecektir.” Bu incelemeden sonra, kitabın sonundaki “Marksizm’in Üç Kaynağı ve Bileşeni” bölümünü tekrar okumanızı tavsiye ederim. Mülksüzleştirenleri mülksüzleştireceğimiz gün gelene kadar sınıf savaşımına devam! “(…) Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendisinin hükmü altında gelişen üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla uyuşamadıkları bir noktaya ulaşır. Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.” (Kapital, I)
Karl Marx ve Marksizm Üzerine
Karl Marx ve Marksizm ÜzerineVladimir İlyiç Lenin · Yordam Kitap · 2014457 okunma
··
4.430 görüntüleme
Sultannn okurunun profil resmi
Nihayet sakin kafayla okuyabildim. Gerçekten çok emek vererek hazırlanmış bir inceleme. Emeklerine sağlık. "İster öznel, ister nesnel olsun; idealizm, emekçi kitlelerin gerçekliğe yeryüzünde ulaşması için büyük bir engeldir. Din, her iki idealizmi de içine alır. Dinler, mükafatın öbür dünyada olacağını varsayarlarken, nedense idealizme saldıranlara karşı cezalarını bu dünyada göstermektedirler." Din yüzünden insanlar, pardon fakir ama gururlu insanlar diyecektim, bu dünyada bir rahat yüzü göremiyor. Zenginliğin bütün kaymağını maalesef ki, fakir ama gururlu insanları kandıranlar yiyor. Tabii bunlar da patronlar. Ayakkabıcı örneği, bilincin maddi koşullara göre değiştiğine çok güzel bir örnek olmuş. Tekrar ellerine sağlık. Okurken biraz beynim yansa da (:D) yine de verdiğin örnekler çok açıklayıcı.
Emir okurunun profil resmi
Teşekkür ederim hocam. Gerçekten de din, patronların en güzel silahı. Emekçi kitleler için de yeryüzünde yaşadıkları sorunlardan kaçmak için başvurulan bir afyon. Dinî inanç bir insan hakkı olsa da, istismar edilmesine kesinlikle müsaade edilmemeli. Teorinin gerçek hayattan öyle çok kopuk olmadığını göstermek ve daha anlaşılır kılmak için örnek vermek gerekiyor. Açıklayıcı olmasına sevindim :)
Sultannn okurunun profil resmi
Emir, incelemeyi sakin bir kafayla okumak üzere kaydettim. :)
Emir okurunun profil resmi
Ben de yazarken çok sakin bir zaman aradım :D acelesi yok :)
Emir okurunun profil resmi
"Bugün Lenin'in doğum günü; bu vesileyle dünyanın değiştirilebildiğini, değiştirilebileceğini hatırlama zamanı. İnsanlığın yeni, sömürüsüz bir düzene ihtiyacı var. Boyun eğmeyecek emekçilere, inatçı devrimcilere ihtiyacı var. Öyleyse 152. yaşında, iyi ki doğdun Lenin yoldaş!" youtube.com/watch?v=71mEvAE...
Uğur De Molinari