Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

279 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Kutadgubilig: Felsefe-Bilim Araştırmaları
Bazı dergiler vardır; her sayısı için ayrı bir tema belirlenir, ardından yazı çağrısında bulunulur, dergi hakemleri gelen yazılardan uygun bulduklarını kabul eder ve kabul görmüş yazılar dergide yayımlanır. İşte Kutadgubilig o dergilerden değil, yazıların ortak bir teması yok. Yine de, biraz zorlama bir kategorize de olsa, yazılar dört kategoriye ayrılmış: 1) Varlık, Bilgi, Ahlak Araştırmaları: Metafizik; 2)Doğa Araştırmaları: Bilim; 3) Tarih, Toplum, Kültür Araştırmaları; 4) Kitabiyat. Yazılar arasında doğrudan bir bağıntı olmadığı için incelemeyi makale makale, ayrı ayrı yapacağım ve mümkün olduğunca kısa tutacağım. 1) Ş. Teoman Duralı: Metafizik Sorunu Makalenin büyük bir kısmı “biz bunu böyle tanımlarız, bu olursa şu olur” minvalinde tanımlamalarla ilerliyor. Tanımlamalardan ortaya bir bilgi üretimi çıkmayacağını veya bu tür üretimlerin verimsiz bir üretim olduğunu düşündüğümden bu kısımları atladığımda geriye makaleden dikkatimi çeken iki fikir kalıyor: A) Platon ve Aristoteles’in ahlak sistemleri, ezcümle bütün ahlak sistemleri vahiy dinine bağlıdır ve B) Bilim felsefesiz bilim ve bilimsiz bilim felsefesi yapılmamalıdır fikirleri. İkinci fikre (B) katıldığım için ve fikir yeterince açık olduğu için ona hiç değinmeyeceğim ve ilk fikir (A) üzerinde duracağım. Din olmadan bir ahlak sistemi tesis edilemeyeceği fikri yaygın bir fikirdir ve fikrin dayanağıysa şudur: Şayet Tanrı inancı olmazsa, yani insanların öte dünyaya ilişkin bir inançları olmazsa, hiç kimse o insanları bir ahlaki norm üzerinde mutabık kılamaz. Bir başka deyişle, insanları kötülük yapmaktan alıkoyacak tek inanç dini inançtır, şayet dini inanç olmazsa herkes birbirini çiğ çiğ yer. Bu düşünce insanların kötülük yapma potansiyellerini göz ardı etmediği için değerli ancak bir insan kötülük yapmak isterse yapar ve bunu hiçbir şey engelleyemez. Engellenebilecek olanlarsa dini hükümler üzerinden değil, iyi belirlenmiş yazılı kurallar ve iyi bir yargılamayla engellenebilir. İnsanlar bunun için bir toplum kurmuş ve devlet sistemine geçmiştir. Vahye dayanmayan ahlaki sistemler pekala kurulabilir ve hatta zaten Platon ve Aristoteles’in sistemleri de vahiy diniyle pek yakın değildir. 2) Uluğ Nutku: İnsan Felsefesinin Bazı Sorunları İlk olarak makale formatında kaleme alınmayan, konferans konuşmasının makale formatına uyarlanmasından ortaya çıkan yazı, dergideki en beğendiğim yazı oldu. İçerisinde önemli bulduğum üç fikir var: A) Olgulardan edindiklerimiz aynılıktan ziyade farklılığa dayanır, bu nedenle genel hükümler ortaya atmak zordur. B) İnsan doğal olarak önce evreni, sonra kendini soruşturmuştur. (bknz: Doğa filozoflarının ardından Sofistler…) C) Şeytansız bir tanrı tasavvur etmek olanaksızdır. 3) Karl-Heinz ve Volkmann-Schluck: Kant’ın Görüşünde Hürriyet ve Hukuk Devleti A) İnsanın kendini gerçekleştirmesi ancak bir topluluk kurmakla mümkündür. (Kendini gerçekleştirmek ne demekse artık) B) Topluluklar gaye ekseninde birleşirler, Devlet ise bizzat kendinden gayedir. C) Devletin üç temel niteliği olmalıdır: Hürriyet, Eşitlik ve Egemenlik. Babadan ziyade vatanseverlik, kişiden ziyade kanun sayılmalıdır ve herkesin kendi yolunu çizme hakkı sağlanmalıdır. Makalenin yazarları günümüzde tek çıkış yolu olarak Sendikaya işaret ediyor. 4) Farabi: Mantıkta Kullanılan Lafızlar Sunuş ve tercümesi Sadık Türker’e ait. Sadık Türker’in diliyse, ki esasında birçok akademik makalenin dili böyledir, “şöyle uygun gördük, böyle uygun gördük” minvalinde söylemden geçilmiyor. Birinci çoğul şahıs diliyle yazılan her yazıya karşı ister istemez bir tiksinti duyuyorum. Söylemde böbürlenme ve kibir seziyorum. Maalesef birçok yazı böyle ve artık gerçekten kusmak üzereyim. Sunuş kısmında İslam filozoflarına dair sadece Yunan şarihi oldukları ve bir özgünlükleri olmadıklarına dair eleştirilere bir eleştiri getiriliyor ki bence yerinde bir eleştiri. Çünkü her ne kadar Platon, Aristoteles ve yeni-Platonculuk’tan ziyadesiyle etkilenmiş olsalar da kendilerine özgü tarafları da yok değil. Ayrıca devamında Latin dünyasındaki ilerleme ve hatta Avrupa’nın günümüze dek süregelen bilimsel ilerlemesi de İslam medeniyetinin yedinci ve on birinci yüzyıllar arasındaki felsefi-bilimsel faaliyetlerine dayanıyor. Örneğin Hume’un nedensellik ilkesi eleştirisinin izleri Gazali’de, Spinoza’nın mutluluk öğretisinin izleri Farabi’de görülür. Ayrıca Razi, İbn Sina gibi daha nice özgün filozoflar var. Farabi’nin muhtemelen ders kitabı olması amacıyla kaleme aldığı kısa eser; mantık, dil ve lisan incelemesi üzerinden ilerliyor. Şimdi eserdeki fikirlere geçebiliriz çünkü geçmeyi uygun gördük. :) A) Dil evrensel bir yetidir, lisan ise antlaşma yoluyla kurulur ve kültüreldir. B) Öğrenim süreci tasavvur, tasdik ve hafıza olmak üzere üç aşamalıdır. C) Öğretmen veya yazar, anlaşılır olmak kaygısı gütmek zorundadır; sırf “cool” görünmek için laf kalabalığına başvurmamalıdır. D) Diyalektik yöntem, etkili yöntemdir. E) Mantık müstakildir, felsefenin veya diğer bilimlerin bir parçası değildir ve zihni güçlendirerek hak ve batılı birbirinden ayırmaya yaradığı için önemlidir. Mantığın kurucusuysa Aristoteles’tir. 5) Mehmet Vural: Düşünce Tarihinde Mantık: Aristoteles Mantığından Bulanık Mantığa Klasik mantık, yani Aristoteles mantığı asırlar boyu devam etmiş ve ancak Rönesans’ta aşılmıştır. Özellikle İslam medeniyetinde klasik mantığa getirilen eleştiriler şunlar: A) Hatadan ayriyeten korumuyor, insanlar zaten bu mantığın kurallarını kendiliğinden biliyor. B) Şekilci ve şekilde takılı kaldığı için anlamı kaçırıyor. C) Deneyi ıskalıyor, pür metafizikle mantık olacak iş değil. D) Anlaması zor, yetersiz ve kısır. E) Tümellere dayandığı için, tikellere dayanmadığı için kesin bir bilgi sağlamıyor. F) Her metafizik problem mantıkla çözülemez. Modern dönemde özellikle Frege’nin çalışmalarıyla klasik mantık aşıldı ve temel bilim olarak mantık yerine başka şeyler koyuldu. Örneğin Spinoza ve Descartes geometrik, Hegel ise diyalektik yöntemle öğretilerini oluşturdular. Gitgide matematik ve mantık arasında buzlar eridi, ikisi birbirine daha çok yaklaştı ve matematiksel mantık ortaya çıktı. Son aşamaysa bulanık mantık. Bulanık mantığın ismi, sistemin bulanık olmasından değil, temelde bulanık küme kuramına dayanmasından geliyor. İlk kez 1965 yılında Lütfizade’nin sistematiğe döktüğü bulanık mantık, ara değerlerin de varlığını dikkate alan, bu nedenle tüm sistemin 0 ve 1 üzerinden inşa edilmesinin doğru olmadığına kanaat getiren bir mantıktır. 6) Lokman Çilingir: Felsefe Nedir? Felsefenin neliğine dair doğal olarak birçok farklı görüş var, Lokman Çilingir bu görüşlerden bazılarını açıklıyor. Bense yazarın sandığının aksine felsefenin mitostan logosa geçiş olmadığına dair bir şeyler söyleyeceğim. Sürekli anlatılagelen açıklamaların başında gelen bu açıklama, boş bir hülyadır. Çünkü mitoslardan sıyrılıp pür-logos evrenine geçmek mümkün değildir. İnsan salt rasyonel bir varlık değil ve bunu da neredeyse her an kanıtlar vaziyette yaşıyor. Aynı şey filozoflar için de geçerli. Filozofun duyguları, hisleri, psikolojisi bilinçli ya da bilinçsiz fikirlerine sirayet eder ve böylece fikirlerinin ardında bir yaşanmışlık hasıl olur. Tabii bu mutlak belirlenime tabi olduğu anlamına gelmez ancak kendini bundan mutlak olarak uzak tutamaz. İnsan bağlantılar içerisinde, duyguları ve fikirleri, psikolojileri ve davranışları iç içe geçmiş kompleks bir yaratık. Hülasa, pür-logos varlığı ancak bir idealdir ve zararlıdır da. 7) Ahmet Yüksel Özemre: Fiziksel Realite Meselesine Giriş A) İlim yeni ve objektif olmalıdır ve ilmin bir metodu olmalıdır. B) İlim birçok dönemde yasaklanmış ve suiistimal edilmiştir. Örneğin III. Murad döneminde rasathaneler kapatılmıştır; Naziler ve Sovyetler bilimi kendilerine göre çarpıtmışlardır. Makalenin içerisinde de kendine yer bulan bilimcilik anlayışından bahsetmek istiyorum. Bilimcilik bir anlayış ve öğreti olmanın da ötesinde günümüzde neredeyse din olmuştur. Bilimcilik kısaca evrendeki her şeyin bilimle açıklanabileceği görüşüdür. Bu görüş ortaya atılmadan önce, öncelikle nelerin bilim olduğu ve nelerin olmadığı sunulmuştur. Oldukça dar bakışlı, cahil cesaretli bir din olan bilimciliğin nasıl bir raddeye geldiğini günümüzdeki kovid tartış(ama)malarından görebiliriz. 8) Felsefe ve Teknoloji: Şafak Ural A) Teknik + Bilim = Teknoloji B) Hem teknolojide hem de felsefede öncelik kavramlardır. C) Ekonomi ve teknoloji arasında bağıntı vardır ancak bu doğrusal bir bağıntı değildir. (Örneğin petrolü topraklarında bulundurmaları açısından zengin olan ülkeler, pek de zengin değiller.) D) Her ikisi de değerler dünyasını konu edinir. 9) İsmail Kara: Modernleşme Dönemi Türkiyesi’nde “Ulum, Fünun” ve “Sanat” Kavramlarının Algılanışı Üzerinde Birkaç Not Öncelikle editörlere teşekkür ederim, en eğlenceli makaleyi en sona saklamışlar. Başlık sizi yanıltmasın, makalede anlatılanlar modernleşme döneminden ziyade Orta Çağ İslam dünyasında geçiyor ve ardından Osmanlı döneminden bahsediliyor. Hayatımda bunca safsata içeren bir makaleye denk gelmemiştim sanırım. Zaten makalenin içeriğinde yazanları da pek anlamadım, yazar oldukça eski bir dil kullanıyor, Osmanlı medreselerinden fırlamış gibi. Makalenin amacı İslamcılık yapmak, İslam’ı kurtarmak (kimden kurtaracaksa artık); yazarın yöntemiyse laf cambazlığı. Örneğin Osmanlı din yüzünden, kültürel ve sosyal ortamının yetersizliği yüzünden değil, teknolojik ve askeri yetersizlik yüzünden parçalanmış yazara göre. Neden-etki arasında bağıntı kurmaktan bu denli aciz veya bu kadar kumarbaz bir akademisyen görmemiştim. Eğlenceliydi. Şimdi internetten baktım, 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür-Sanat Ödülü almış ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisiymiş. Yolu açık olsun.
Kutadgubilig Sayı 2
Kutadgubilig Sayı 2Kolektif · Dergah Yayınları · 20021 okunma
··
427 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.