Gönderi

912 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 60 days
PANTA REİ*
Kitap 900 sayfa olduğundan incelemeye başlamadan evvel minik uyarılar yapmayı bir görev sayıyorum. Hazır mısınız? Öncelikle, bu kitabı taşımak ve okumak hiç kolay değil. Hatta başlamaya karar vermek bile bir o kadar zor. Bu uyaranlar sizde bir önyargı yaratmamalı ama azıcık korkutmalı:) Hafiften bir ürperti hissettiyseniz devam edebiliriz o vakit; Üstelik dipnotlar alışık olduğumuz üzre sayfanın altında değil kitabın sonunda! Bu beni çok zorladı, sürekli arka sayfaya git, dipnotu bul derken okuduğunuz sayfanın kaybolması an meselesi. Ben son okuduğum sayfa dışında dipnot sayfalarının arasına da bir kitap ayracı koyarak işimi kolaylaştırdım, tavsiye ederim. Ayrıca dipnotların öncesinde de sözlükçe bulunuyor. Terimler öyle çok ki buraya da sürekli dönmek gerekiyor. Kol kası yapmak olası. İyice gözünüz korktuysa ve vazgeçmek üzereyseniz hemen uzaklaşın lâkin inceleme başlıyor:) Meraklısına hitap eden kitaplar arasında sayılabilecek nitelikte, konusunda kültürel bir alt yapı gerektiren bir eser. Ben Eco yazdığı için okudum. Yoksa kimse bana ‘gizemli şeyler’ hakkında yazılmış bir kitap okutamazdı. Onun hayal dünyasının beynimin içinde mısır patlatılıyormuş hissi vermesini seviyorum. Üstelik konu ‘din ve kitle psikolojisi’ üzerinde yoğunlaşıyorsa benim için dokuz yüz sayfa iz sürmeye değer… İnsan psikolojisinin sonuçları nereye varacak ve daha ne kadar bedel ödeyecek insanlar? Kitapta yazdığı gibi; “ Bazen insanın bir şeyi kanıtlamak için ölmesi gerekir.” İnatla, ölümüne de olsa aramak, bulacağına inanmak, sahip olma hırsı ve kazanmak kelimelerini boşuna bulmamış insanoğlu. Demek ki hisleri bu kelimelerde yaşıyor. Yoğun duygu seli içinde yalnızlığını yok etmek için onu inkâr edercesine var olmaya çalışması, toplumsallaşması, sınıfsal düzenler ve hiyerarşik yapılar içinde kendini güvende hissetmesi zamanı unutarak sonsuz yaşam arzusuna dek uzuyor. İnsan kollektif olarak sadece hayatta kalmaya mı çalışıyor yoksa evreni/ doğayı yenmeye mi? Kimle mücadele ediyor; kendiyle mi, doğayla mı? Bilimle bilmediği şeyleri öğrendikçe ne kazanıyor ve bu ona yetiyor mu? Yetmediğini anlıyorsunuz zaten değil mi, tarihe bakınca! İnsanoğluna elindeki yetmiyor. Hep daha fazlası, hatta dünya egemenliği, evren krallığı, hakim olma, hükmetme… Saymakla bitmez. İşte bu kitapta da bu hükmetme, sahip olma ve ele geçirme güdüsüyle sürgiden dünya düzeninin ‘görünmeyen’ yüzünün tarihine ayna tutulmuş. Oldukça karmaşık bir ‘Kozmik Gizdüzen Teorisi’. Komplo teorileriyle hafiften polisiye, tarihsel roman, serüven, edebiyat hepsi bir arada. Yayın dünyasının kirli çamaşırları da dökülmüş ortaya ki bu, yazar adaylarına ufuk açan bir tecrübe kazandırabilir. Kendinizin çok büyük bir yetenek olduğunu varsaymadan önce bir yayınevinin ne gibi kurnazlıklarla sizi pazara yem ederek bundan ne gibi kârlar elde edeceğini, siz kazanmayı umarken sizi nasıl malî yükümlülükler altına sokabileceklerini bir bir sayıyor kitap. Ama bu konunun merkezi değil. Sadece hikayenin yeşillendiği ortam bir yayınevi ve kahramanlar üç yayınevi editörü. Kitaba adını veren sarkaç ise sabit bir merkez etrafındaki boşlukta salınan ve hareketlerine anlamlar yüklenen, bulan kişinin adıyla müsemmâ bir araç. Ancak; Amaç yolundaki tüm araçları mübah kılan bir topluluk tarafından dünyayı ele geçirmeye adanmış bir serüvenler yumağının merkezinde sallanıyor. ‘Dünyaya hakim olmayı istemek’ deyince benim aklıma ilk gelen kavim Yahudiler oluyor. Bu kitabı okumadan önce de böyleydi. Tanrıyla antlaşma yapabilen sözüm ona üstün ırk! “Yeryüzünün tüm geleneklerine, tek bir gelenekten kaynaklanan gelenekler olarak bakılmalıdır: Başlangıçtan beri, insanoğluna ve onun ilk dölüne emanet edilen temel bir ana gelenekten.” diyor kitapta; Tevrat’ta geçen Yaratılış hikayesinin tüm semavî dinlerde Adem ve Havva’yla başlaması gibi. Ama Tevratla yetinmemişler tabii ki Kabala denen 10 kademeden oluşan bir kozmik sistem icat etmişler. Kitaptaki on bölüm de isimlerini bu kademelerden almış: 1. Keter 2.Hokmah 3. Binah 4. Hesed 5. Geburah 6. Tiferet 7. Nezah 8. Hod 9. Yesod ve 10. Malkut. Gizemli, esrarengiz şifreli alfabelerle donanmış bir ağ. Bu ağa dolanmış Tapınak şovalyeleri, Gül-Haç Biraderleri, Cizvitler, mason teşkilatları ve bilimum yeraltı yapılanmaları. Hepsi çok gizli. Amaçları da bir o kadar gizli. Evrenin kozmik yasası ve dengelerini çözerek dünyaya hakim olma histerisi. Aman Allahım! Öleceksiniz ya, kasmayın öf gerçekten öf yani. Ne gerek var bu kadar teferruata, adanmışlığa diye haykırmak geliyor içinizden okurken. Ama Ortaçağ böyle bir dönem: duygu yoğunluğu ve enerjisi, bilinmeyene duyulan merak ve sarsılmaz inanç, büyü ve gizemle iç içe girmiş. ‘Karanlık bizi saklar’ demiş Tapınakçılar. Kudüs’te 9 din adamının birer şövalye gibi Süleyman Tapınağı’nı koruma görevini üstlenmesiyle oluşmuş ilkin Tapınak Şövalyeleri. Sonrası güç, para ve erk. Devletlere meydan okuyan eşkiyalara dönüşmüşler. Derin bir suskunluk içinde, “var olmadıkları olgusundan yararlanarak, dört bir yanda var olmaya” and içmişler ve açıklanan dinlerin açıklayamadıkları şeyin ötesinde bir gizin peşine düşmüşlerdi ve dünyayı ele geçirmek için bir plan kuruyorlardı. Kozmik Gizdüzendi bu; “Yeryüzü mıknatıslı bir cisimdir: Gerçekte bazı bilimadamlarının ortaya çıkardıkları gibi, kocaman bir mıknatıstır; Paracelsus’un yaklaşık üç yüzyıl önce öne sürdüğü gibi.” Gizemci veya simyacı denen sihirbaz benzeri adamlar, Dünya’nın Merkezi’nin Egemenliğin Kaynağı’nın bilinmesinde yattığını anlamışlarmış güya! Evrenin gelgitleriyle akımlarını bilmenin, insanın her şeye gücü yeterliğinin gizini içinde barındırdığını düşünerek aramış durmuşlar, neyi mi? “Umbilicus Telluris” i. Yani “Yerin Göbeği’ni”. Yeryüzünün merkeziyle çakışacak gizemsel bir kutuptu aradıkları. Kabala’nın şifreli okunuşlarının rehberliğinde, Evrenin yasalarını çözümleyerek ona hakim olma düşüncesiyle kurulmuş birbirine benzer oluşumlarla dolu kapkaranlık bir çağ yaratmışlar böylelikle; Ortaçağ. Cadı avları, büyüler, tılsımlar, semboller, ayinler… Yeraltında gizli gizli yürütülen faaliyetler ve yeryüzünde alt üst edilen güç dengeleri. Komplolar ve yıkımlarla bıkmadan usanmadan değerli olmayan şeyleri altına çevirmenin erginliğine kavuşma hayali kurmuşlar. Kimler kimler kapılmamış ki bu çılgın hayallere; Galileo’dan Hitler’e kadar uzun bir liste yapılabilir. Roma’nın çöküşü, Hristiyanlık, Antik Yunan’ın mirası, Doğu Mistizmi’ni harmanlayan Avrupa buradan doğmuş işte. Yahudilerin sırları da cabası! “Yahudilerin çoğu küçük tüccarlarla tefecilerdi; bu yüzden yoksul çiftçilerce kötü gözle görülüyorlardı”, diyerek, “Yahudi Kültürünün Kitap Kültürü olduğunu, tüm Yahudilerin okuma yazma bildikleri için de, gerek liberal, gerek devrimci aydınların saflarını kalabalıklaştırdıklarını”, söylüyor Eco da. ‘Bütün modern çağ, toprağı delerek gezegeni aşağıdan gözetleyen çalışkan köstebeklerle doluydu.’ Görünmez gerilimlerin yerini belirlemek için denizdibi akıntıları ve sıcak hava akımlarının peşine düşenlere çok şeyler borçlu olabiliriz bilim ve teknoloji adına. Döşemede bir kapak; altında bir çukur, bir yeraltı geçidi ve hooop en azından metropolleri saran metro ağları için bile kendilerine bir teşekkür borçlu olabiliriz. Belki de dünyadaki tüm gelişmeler bu gizli arayışların sonucunda gerçekleşmiştir. “Einstein’lar, Fermi’ler gizi mikrokozmosun yüreğinde ararken, temiz, doğal, bilgesel, yersel enerji yerine, teknolojik, kirli, bozulmuş atom enerjisini ortaya çıkarmış olabilirler mi?” Uzay-Zaman insanın yanılgısı mı acaba? O ezbere bildiğimiz isimler, Aydınlanma dediğimiz dönem ve hatta devrimleri onlar tetiklemiş olabilir mi? Ama ya Kozmik bir Plan yoksa? Komplo Teorisi mi dediniz, tam yerine geldiniz. Sizi şöyle sarkacı görebileceğiniz uygun bir yere alalım, sayın okuyucu: Sezmek görmekten daha iyidir diyerek gözlerini yuman insan; aç gözlerini ve gör: Bağlantıları görmek için buradayız. Bilinmeyen Üstünler, eski geleneğin koruyucuları, gerçekten var mıdır? Varsa kimlerdir? Tarikatın gerçek amacı nedir? Bu amaç, Tapınakçı tarikatın yeniden kurulması mıdır? Hâlâ var oldukları ve amaçlarını korudukları söyleniyor. Demekki bulana kadar arayacaklar. Umarım ne aradıklarını biliyorlardır. Belki de ‘giz, bir gizin olmayışıdır’, derken Eco da katılıyor onlara. Bana göreyse; Dünyanın ruhu, dünyanın merkezi, sarkaç tutkusu ve evrendeki biricik sabit nokta sizsiniz işte. Boşluğun içinde salınıp duran sarkaçlarız. Hiçbir şeyin yerini tutmayan şeyler olarak… ‘Duyguları denetleyenlerin yanındayım, duyguların denetimi altındakilerin değil.’ Ne çok şeyi bilmiyoruz, belki de gerçekten giz, bir gizin olmayışıdır. Artık buna daha yakınız sanki. “Tarih yaşamın öğretmenidir, unutma!” Bunu bu akşam anladım; okuyucunun, gerçeğinin ayrımına varması için yazarın ölmesi gerekir. Derken. Kitap bitince ölür mü yazar? Ölümsüz olmaz mı? Beni eve götürür müsünüz? Ölü gömme töreni sona erdi. Anlamıştım: Artık anlayacak hiçbir şey kalmadığı zaman her şeyi anlar insan. Dünyayı kim isterse o ele geçirebilir: “Ben, ben’im!” Kolaylığa duyduğumuz doğal eğilime uyar bu… İşte kitap böyle gizemli karmaşık cümleler yığını… Sonunda bitti… Bitti. Panta rei* *Yunanca “Her şey akar” anlamına gelir. Herakleitos’un evrenin bir süreç olduğunu ve gerçek olanın yalnızca değişim olduğunu söyleme biçimi.
Foucault Sarkacı
Foucault Sarkacı
Foucault Sarkacı
Foucault SarkacıUmberto Eco · Can Yayınları · 20211,571 okunma
··
2,396 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.