Gönderi

266 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
17 günde okudu
21. yüzyıl için 21 Ders'ten Alıntı
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya'yı 1931 yılında, komünizm ve faşizm Rusya'da ve İtalya'da iyice yerleşmişken, Nazizm Almanya'da yükselişe geçmişken, Japonya Çin'i fethetmeye atılırken ve Büyük Buhran tüm dünyayı tutsak etmişken kaleme almış. Ama Huxley tüm bu karanlık bulutların ötesini görüp hiçbir savaşın, kıtlığın ya da salgın hastalığın yaşanmadığı, aralıksız bir huzurun, bolluğun ve sağlığın hüküm sürdüğü bir dünya kurgulamayı başarmış. Bu dünya insanların dilediğince takıldığı bir tüketici dünyası; seks ve uyuşturucu gırla gidiyor ve en yüce değer mutluluk. Kitabın temelinde insanların biyokimyasal algoritmalar olduğu, bilimin insan algoritmasına hâkim olabileceği ve teknolojiyle bunun yönlendirilebileceği varsayımı yatıyor. Bu cesur yeni dünyada Dünya Hükümeti, gelişmiş bir biyoteknoloji ve toplum mühendisliği kullanarak herkesin her daim memnun hissetmesini ve kimsenin başkaldırmak için bir nedeni olmamasını sağlıyor. Riley'nin beynindeki Neşe, Üzüntü ve diğer karakterlerin birer devlet ajanına dönüştürülmüş olması gibi bir durum sözkonusu. Dolayısıyla ne gizli polislere ne toplama kamplarına ne de Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ündeki gibi Sevgi Bakanlığı'na ihtiyaç var. İşin aslı, Huxley'nin dehasını açığa çıkaran, insanların korku ve şiddettense sevgi ve zevk sayesinde çok daha sıkı kontrol edilebileceğini göstermesi. İnsanlar Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü okuyunca Orwell'in kabus gibi bir dünyayı tasvir ettiğini net bir şekilde anlarlar ve sorulacak tek soru, "Böyle korkunç bir duruma gelmemek için ne yapabiliriz?" olur. Cesur Yeni Dünya'yı okumak çok daha rahatsız edici ve zorlayıcı bir deneyimdir çünkü bu dünya yi distopya kılan şeyin ne olduğunu tespit etmekte güçlük çekersiniz. Dünya huzurlu, işler yolunda ve herkes yaşadığı hayattan son derece tatminkârdır. Bunda ne gibi bir yanlış olabilir? Romanın zirvesinde, Batı Avrupa'nın Dünya Denetçisi Mustapha Mond'la tüm hayatını New Mexico'daki bir yerel koruma alanında geçirmiş ve Londra'da Shakespeare ve Tanrı hakkında hâlâ bir şeyler bilen tek insan olan Yabani John arasında geçen konuşma esnasında bu soruya bizzat değiniyor Huxley. __________SPOİLER İÇERİR__________ Yabani John Londra halkına kendilerini kontrol eden sisteme karşı ayaklanma çağrısında bulununca insanlar oralı bile olmaz ama polis John'u tutuklayıp Mustapha Mond'un karşısına çıkarır. Dünya Denetçisi John'la tatlı tatlı konuşup asosyal davranışlarında ısrarcıysa ıssız bir yere gidip inzivaya çekilebileceğini açıklar. Bunun üzerine John bu dünya düzeninin altında yatan görüşleri sorgular ve Dünya Hükümeti'ni mutluluk adına sadece hakikat ve güzelliği değil onurlu ve kahramanca olan her şeyi feda etmekle suçlar: "Sevgili genç dostum," dedi Mustafa Mond, "medeniyetin asilliğe ya da kahramanlığa hiç ihtiyacı yoktur. Bunlar siyasi yetersizlik belirtileridir. Bizimki gibi tam anlamıyla örgütlü bir toplumda kimse asil ya da kahraman olmaya fırsat bulamaz. Böyle bir fırsat doğması için önce koşulların bütünüyle dengesiz olması gerekir. Savaşların sürdüğü, aynı anda farklı odaklara sadakat gösterilen, direnilmesi gereken cezbedici şeyler bulunan, uğruna savaşılacak ya da korunacak sevgi nesnelerinin mevcut olduğu yerlerde asillik ve kahramanlık bir şey ifade edebilir elbet. Ancak savaş çıkmıyor. Birini çok sevmenizi engellemek için her türlü önlem alınıyor. Farklı odaklara sadakat diye bir şey yok; öyle bir şartlandırılıyorsunuz ki yapmanız gerekeni yapmamanız mümkün değil. Ve yapmanız gerekenler baştan sona son derece keyif verici olduğu ve pek çok doğal dürtüye tolerans gösterildiği için ortada sakınılacak bir cazibe unsuru da kalmıyor. Ve olur da bir talihsizlik sonucu hoş kaçmayan bir şey, bir şekilde yaşanırsa, e o zaman da soma' [uyuşturucu] var: yutar ve gerçeklerden uzaklaşırsın. Soma her daim sinirini yatıştırır, düşmanlarınlarınla aranı düzeltir, sabrını ve metanetini artırır. Eskiden bunları başarmak için büyük çaba sarfetmek ve yıllarca nefsini terbiye etmek dışında yapılacak bir şey yoktu. Artık iki üç yarım gramlık tablet almanız yeterli. Herkes erdemli olabiliyor artık. Ahlakının en azından yarısını bir şişeye koyup yanında taşıyabiliyorsun. Gözyaşlarından azade bir Hıristiyanlık; işte soma bu." "Ama gözyaşı da şart. Othello ne demiş hatırlamıyor musunuz? 'Her fırtınadan sonra ortalık olacaksa böyle süt liman, varsın essin rüzgârlar ölüleri kaldırıncaya kadar. Yaşlı Kızılderililerden birinin bize anlattığı bir hikâye vardı; Mátsakili Kız hakkında. Kızla evlenmeye talip olan delikanlıların sabahları gelip kızın bahçesini çapalamaları gerekiyormuş. Kolay gibi duran bir iş ama bahçede büyülü karasinekler ve sivrisinekler varmış. Çoğu delikanlı sineklerin ısırıp sokmasına katlanamıyormuş. Ama katlanabilen biri çıkmış ve o da kızı almış." "Büyüleyici! Ama medeni ülkelerde," dedi Denetçi, "kızları bahçelerini çapalamadan da alabilirsin ve etrafta ısırıp sokan karasinekler, sivrisinekler de yok. Yüzyıllar önce kurtulduk onlardan." Yabani kaşlarını çatıp başını salladı. "Bunlardan kurtuldunuz. Evet, size yakışan da bu. Katlanmayı öğrenmek yerine nahoş ne varsa başınızdan savıyorsunuz. Hangisi daha asil, zihnimizde zalim kaderin fırlattığı taşlara ve oklara katlanmak mı yoksa dert deryasına karşı silaha sarılıp kafa tutarak bitirmek mi işlerini (...) Ama siz ikisini de yapmıyorsunuz. Ne katlanıyor ne kafa tutuyorsunuz. Taşları ve okları ortadan kaldırıyorsunuz, o kadar. Ne kolaylık." (...) "İhtiyacınız olan," diye devam etti Ya bani, "değişiklik olsun diye gözyaşı içeren bir şey yaşamak (...) Tehlikeye atılarak yaşamanın başka bir tadı yok mu?" "Çok var," diye yanıtladı Denetçi, "Adamların ve kadınların zaman zaman adrenalinlerini uyarması gerek (...) Son derece sağlıklı olmanın koşullardan biri bu. ŞAM işlemini bu yüzden şart koştuk." "ŞAM mı?" 'Şiddet Arzusu Muadili. Ayda bir kez düzenli uygulanıyor. Tüm sisteme adrenalin basıyoruz. Korku ve hiddetin birebir fizyolojik muadili. Desdemona'yı öldürmenin ve Othello tarafından öldürülmenin tüm uyarıcı etkileri alınıyor, üstelik hiçbir külfete katlanmadan." "Ama ben külfetleri seviyorum." "Biz sevmiyoruz," dedi Denetçi. "Biz her şeyi rahat rahat yapmak istiyoruz." "Ama ben rahatlık peşinde değilim. Tanrı'nın, şiirin, gerçek tehlikenin, özgürlüğün, iyiliğin peşindeyim. Günahın peşindeyim." "Aslında," dedi Mustapha Mond, "mutsuz olma hakkı talep ediyorsun." "Peki öyle olsun," dedi Yabani cüretkâr bir tavırla, "mutsuz olma hakkı talep ediyorum." "Dahası yaşlanıp iktidarsız kalma hakkı, frengiye ve kansere yakalanma hakkı, yiyecek doğru dürüst bir şey bulamama hakkı, rezil olma hakkı, durmadan yarın başıma ne gelecek diye endişe içinde yaşama hakkı, tifoya yakalanma hakkı, tarif edilemeyecek kadar korkunç acılar içinde kıvranma hakkı." Uzun bir sessizlik oldu. "Hepsini talep ediyorum," dedi Yabani sonunda. Mustapha Mond omuz silkti. "Buyur al," dedi." Yabani John ıssız bir yere gidip inzivaya çekilir. Yıllarca Kızılderili kampında yaşadığı ve beyni Shakespeare ve dinle yıkanmış olduğu için modernitenin tüm nimetlerini reddetmeye koşullanmıştır. Ama böyle sıradışı ve ilginç birinin yaşadığı söylentisi hızla yayılır, insanlar onu izleyip ne yapıp ettiğini kayıt altına almak üzere akın ederler ve John kısa süre sonra ünlü birine dönüşür. Tüm bu istenmeyen ilgiden daralan Yabani, medeniyet matrisinden kırmızı bir hap yutarak değil kendini asarak kaçar. Matrix ve Truman Show'un yaratıcılarının aksine Huxley kaçış imkânından kuşku duymuş çünkü kaçmayı başarabilecek birinin çıkacağından şüpheliymiş. Beyniniz ve "benliğiniz" matrisin bir parçası olduğuna göre, matristen kaçmak için kendinizden kaçmanız gerek. Doğrusu, düşünülmesi gereken bir imkân bu. Benliğin sınırlı tanımından kaçmak, 21. yüzyılda hayatta kalmak için zaruri bir yetenek haline gelebilir.* *Yuval Noah Harari
Cesur Yeni Dünya
Cesur Yeni DünyaAldous Huxley · İthaki Yayınları · 202160,7bin okunma
·
446 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.