Gönderi

SONUÇ Doğan güneşlerin ve batan güneşlerin altında, ellerden, yüzlerden ve yürek çarpıntılarından değil de ayrılıklardan yapılmış bir taş yontu, bir yalnızlık imgesi, bir hüzün çağrışımıydı, durduğu yere uçurumlar açan. Herkes geri çekilerek onu öne çıkarmıştı, bütün sonuçların tek sorumlusu gibi. Bu tenhalık içinde kentin tek kalabalığıydı, parmaklarıyla düğüm düğüm sokaklara dağılan. Yağmurlar, bulutlar, ay ışığı ve rüzgâr aynı incelik ve uzaklıkla duruşuna derinlikler katıyor, ulaştım dediği her olanağı sisler ve sorularla bir ulaşılmaza çeviriyordu. Kimsenin bir şeyi elinden almasına fırsat vermeyecek kadar boğuşuyordu kendisiyle. Herkesin her şeyi sorgusuz ve çabasız kabul ettiği bir dünyada, mutluluğunu bile didik didik etmenin ayrıcalığı ile üstün ve yenikti. Bir halk hareketinde orduları dağılmış bir komutan değilse, kesinlikle bir aşk kırgınıydı, tüm inceliğini mağrur bir güzellik önünde bırakıp çekilmiş, ya da mağrur bir incelikle elindeki güzelliği yitirmiş. “Sonuç?” ya da “Sonra?” diyen kimi görürse mezar taşlarını gösteriyordu. “Sonuç yok” diyordu. “Sonuç ertelenmiş bir şimdi, sürekli devinen gerçeğin yeni bir başlangıcı, bir yanılsamasıdır bulunduğumuz yere göre. Aslolan süreçtir ve elimizdeki tek gerçek, biricik şans, şimdi, şu an yaşadığımızdır. Bu yüzden tanıma gelmez, kalıbı ve kuralı yoktur; aşk gibi, ay ışığı gibi, iğde kokusu gibi… Yaşanır yalnızca. Sonuç adına şimdiyi ertelemek, yaşamı ertelemektir, ipini çekerek ardına düştüğümüz mutluluğu zamanın dışına itmektir. Bulunduğumuz her nokta, yaşadığımız her an bir sonuç değil midir gerçekte; bizi biz eden geçmişimizden ve seçimlerimizden oluşmuş bir sonuç?” “Peki, nedir öyleyse pişmanlık? Yaptığımız seçimden ötürü yaşadığımız bu daralma, kendimizi aşağılama, ömrümüzü yadsıma? Her yağmur damlası bir noktaya düşer, her yaprak payına düşen rüzgârı bilir, her ırmak kendi yatağında akar… ve insan yaşadığı sürece seçenekler içinden bir seçim yapar. Bu seçimle dışarda bıraktığımız binlerce olasılığın, hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gerçekliğinin, yaptığımız seçimden daha iyi olacağı düşüncesiyle kıvranmak, Nietzche’nin deyişiyle, ‘köpeğin taşı ısırması’ değil midir?” “Sonra nedir o her koşulda bir dua, bir bağışlanma gibi ruhumuzu rahatlatacağını sandığımız uygunluk? Neye göre uygunluk? Gerçeğimizin tutuşturduğu isteklerimize göre mi, isteklerimizin küllendirdiği gerçeğimize göre mi? Uygunluk bir uzlaşma, ödünler verilerek elde edilen bir uyuşukluktur. İstekleriyle gerçeği örtüşen insanın öyküsü bitmiştir. Bir tek uygunluktan söz edilebilir, derin bir hazla örtüşen duyguların yarattığı o müthiş esrime, o büyük dinginlikten. Nesnesiyle duygusu örtüşmeyen dünya, herkesin kalbinde donmuş bir çığlık, kendi kendini öğüten bir değirmen taşıdır. Kırlangıç kanadının gergedan gövdesine uygunluğu uygunluk mudur?” “Doğrunun bile kurtaramadığı bir kaba gerçekliği yaşıyoruz nicedir. Haklılık güçlülüğün değil, yenilginin koşulu oldu.Söz bulanık bir rüzgârla penceremizde savrulan güz yaprakları kadar kederli ve geçerli. İçtenlikse, bir yitik zaman hüznüyle hoyratlığa süs bir antika artık. mezat salonlarında görücüye çıkmış. Olsa olsa bir anıdır güzellik, herkesin bir vakit kirpiklerinde bir rüzgârla yaşadığını sandığı…” Sesi kuyularda bir Yusuf çığlığıydı. Önünden geçtiği evlerin ışıkları sönüyordu bir bir. Elindeki son umut olan gücenikliğe sığınıp, gitti bir çocuğun ikircim sularına iki damla yaş düştü.
·
104 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.