Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
Ne yazık ki herkes 'Haldun Taner' okuyacak kadar şanslı değildir.
Evet! Değerli dostlarım, hayatta çoğu zaman 'şanslı' olduğumuzu düşünüyoruz öyle değil mi? Belki de sadece bir Haldun Taner kitabı ile tanışmamız gerekir... daha önce ne kadar 'şanssız' olduğumuzu idrak edebilmek için! İnsan, Haldun Taner'i okuyunca, onu tanımadan önceki yılların boşluğuna hayıflanıyor; ne kadar şanssız olduğunu anlıyor. Taner'i okumadan öylece geçip giden yıllar, insanın kendisini 'şanssız' sayması için yeterli değil midir? İncelemenin sonunda bu soruya cevap vereceksiniz. Neyse ki sizler(sadece şanslı olanlar), okuduğunuz bu inceleme sayesinde Haldun Taner ile tanışmış olacaksınız ve ben de bu tanışmaya vesile olacağım. Hazırsanız başlıyoruz! Üzerinde duracağımız Haldun Taner kitabı, ''Sancho'nun Sabah Yürüyüşü.'' Bu öykü kitabının içinde 7 adet öykü mevcut, bunlar: 1) Sancho'nun sabah yürüyüşü 2) Piliç makinesi 3) Dürbün 4) Salt insana yöneliş 5) Rahatlıkla 6) Ases 7) Gülerek ölmek Bu öykülerin içeriğini biraz açmak gerekirse: 1) Sancho'nun sabah yürüyüşü, tatlı bir köpeğin iç konuşmalarla dolu esrarengiz bir seyahatini resmeder. Bu öyküde oldukça manidar bir bölüm vardır ve o da şudur: ''... Sancho, koşup gazetenin üzerine bastı. Tam ayağını bastığı yerde Maliye Vekilinin resmi vardı. Adam yüzünü, sanki Amerikan yardımının yetersizliğinden değil de, Sancho'nun, yüzüne basıp canını acıttığından ötürü ekşitmişti...'' Öyküde bunun gibi daha birçok mizah öğesi mevcuttur. Bu öykünün 'mizah hikayeleri' ödülünü 'neden' aldığını da satırlar arasında kayboldukça daha iyi anlayacaksınız... 2) Piliç Makinesi, günlerdir içi sıkılan bir adamın kendini dışarı atarak ruhundaki bu sıkıntıdan kurtulma çabasını ele alır. Bir gün, yolda yürürken karşısına piliç çıkaran bir 'makine' ilişir... Ona, makinenin bozuk olduğunu söylerler! Ama nasıl olur? Bozuk olmaması gereklidir, çünkü 'piliç makinesi' işlerse, her şeyin düzeleceğine dair bir önsezi vardır içinde! Makinenin işlemesi ve her şeyin düzelmesi gerekiyordur! Ama işlemiyordur işte makine... Demek günlerdir morali bundan dolayı bozuktur. Buruk bir şekilde yoluna devam eder. Birkaç arkadaşı ile karşılaşır biraz sohbet ederler. En son karşılaştığı dostunun peşinden sürüklenir ve kendini eski bir 'dost meclisinde' buluverir... Burası bir atletizm kulübüdür! Eski dostlarını görünce biraz neşelenir. Bu sırada kendini hararetli bir tartışmanın merkezinde bulur. Eski dostları, kulüpte yolunda gitmeyen işleri tartışmaktadır. Onlara biraz kulak verdikten sonra, sorunlarına 'çözüm önerileri' sunar! Sunduğu bu öneriler ilgiyle dinlenir ve ona, bundan sonra sürekli kulübe gelmesini rica ederler. Kulüpten ayrılınca içinde tarifsiz bir mutluluk hisseder. Nedir bu mutluluğun kaynağı? Bilemez! Neşeyle karanlığın içindeki sokaklarda yürümeye başlar. Artık her şey düzelmiş gibidir... Tam bu anda, piliç çıkaran makinenin bulunduğu dükkanı yeniden görür ve ona doğru ilerler... Dükkanın kepenkleri kapalıdır. Makineyi göremese de, içindeki mutluluğun 'varlığı' sayesinde, kapalı kepenkler ardındaki görmediği o makinenin 'işlediğine' emindir... Taner, bu öykü sayesinde zihinlerimizde 'unutulmaz' izler bırakıyor. Konuyu biraz irdeleyecek olursak: Öykünün sıkıntılı karakteri, 'karanlık' bir ruh yapısındayken önüne çıkan 'sıradan' bir makinenin her şeyi düzelteceğine inanıyor. Tüm umutlarını o makineye bağlıyor adeta. Aradan biraz zaman geçiyor ve dostlarına 'faydalı' olmaya başladıkça iç sıkıntısı kayboluyor. Akşam olunca makinenin bulunduğu dükkanın önüne tekrar geliyor. Makineyi göremese bile onun işlediğine emin oluyor. Buradan şu sonuca varmamızda herhangi bir mahsur olmaz: Hüzünlüyken bir 'kurtarıcı' arar insan, umutlarını bağlayabileceği... O kurtarıcı sayesinde huzura erişeceğini düşünür... Ama heyhat! Ne yazık ki yanlış bir zanna kapılır. (Haldun Taner, öykünün sonunda bunu göstermiş oluyor.) Zaten karakterimiz, öykünün sonlarına doğru o kurtarıcıdan 'bağımsız' bir şekilde mutluluğu bulmuştur! O andan sonra 'tatmin olmuş' bir ruh haliyle makinenin bulunduğu alana tekrar gelir ve onu göremese bile bir yerlerde mutlaka 'işlediğini' hisseder, çünkü ona bağlı değildir artık! Mutluluğu kendi başına bulmuştur. Bu yüzden makinenin sorunsuz çalıştığını düşünür. İnsan, böyledir işte! Hüzünlüyken bir kurtarıcı arar; ne kadar absürt bir şey de olsa kurtarıcısını bulur(aslında o kurtarıcıyı kendi seçer) ve tüm umutlarını ona bağlar! Onsuz mutlu olamayacağını düşünür... Fakat aradan biraz zaman geçer ve o kurtarıcıdan 'bağımsız' olarak mutluluğu buluverir! Çok uzaklarda sandığı o mutluluğu bulduğunda ise, bir zamanlar 'kurtarıcı' sandığı ve görünmez iplerle sıkı sıkıya bağlandığı o şeyin bir 'yanılsama' dan ibaret olduğunu fark eder... Unutulmaması gereken ders şudur ki: Kendi başınıza mutluluğa eriştiğinizde, eskiden 'kurtarıcı' zannettiğiniz 'işlemeyen' o yanılsama bile 'işler' hale gelecektir... 3) Dürbün, yaşlı bir adamın 'uzak' , 'orta' ve 'kısa' mesafeleri gösterebilen 3 adet dürbünle çevresini gözetlemesini konu edinir. Bu öykü öylesine mizah doludur ki, okuyucu her satırda Taner'in sivri zekasına hayranlık duyar. Öykünün en önemli özelliği şudur: Taner, yalanın ne kadar kötü olduğunu vurgularken adeta tüm Dünya'ya bir manifesto haykırır! 'Ayağınızı denk alın!' der. 'Bilmiyor ama biliniyorsunuz; görmüyor, görünüyorsunuz...' der! Kendinize bakıldığını 'bildiğiniz' zaman kasılıp numara yapıyor, bunu belki herkese de yutturuyorsunuz ama tek başına kalınca, kendinizi 'görülmüyor' sanınca... iç yüzünüzü 'bir tek kişiden' saklayamıyorsunuz! diye haykırır... Kimdir o tek kişi? Cevabı siz verin... 4) Salt insana yöneliş, oldukça sanatsal bir öyküdür. Heyecanlı, hayat dolu, enerjik bir grup arkadaşın, sanatın bütün dallarıyla uğraşını konu edinir. Sanatı ve edebiyatı çok seven bu genç insanlar, bir gün seslerini daha geniş kitlelere duyurabilmek için somut bir adım atmak isterler ve bir dergi çıkarma işine soyunurlar. İşte o andan sonra olanlar olur! Bu öykünün sonu ise oldukça buruktur... Hızlı ve heyecanlı başlayan öykü, sessiz sakin ve trajik biter... Keşke böyle bitmeseydi, dersiniz! Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı! Keşke her şey eskisi gibi kalsaydı, dersiniz... Ama yazık ki, hayat, öykünün sonunda 'yine' o acımasız tarafını çoktan göstermiştir bile... 5) 'Rahatlıkla' öyküsünde Haldun Taner, okuyucuyu, fakültenin birindeki 'tartışmalı bir Profesör seçimine' götürür. Bu fakültede öylesine rahatsız edici bir kokuşmuşluk vardır ki... okurken burun direkleriniz sızlar! Satırlar ilerledikçe öğretim görevlilerinin kirli çamaşırları tek tek ortaya serilir, gözlerinizi kapatmak zorunda kalırsınız! Taner, yazdığı bu öykü ile belki de bugüne kadar birçok kez yaşanmış olayları önümüze serer... Bunlar belki bir yerlerde hep yaşanır, fakat bizlerin ruhu bile duymaz! Öykünün sonlarına yaklaştıkça öğretim görevlilerinin ruhlarındaki ve zihinlerindeki kokuşmuşluk 'canlanıp' adeta karşınıza dikilir! 'Bu kadar da olmaz!' diyeceği bir son, okuyucuyu bekler... 6) Ases... Ve, işte o öykü! Taner, Ases için 'o, benim içimdeki ukdedir!' diyor... Hatta okuyucuyu kastederek 'kim bilir, belki sizin de!' diyor... Öyküyü okudukça naif yürekli, ince ruhlu Ases ile tanışıyorsunuz ve Ases'in, neden Taner'in içindeki ukde olduğunu anlıyorsunuz... Bir futbol hikayesi gibi görünse de aslında Ases'in ve onun gibilerinin öyküsüdür bu! Futbol sahalarını bilirsiniz, rekabetin de etkisiyle her türlü karmaşıklık, kaos, küfür, kıyamet, bencillik, ahlaksızlık, saygısızlık gırla gider. İşte orada, o karanlığın ve erdemden yoksun ortamın içinde, bir 'aydınlatıcı' vardır! O aydınlatıcı ise, sahanın içindeki varlığıyla, ince ruhuyla ve kimselerin ulaşamayacağı erdemleriyle 'diğerlerine asla benzemeyen' Ases'tir... Satırlar ilerledikçe Ases'i tanımaya başlarız ve ona hayran oluruz. Öyküdeki futbol sahası, aslında biraz da 'içinde yaşadığımız dünyayı' temsil eder. Dünyamız da karanlığın ve keşmekeşliğin esiri değil midir? İçinde yaşadığımız dünyada da karanlıkları aydınlatan Ases'ler bulunmaz mı? İşte bu sorular ve daha fazlasına, öyküyü bitirince yanıt vermiş olacaksınız. Bu arada, öykünün sonu, gerçekten de hüzün verici! Haldun Taner, unutulmaz bir karakter yaratmış. Ases'i hayatım boyunca unutamayacağım! Hiç şüphesiz ki, siz de... Siz de unutamayacaksınız! Onu, nasıl unutabilir ki insan? Ah... zavallı Ases! Ah, karanlığı aydınlatan ışık! Seni nasıl unutabilirim ki? İlkelliğin, savaşın ve kaosun ortasında adeta bir güneş gibi parlayan temiz kalpli, hassas, erdemli ve efendi futbolcu... Seni unutmak diye bir şey söz konusu olabilir mi? Sen -Taner'in de dediği gibi- içimdeki ukdesin... Öykünün sonuna geldiğimde kalbim kırıldı ve hüzünlendim; şansa bakın ki hemen arkadaki sayfa boştu ve içimden gelenleri karaladım oraya. Yazdıklarım, Ases içindir! Kağıda düşenler, hiç olmazsa onu biraz olsun sevindirmek ve düş kırıklıklarını tamir etmek içindi belki de... Ah Ases! Sana yazdıklarımı okuyacaksın birazdan. Aslında sadece 'benim' değil, seni tanıyan herkesin bir haykırışıdır bu! Biliyorum uzaklarda bir yerlerdesin! Çok uzaklarda... Ama umarım bu çığlıkları bir şekilde duyarsın... Umarım her şey eskisi gibi olur. Umarım bizleri senden, o masumiyetinden daha fazla mahrum bırakmazsın... İnanıyorum ki bu haykırışlar göğü yırtacak ve sana ulaşacak! İşte o çığlıklarım, işte o çığlıklarımız: Yapma Ases! Kalplerimize kirli hançerler saplama! Nereye gidiyorsun? Gitme uzaklara! Geceleri uyutmayan bir sancı oldun, Ukde oldun içimize! Sonsuza kadar kalbimizi acıtacak bir 'dertsin' derinlerimizde... Zifiriye meydan okuyarak karanlıkta parlayıp duran Umuttan ve incelikten haber veren İyilerin varlığını hatırlatan Bütün dünyayı kucaklayabilecek kadar derin ve engin bir kalbin ağırlığını taşıyan Bembeyaz bir ışıktın sen... O pisliğin, o keşmekeşin içinde, tertemiz bir melektin! Sen! Koca yürekli adam... Ases'tin! Peki şimdi neredesin? Neden arıyor bu gözler seni, zifiriler neden bu kadar hoyrat! Ey Ases, gitme! Haydi geri dön! Dön ve çıkar yüreklerimizdeki hançerleri, birer birer... Geri dön! Aydınlat yine, Kasvet veren karanlıkları... 7) Gülerek ölmek, işte son öykü! Burada ise, kendine çok güvenen bir adamın aldığı unutulmaz bir ders var. Kitaptaki bu son öykü, tıpkı Ases gibi, asla unutamayacağım bir öykü oldu. Taner, bu öyküde, etkileyici bir felsefeden yola çıkarak şu soruyu soruyor: Küçüklüğünü kabullenmek, aslında yalancı bir büyüklüğü sürdürmekten daha mı az yüreklilik ister? İşte! Soru bu... Sorulacak tüm sorularından önce sorulması gereken, yukarıdaki bu soru belki de... Evet! Siz, bu sorunun cevabını ararken, benliğiniz ve dünya üzerine düşünmeniz, sessizliğe erişmeniz ve derin bir iç hesaplaşma yapabilmeniz için sizi 'sizle' baş başa bırakıyorum... Benim söyleyeceğim son sözler de, Haldun Taner'in şu sözleri olsun: - YAŞAMAK GÜZEL ŞEY! Hanımlar, beyler... Hele burnunu kırıp, 'küçüklüğünü' bilerek yaşamak...
Sancho'nun Sabah Yürüyüşü
Sancho'nun Sabah YürüyüşüHaldun Taner · Yapı Kredi Yayınları · 2015210 okunma
·
460 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.