Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

187 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Postmodern yaklaşımla Feyerabend'in Bilim Anarşizmi
“Herhangi bir şeyi bilebilir miyiz?” Epistemolojiyi oluşturan soru, bu sorudur. “Eğer bu mümkünse ne tür şeyleri bilebiliriz?” ve “ Bunları nasıl bilebiliriz?” Epistemolojinin temel sorularıdır. Peki gerçekten herhangi bir şeyi bilebilir miyiz? Bu sorunun cevabı oldukça açıktır. Elbette bir şeyleri bilebiliriz. Alan Musgrave bir şey bilemeyeceğimizi düşünmenin çok saçma olduğunu düşünür. Bir çita kadar hızlı koşamayız ama ondan daha hızlı gidebileceğimiz arabalar yaparız. Bir kuş gibi uçamayız ama ondan daha hızlı uçabileceğimiz uçaklar yaparız. Bir hayvanın kürkü gibi bizi soğuktan koruyacak bir kürkümüz yok belki ama bunun için gerekli ve yeterli malzemeler üretiriz. Dünyaya geldiğimizde doğaya karşı oldukça savunmasızızdır. Fakat bizi diğer hayvanlardan ayıran şey bilme yetimizdir, bilgiyi işleyebiliyor oluşumuzdur. Bilgi gücümüzdür. Felsefe tarihinden günümüze kadar ki süreçte sonraki sorulara cevap aranmıştır. Doğru bilginin mümkün olmayacağını savunan skeptikler ve bilginin mümkün olduğunu savunan dogmacılar arasında devam eden bu tartışma soruları ve cevapları, bilgiyi ve bilimi günümüzdeki haline kavuşturmuştur. Nihayetinde, elbette bir şeyleri bilebiliriz fakat nasıl bildiğimizle ilgili çizilen sınırların ne kadar doğru olduğuyla ilgili bir tartışma içerisindedir Feyerabend. İnsan yapısı gereği kozmos eğilimlidir. Bir düzen bulmaya çalışır. Bu düzen içerisinde kendisini ve evreni anlamlandırmayı amaçlar. İnsanın bu kozmos eğilimi, bilme isteği ne yazık ki tam manasıyla bir kuşkuculuğa sahip olmasına olanak tanımaz. Yine felsefe tarihine baktığımızda gerçek anlamda (Pyrrhon) kuşkucu filozof örneğine çok da rastlanmaz. Temeline baktığımızda da kendisiyle çelişen bir öğretidir. Fakat yine tarihe baktığımızda hiçbir kuşkucu, kendisiyle aynı fikirde olmadığı için mahkemeler kurmaz, insanları yakmaz. İnancına ters düştüğü için ‘cadılık’ fikri altında katliam diye nitelendirebileceğimiz faaliyetlerde bulunmaz. İnsanlık tarihinde utanmamız gereken şeylerin sebebi, sarsılmaz, kesin doğrulara sahip olduğumuz düşüncesidir. Aydınlanmanın kökeninde de bunu görürüz. İnsanın bilgiyle dogmatizmin zincirlerinden kurtulması ve Kant’ın deyimiyle şöyledir: “ Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır” (Immanuel Kant, Aydınlanma Nedir?, 1784) İnsan zincirleri eline almış ve aklını kullanmaya başlamıştır. Fakat yine insan, akıl yoluyla tahtından indirdiği din dogmasının yerine Feyerabend’in deyimiyle akıl dogmasını oturtmuştur. İnsan aklını kullanabilmek için Rönesans ve Reform hareketlerinde bulundu ve bu sefer de aklını başka akıllara teslim etti. Feyerabend’in eleştirisi tam olarak budur. Nasıl ki bilimin şikayet ettiği Ortaçağ kendi öğretilerine uygun toplumlar yetiştiriyordu ve aynı toplum tüm faaliyetleri onların belirlediği çerçevede gerçekleştiriyordu ise şu an da bilimin de yaptığı budur. Bilim de, insan da özgür değildir. Belli fikirlere, ideolojilere hizmet etmektedir ve gelinen bu nokta insanı tüketmektedir. Tahta çıkma sebebi tabuları yıkmak olan bir hükümdarın söz verdiği gibi o dönemin tüm tabularını, öğretilerini yıkıp, yerine kendininkini inşaa etmesi aydınlanma değildir. Modern bilim daha kolay öldürmüş, toplumları daha kolay yozlaştırmış, insanı kendisine hizmet eden, kendisinin tüketebildiği bir duruma getirmiş ve bunun da ötesinde tüm bunlar olurken aslında her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna inandırmıştır. Tek tip insan profilleri, tek tip düşünce yapısı, tek tip eğitim şekli, uzmanlaşma, bireysellik gibi kavramların öne çıkması, metafiziğin itibarının yerle bir edilmesi, aklı kullanırken bizleri insan yapan diğer özelliklerimizi yitirmemize sebep olmuştur ve insan bu duruma kendi aklıyla düşmüştür. Feyerabend’in eleştirdiği bilim, Ortaçağ postu giymiş bilimdir. Bilimin toplum tarafından yapılması gerektiğini, net sınırları ve bir yöntemi olmaması gerektiğini düşünür. Peki gerçekten her şey uyar mı ? Bilim her şekilde yapılabilir mi ? Descartes insan zihninin hiç olmayan bir şeyi düşünemeyeceğini öne sürer ve Tanrı kanıtlamasını da bu bağlamda yapar. Locke ideleri basit ve bileşik olarak ayırmıştır. “Her şey uyar” düşüncesiyle bir çok ilerleme kaydetmemizin mümkün olabileceğini söylemekte bir sakınca yoktur. Fakat yine de bu durumun ortaya çıkaracağı bilgi kirliliği ve bu kirliliğin yol açacağı sorunları da göz ardı etmek yanlıştır. Her şeyin uyabilmesi için gereken, redictuo ad absurdum için bile olsa içinde bulunduğumuz ergin olmama durumundan kurtulmaktır. Dünyanın her yerinde insan her şekilde sömürülmektedir. Üstelik bir çok aydın bu sömürüye hizmet etmektedir. Öncelikli olarak gereken, insanın kendi aklıyla düştüğü bu durumdan, iradesiyle, insani vasıflarıyla çıkmasıdır. Modernizmin kölesi olmaktan gocunmayan, aksine bununla övünen, dahası gurur duyan insan, Feyerabend’in savunduğu gibi genel bir kabulü olan bir bilim yapmaya kalkarsa, sistemin çarklarını yağlamış olacaktır. Bu durum zaten feda ettiğimiz gelecek nesillerimizin de ötesinde bir yıkıma sebebiyet verir, bilgiyi ve bilimi değersizleştirir, zaten merdiven altına düşmüş bilimlerin yanı sıra insanlığı aynı merdivenlerden boşluğa bırakır. Kendi aklıyla, aklını başka akılların kılavuzluğuna bırakan insanın, öncelikle içinde bulunduğu vahim durumdan kurtulması gerekmektedir. Aksi takdirde işlek bir cadde de bilimcilere rastlayabiliriz.
Bilgi Üzerine Üç Söyleşi
Bilgi Üzerine Üç SöyleşiPaul Feyerabend · Metis Yayınevi · 200530 okunma
·
152 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.