Gönderi

176 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Kitap ismini kuzey İtalya’da mitleştirilen ay ve şenlik ateşlerinden alıyor. Yaşamın ayın hareketlerine göre düzenlenmesi ve yakılan şenlik ateşlerinin toprağı verimli hale getirmesine ilişkin yerel bir inanç. Hayat hikayesini baş karakterimiz Anguilla’nın kendi ağzından dinliyoruz. Şimdiki zamandan anımsamalarla geçmişe dönülmesi, farklı konuların ve farklı ilişkilerin iç içe işlenmesiyle anlatı örüntü şeklini alıyor. Ana doku alışkın olduğumuz üzere ay ve şenlik ateşlerinin yarattığı mistik duyguyla anlatılan kırsal yaşam. Öylesine derinlemesine işlenmiş ki bu köy yaşamı yapılan betimlemelerin, ayrıntılarıyla anlatılan olayların ister istemez yazarın yaşamından yansıdığını düşünüyor insan. Bağların, bahçelerin arasında Anguilla’nın çocukluk, gençlik ve geri dönüş yaptığı yetişkinliğine ait günlük yaşamından anımsadığı olayları okuyoruz. Örüntüyü oluşturan diğer konulara da kısaca değinelim. Arkadaşı Nuto ile ilişkisi geçmişle bağ kurabildiği tek insan olduğu için Anguilla’nın hayatında önemli bir yer kaplıyor. Amerika’da geçen yılları ve Amerikalıların yaşam tarzına duyduğu nefret sık sık önümüze gelen ilginç konulardan biri. Anguilla’nın karakter analizi bakımından okuyucu adına da önemli. Bana kalırsa kitabın kilit noktası çocukluğunda yaşadığı evi görmeye gittiğinde tanıştığı Cinto ile kurduğu sıcak ilişki. Mussolini İtalyasının faşist yönetimiyle daha ziyade komünistlerden oluşan direnişçi partizan birlikleri arasındaki mücadele kitap boyu arka planda işlenirken final bölümünün belirleyici unsuru haline geliyor. Anguilla savaş öncesi gittiği Amerika’dan kendi deyimiyle para yaptıktan sonra varlıklı şekilde memleketine geri dönüyor. Kitap boyu bu dönüşün sebebini sorguluyor. Elbette biz de onunla beraber. Anlıyoruz ki zor geçen çocukluk ve gençlik yıllarına rağmen yaşamdan öç alma gibi bir isteği yok. Kimsesiz olmasına karşın ailesini aramaya da pek istekli davranmıyor. Peki ne arıyor Anguilla? Nefret ettiği Amerika’dan kendini dışarı atarak uzaklaşması ve memleketine geri dönüşü kalıcı olabiliyor mu? “Dünyayı hâlâ Cinto’nun gözleriyle görmek için, onun gibi Gaminella’da her şeye yeniden başlamak için, aynı babayla, hatta aynı topal ayakla, neler vermezdim — artık o kadar çok şey bildiğime ve kendime bakabileceğime göre. Onun için üzülmüyordum, hayır, bazen onu kıskanıyordum. Geceleri gördüğü düşleri, meydandan topallayarak geçerken aklından geçirdiklerini bile biliyorum gibi geliyordu bana.” İmkansızlığını bilmesine rağmen Anguilla’nın en çok istediği şey çocukluk algılarına tekrar sahip olabilmek. Deneyimlenmesi gereken onca şey, önünde koskoca bir hayat duran bir çocuk kadar ay ve şenlik ateşlerine inanabilmek, hayatı sorgulamadan geldiği gibi kabullenerek ona tutunabilmek… Yazar Cesare Pavese’nin düşünce dünyası kitabın birçok yerinde kendini hissettirerek farklı anlam katmanları yaratıyor. Pavese yaşamı sevinçle karşılayan, yoğunlaşmış beklentilerle dolu bir yazar değil. İnsanın dış dünyaya yönelik her eylemini, bütün yapıp etmelerini yalnızca bir çaba(uğraş) olarak ele alıyor. Benlik olgusunun –tikelin- kendini var edebilmek için bir başkasına –ötekine- ihtiyaç duymasını anlamsız buluyor. Yalnızlık kaçınılmaz sonuç, bunu giderebilmek adına yapılacakların uğraştan öte bir anlamı yok. Kısacası boşa uğraşıyoruz diyor Pavese. Ya yalnızlığında yaşayıp mutlu olmayı deneyeceksin ya da… Cesare Pavese’nin kadınlarla da arasının iyi olmadığı biliniyor. Yaşamı boyunca kadınlarla kurduğu ilişkilerde özellikle süreklilik anlamında zorluk çekiyor. Kadınlara karşı söylenmiş çok ağır sözleri var. Buna karşın kadınlardan nefret ettiğini söylemek, kadın düşmanı olduğunu söylemek hatalı olur. Cinselliği anlık bir zevk olarak düşünürseniz diyor Pavese kadından geriye bir şey kalmaz. Hatta onlara tahammül etmek daha da zordur. Bunu da –kitaplarından çıkarsama- toplumun onlara yüklediği kadın algısını sorgulamadan özümsemelerine bağlar. Ortaya çıkan sonuç ise Pavese’nin gözünden kadınlar adına katlanılamayacak düzeyde felaketle karşılanabilir. Bir örnek: “Kadınlar kendilerini güçsüz olana bir idol, güçlü olana bir eşya gibi sunarlar.” Anguilla’nın yaşamında da yaratıcısı Pevase’ye benzerlikler var. Hiçbir ilişkisi süreklilik kazanmıyor. Amerika’da bir kez evlenmeye çok yaklaştığını, şimdi bunu düşünürken kendisine hayret ettiğini söylüyor Anguilla. “Hayır, Santa’yı bulamazsın” dedi. “Onu bulamayacaksın. Onun gibi bir kadını toprakla örtüp öylece bırakamazsın. Onu isteyen hâlâ birçok adam vardı. Baracca da görüyordu bunu. Bağdan bir sürü dal kestirdi bize ve bunları yığdık onun üzerine. Sonra benzin döktük yığının üzerine ve ateşe verdik. Öğlene doğru her şey yanmış, kül olmuştu. Geçen yıl izleri hâlâ duruyordu, bir şenlik ateşinin çukuru gibi.’’ Pavese kitabın son cümlesinde bir kadına bağlanarak yalnızlığın yenilebileceği, yaşama anlam verilebileceği fikrini şenlik ateşlerine inanmakla eş değer bulduğunu gösteriyor. Öldürmekle yetinmiyor ateşe veriyor. Bu ikinci ateşle beraber yaşama getirilebilecek anlamları yakıyor ve küllerini boşluğa savuruyor. Ateşlerden geriye sağ çıkan yalnızca çocukluk algısının sembolü Cinto… Kitaptan ikinci dünya savaşı dönemine ait öncesi-sonrası bolca tahlil yapmak mümkün. Bunlardan biri felsefi düşüncenin çıkmaza girmesiyle –belki- entelektüel bir sorun haline gelen, üzerine kitaplar yazılan intihar. Cesare Pavese Ay ve Şenlik Ateşleri’ni arkadaşı Pinolo Scaglione’ye yazdığı son kitap olduğunu söyleyerek teslim ediyor. Devamında da hayatına son veriyor. İntiharını yalnızca kişisel sorunlarına dayandırmak, döneminde yaşayan birçok yazara benzeyen düşüncelerini hiç bilmiyormuşçasına yapılan eksik bir bakış olurdu. Bana kalırsa depresif, hastalıklı bir durumdan ziyade bilinçli yapılmış kişisel bir tercih var ortada. Kitapta kimsesizlere ithafen “piç” sözcüğünün kullanılmasını yadırgadım. Diller arasındaki kavramsal boşluktan mı, kültürel farklılıktan mı yoksa yazarın öznel kullanımı mı bu bilmiyorum.
Ay ve Şenlik Ateşleri
Ay ve Şenlik AteşleriCesare Pavese · Can Yayınları · 2017617 okunma
·
146 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.