Gönderi

77 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 9 hours
Nazizm ve Hümanizm düellosu
Stefan Zweig; 28 Kasım 1881 yılında Avusturya ülkesinin Viyana şehrinde dünyaya gelmiştir. Maddi anlamda bir çok yeterliliğe ve varlığa sahip bir ailede hayatını geçiren Zweig, küçük yaştan itibaren başarılı bir eğitim gördüğü gibi, Îngilizce, Fransızca, Latince gibi bir çok yabancı lisanı da öğrenmiştir. Zweig, lise öğrenimi sırasinda şiir yazmaya başlar ve edebiyata fiilen adım atmış olur. Zweig'ın yaşadığı 1881-1942 dönemi, o dönemde yaşayan çoğu insanı olduğu gibi Zweig'ı da savaşın içerisinde yaşama zorunluluğuna itmiştir. Ancak, militarist bir yapıya sahip olmayan Zweig, 1. Dünya Savaşı sırasında savaş arşivinde çalışmıştır. Bir çok eser vermeye başlayan Zweig, 1. Eși ile evlenerek Avusturya-Salzburg'da yaşamaya başlar. Nasyonal Sosyalist(Nazi) himayesinin ve hegemonyasının güçlenmesi ile dönemdeki neredeyse çoğu yazar militarist ve savaş yanlısı eserler verirken, Zweig hayata ve savaşa karşı duruşundan vazgeçmez. 1933 yılında Nazi otoritesinin yaktığı kitapların başında Zweig'ın kitapları gelmektedir. 1934 yılında, Nazi otoritesinin belki de en acimasız üzuvlarından olan Gestapo’nun, Zweig’ın evini basarak araması üzerine, Zweig ülkeyi terk ederek Londra’da yaşamaya başlar. Ancak burada rahat bir yaşam süremeyen Zweig, ilk evliliğine burada son verir. Yıllar sonra Zweig, Lotte Altman ile ikinci evliliğine adım atar ve Brezilya’da yaşamaya başlar. Ancak Zweig, huzursuz ve umutsuzdur. Zira; Hitler Almanya’sının, hegemonyasının ve acımasızlığının Avrupa’da ve dünyada baki kalacağını düşünmektedir. Zweig; savaşın yarattığı acımasızlığı, şiddeti, acıları, insan onuru ve erdeminin hiçe sayılmasını, nefreti, kindarlığı, kibiri, insanlığın belirli kalıplar-ideolojiler yüzünden aşağılanmasını, öldürülmesini, işkence edilmesini kaldıramaz hale gelmiştir. 14 Şubat 1942 yılında Brezilya’da yaşayan Zweig ile eşi, Rio festivalini izlemek amacıyla festivale gittiklerinde bütün gazetelerde manşet olarak görülen Nazilerin Kuzey Afrika’daki ilerleyişlerini gördükten sonra daha da büyük umutsuzluğa kapılırlar ve festivalden alelacele evlerine dönerler 22 Şubat 1942 yılında ise Zweig ile eşinin kaldığı odanın kapısı öğlene kadar açılmadığından çalışan temizlikçiler şüphelenerek polisi haberdar etmişlerdir. Polis odaya girdiğinde Zweig ile eşini yatakta sarılarak ve ölmüş bir biçimde bulur. Zweig ile eşi “Veronal" adlı ilacı içmek suretiyle intihar etmiş ve hayata veda etmişlerdir. Ancak masanın üstünde Zweig ile eşinin, üzerinde pulları dahi mevcut olan veda mektupları bulunur. * Yazarın yaşadığı dünya ve dönemi, içinde bulunduğu ruh halini, umutsuzluğunu ve düşüncelerine yön verebilecek dramatik hayatını kısaca özetledikten sonra artık dünyaya bir veda mektubu niteliğinde olan Satranç kitabının incelemesine geçebiliriz. Satranç kitabı, Zweig’ın ölmeden önce verdiği son eser olup, ilk baskısı 1942 yılında 250 adet olarak Buenos Aires'de basılmıştır. Daha sonra ise İngilizce tercümesi 1944 yılında New York'ta yayınlanmıştır. Zweig en büyük ününü, bu kitap vasitasi ile yakalamıştır. Kitap; 77 sayfalık incecik bir öykü gibi görünse de aslında, yazarın sürgünde yaşadığı intihar öncesi ruh halini, düşüncelerini, karamsarlığını, umutsuzluklarını, kibire ve kine karşı öfkeyi, insanlığın, insanlık onuru ve erdeminin, faşist otorite ve hegemonya altında ezilişini içermektedir. Kitap; New York'tan Buenos Aires'a yol alacak olan bir geminin hareket etmesiyle başlar. Ana karakter bu kitapta bir nevi anlatıcı niteliği taşımakta olup; Zweig anlatmak istediği hususları dünyaca ünlü satranç şampiyonu Mirko Czentovic ve Nazi otoritesi tarafından psikolojik işkence ile sorgulanan Dr. B. Karakterlerinde ve onların hayat hikayelerinde simgeleştirmiştir. Satranç tahtası; savaş alanını. Czentovic; Nazi Otoritesi ve Acımasızlığını. Dr. B. ise; hümanizmi, insanlığın 2. Dünya Savaşında yaşadıklarını ve bunun etkileri ile uygarlığı temsil etmektedir. * Anlatıcı karakterin arkadaşının söylemesi üzerine, karakterimiz dünyaca ünlü satranç şampiyonu Mirko Czentovic'in gemide olduğunu öğrenir. Amatör bir satranç oyuncusu olan karakterimiz, Czentovic'in hikayesini arkadaşından dinledikten sonra onunla tanışmak için çeşitli yollar denemeye başlar ancak başarılı olamaz. Bunun üzerine Czentovic'in satranç takıntısından faydalanarak onunla oturabilmek için gemideki sigara odasında satranç oynama planı yapar. Czentovic ile tanışabilmek için satranç oynadığı McConnor isimli karakter çok zengin ve hırslı bir adam olup, karakterimizle oynarken sürekli yenilmiştir. Yine bir gün ana karakter ile McConnor satranç oynarken, Czentovic satranç tahtasına bakar ve amatörlerin oyunu ilgisini çekmediğinden oradan gider. Ana karakterimiz, McConnor'a ustanın hamlesini beğenmediğini söyler. McConnor'un “Hangi usta?" diye sorması üzerine, onun Mirko Czentovic olduğunu ve dünyaca ünlü satranç şampiyonu olduğunu söyler. Ana karakterin bütün uyarılarına rağmen McConnor, Czentovic ile satranç oynamak için onu ikna etmeye çalışır ve ancak ücret karşılığında oyun sözü aldığını söyler. Hikayenin ilk bölümü Czentovic'in küçüklüğünden dünya satranç şampiyonu olmasına kadarki süreci anlatmaktadır. Czentovic daha küçük bir çocukken babasının vefat etnmesi o bölgenin papazı Czentovic’in bakımını üstlenir. Czentovic konuşmaz, sadece denileni yapar ve sonra boş boş oturur, öğrenme güçlüğü çekerdi. Papaz; ona evde özel eğitim vermeye çalışmasına rağmen başarılı olamadı. Papaz akşamları arkadaşı Jandarma Çavuşu ile satranç oynamakta ve Czentovic kıpırdamaksızın bu tahtayı ve taşları izlemekteydi. Papazın acil çıkması üzerine Czentovic'in meraklı gözlerine dayanamayan Çavuş, küçük bir çocuk olan Czentovic ile 2 maç yapmış ve ikisinde de kaybetmiştir. Bunun üzerine Czentovic'in bir satranç dâhisi olduğu düşüncesiyle, kasabadan kente gitmişler ve Czentovic oradaki herkesi de yenmiştir. Yendiği kişilerden olan ve satrancı çok seven Kont Simczic, oradaki menejerin teklifi üzerine Viyana’da satranç ustasının yanında eğitim alması için gerekli ücreti karşıladı. Bunun üzerine zamanla dünya şampiyonluğuna tirmanan Czentovic; kibirli ve para hirsiyla hareket eden, insanlarla iletişime geçmeyen, tek hedefi kazanmak olan ve satrançta kazanmaktan başka hiçbir şey başaramayan bir insana dönüşmüştür. * Czentovic, ana karakterimiz, McConnor ve diğerleriyle birlikte maç yapmayı teklif etmiş, hamlesini yaptıktan sonra masadan umursamaz bir şekilde uzaklaşır, ana karakter, McConnor ve diğerleri ise aralarında istişare ederek hamle yapmaktadırlar. Sıra kendisine gelince tahtaya bakıp hamlesini yapıp geri gitmektedir. Tabii ki Czentovic kazanır. McConnor hirsından bir rövanş ister. Oyun sırasında kaybetmeye yönelik bir adım yapmak üzereyken bir yabancı gelir ve “Tanrı aşkına. Sakın Ha!" diye engeller. Daha sonra bu gizemli kişi satranç üzerinde yer alan formüller üzerinden yardımcı olmaya devam eder ve beraberlik kazanacaklarını söyler. Czentovic yapılan hai leler karşısında umursamaz ve kibirli tavrını kaybetmiş ve dikkatle kendisini zorlayan bu rakibini merak etmektedir. Bir hamle sonra ise Czentovic artık masaya oturmuştur ve artık “sıradan insanlarla" a ynı seviyeye inmiştir. Birkaç hamle sonra Czentovic “Berabere" demiştir. Czentovic bu sefer üçüncü oyunu teklif etmiştir. McConnor ise oyunun yabancı tarafından oynanması gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Dr. B. Yani yabancı kendisini kaybederek; oynayamayacağını, uzun yıllardır satranç tahtasının başına oturmadığını, rahatsızlık verdiğini söyleyerek bir hışımla sigara odasından çıkar. * Ana karakterimiz; Dr. B'yi ikna etmek için güverteye çıkar ve konuşmaya başlarlar. Dr. B. Uzun süreceğini söyler ve hayat hikayesini anlatır. Dr. B. Viyana'da büyük manastır ve bazı imparatorluk aile üyelerinin mallarını yönetmek ile uğraştığı bir avukatlık bürosuna sahipti. Ancak; gerçekleştirdiği işlemler Nazi otoritesi tarafından ajanları ile öğrenildiğinde Hitler'in Viyana'ya girmesinden bir gün önce SS subayları tarafından tutuklanmıştır. Dr. B. Çoğu vatandaşının aksine toplama kampına gönderilip fiziksel işkenceye maruz bırakılmamıştır. Dr. B. Bir odaya yerleştirildi ve tümüyle dış dünyadan soyutlandı. Kendi kendine terkedildi. Tıpkı 2. Dünya Savaşındaki masum insanlar gibi. Dr. B.'nin kendi ifadeleriyle söylediği gibi: “Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz. Her birimizi tam bir boşluğa, dış dünyaya sıkı sıkı ya kapalı bir odaya hapsetmekle, eninde sonun da dilimizi çözecek olan baskı, dayak ve soğuk yoluyla dışarıdan değil içeriden yaratılacaktı. Bana ayrılmış oda ilk bakışta hiç rahatsız etmedi beni. Bir kapı, bir yatak, bir koltuk, bir le gen, bir parmaklıklı pencere vardı odada. Ama kapı gece gündüz kilitliydi, masada hiçbir kitap, gazete, kâğıt, kalem durmasına izin yoktu, pencere bir yangın duvarına bakıyordu; bütün çevreme ve hatta kendi bedenime bile tümüyle hiçlik egemendi." Gestapo, Dr. B.'ye psikolojik baskı yapmak suretiyle onu çaresizliğe, insansızlığa, duygusuzluğa iterek bilgileri itiraf etmesini sağlamaya çalışıyordu. Dr. B. Aklına gelen her şeyi denedi; bildiği her şeyi tekrar etmeye çalıştı ancak akıl sağlığı çoktan zarar görmeye başlamıştı. Dr. B. neredeyse pes etmek üzereydi ki; sorgusunu beklerkėn bir subayın paltosunun içerisinde bir kitap buldu ve onu gizleyerek odasına götürdü. Açtığında tek gördüğü şey Satranç albümü kitabıydı. Bu kitap; 150 büyük satranç ustasının oyunlarını içermekteydi. Dr. B. başta kitaptan hiçbir şey anlayamasa da; daha sonradan A, b, c harflerinin uzunlamasına sıralar, l’den 8'e kadar sayıların da çapraz sıralar için olduğunu ve her bir taşın o anki konumunu belirttiğini öğrenmiştir. Bundan sonra sade grafik diyagramlar bir dile dönüşmüştü. Dr. B. yatak çarşafını doğru katlayarak 64 kare oluşturmuştu. Ekmeğinden kopardığı küçük parçalarla yamuk yumuk satranç taşları yarattı. Bundan başka yapacak hiçbir şeyi olmadığından; bütün oyunları zamanla tekrar ede ede ezberlemiş, artık aklından dahi oynayabilmekteydi. Bundan da sıkıldığında artık kendi kendisine karşı zihninden oynamaya başlamıştı ve bu neredeyse onu çıldırtmak üzereydi. Dr. B. hastanede uyandı ve bir hemşire gördü. “Sanki cehennemde geçen bu bir yıl içinde, bir insanın başka biriyle iyilikle konuşabileceğine inanmaz olmuştum." Dr. B.’nin söylediği bu cümle 2. Dünya Savaşı sonrası insanların yaşanan vahşetler karşısında artık insanlığa karşı umutsuzluğuna ve karamsarlığına işaret etmektedir. Dr. B. akıl sağlığını kaybettiğinden bahisle doktorların da yardımcı olmasıyla bu işkenceden kurtulmuştu ve hikayesi sona ermişti. * Dr. B; hiçliğe sürüklenen bir insanın iç dünyasına ışık tutmaktadır. Nitekim Aristoteles'in söylediği gibi; "İnsan politik(sosyal/toplumsal) bir varlıktır." İnsan; benliğini, insanlığımı ve yaşamın anlamını ancak toplumun içerisinde anlamlandırabilir. Hiçliğe sürüklenen bir insan; önce kendisini sonra dünyayı sonra ise yaşamı sorgular. Dr. B. karakteri; 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi hegemonyası altında toplama kamplarında öldürülen insanların aksine psikolojik bir işkenceye maruz kalmıştır. Dr. B. karakteri dünyadan soyutlanarak hiçliğe mahkum edilen bir insanın ne denli psikolojik ve mental sorunlar yaşayabileceğini ve hatta delirmenin eşiğine gelebileceğini bize göstermektedir. Ancak aynı zamanda da; insanın hayatta kalma içgüdüsünün bir gereği olarak her zaman bir savunma mekanizmasını geliştirmeye çalıştığını, mücadelenin insanın ayrılmaz bir parçası olduğunu sembolize etmektedir. Baskıcı ve totaliter bir etki altında; uygar insanın nasıl etkilendiğini ve bunun üzerinden zaman geçse bile insanların aldığı maddi ve psikolojik yaraların iyileşmesinin ne kadar uzun süreceği gözler önüne serilmektedir. Buna ek olarak; Dr. B. hikayesini anlattığı sırada, toplama kampının kendisinin yaşadığı hiçlikten daha iyi olduğunu söylemiştir. En azından etrafında insanların olabileceğini, onlar ile konuşabileceğini söylemiştir. Dr. B. ana karakterimize hikayesini anlattıktan sonra; kendisinden çok bir şey beklememeleri gerektiği, yalnızca bir deneme yapmak istediğini, yaşadıklarının gerçek bir satranç mi yoksa bir delilik mi olduğunu öğrenmek istediğini, tek bir oyun oynayacağını, bir daha o durumu yaşayamayacağını söyledi. Erdemi, insanlığı, kibarlığı ve uygarlığı simgeleyen Dr. B. ile kibiri, kini, öfkeyi, hırsı vé totaliter ve otoriter Hitler rejimini simgeleyen Czentovic arasındaki büyük maç başlamıştı. Dr. B. oyunun ilerleyen aşamasında kazanma durumuna gelmiş, Czentovic ise taşları masadan iterek oyundan çekilmişti. Czentovic bir oyun daha istemiş, Dr. B. ise tek oyun sözünü bozarak ana karakter uyarmasına rağmen oyuna başlamıştı. Czentovic, Dr. B.'nin bekledikçe sinirlendiğini, gerildiğini gördükçe kazanmak için vahşice taktikler ve stratejiler uygulayarak düşünme sürelerini daha da uzatmış, en sonunda ise hiçbir şey yapmadantir bekleyerek işkence edilen dayanamayarak Dr. B. oyun ile alakasız bir hamle yapar. Aslında kafasında oynadığı bambaşka bir oyun ile karıştırmıştır. Ve masadan kalkmıştır. Bu ise bir savaş alani olarak geçen satranç tahtasıinda; 2. Dünya Savaşının insanlığı ve insanoğlunu ne kadar etkilediğini, biraz daha devam etseydi sağ çıkamayacağını sembolize etmektedir. Czentovic bir amatöre yenilmesine rağmen son anda bile kibrini, kinini, küçük görmesini bırakmamıştır. Czentovic aslında; şeytan yada radikal bir kötülüğe sahip birey değildi. Bugün kitaptaki yerine baktığımızda, o yalnızca; kötülüğün sıradanlığının vücut bulmuş ve sembolize edilmiş haliydi. Hannah Arendt; The New Yorker adlı gazetenin röportörü olarak gittiği yargılamada gördüklerini aktardığı Kötülüğün Sıradanlığı – Eichmann Kudüste adlı kitabında bu kavramı dile getirmiştir. Otto Adolf Eichmann 1960 yılında İsrail istihbarat teşkilatı tarafından Arjantin'de yakalanmıştır ve İsrail'e götürülerek Kudüs'te yargılanmıştır. İkinci dünya savaşının sonunda Gestapo Yahudi Ofisi yöneticisi olarak nihai çözüm olarak adlandırılan Nazi rejiminin soykırım planına Avrupa'da bulunan Yahudileri toplayarak ve imha kamplarına göndermekle görev yapmıştır. Eichmann; yargılaması sırasında mahkemede kendisinin yalnızca yasalara uygun davrandığını ve devlet tarafından kendisine verilen görevleri yerine getirdiğini iddia eder. Eichmann’ın kullandığı kelimeler, cümleler tamamı ile basit, sığ ve bürokratiktir. Eichmann'da yer alan tek büyük duygu; kör bir itaattir. Nitekim; Czentovic de kitapta bütün bu kibrinin, hırsının, galibiyet aşkının arkasında kör bir itaat vardır. Bu itaatsizlik; hayatında başarabildiği tek şey olan satranca karşı olan itaatidir. Kitapta; satranç bir anlamda da mücadeleyi, hayatta kalmayı sembolize etmektedir. Czentovic; toplumda var olabilmek, saygi duyulabilmek, kazanabilmek ve hatta bir tek şey de olsa başarabilmek için satrançta kendisini bulmuş, kendisini satranca adamıştır. Dr. B. ise; insanlık onurunun hiçe sayıldığı, erdemlerin yok olduğu ve hapsedildiği o küçük odada, hayatta kalmayı ve akıl sağlığını korumayı satranç sayesinde yapmiştir. Satrançtaki Czentovic ile Dr.B. arasında geçen maç aslında Hitler Almanya'sı ile Avrupa'daki insanların yaşadığı savaşı sembolize etmektedir. Belki de insanlık o dönemde yaşadığı zulümler ve mağduriyetlere dayanabilseydi ve cesaret edebilseydi, Nazi rejimine karşı çıkabilirdi. Ancak Dr. B. kitabın sonunda yaşadıklarının etkisiyle ve zulme karşı boyun eğmesi sebebiyle oyundan çekilmek zorunda kalmıştır. Dr. B. aslında; Hitler ve Nazi rejiminin çöküşünün bir öngörüsüdür. Dr. B. ; zulme uğrayan insanların eninde sonunda Hitler'e karşı galip gelebileceğinin bir umududur. Ancak kitap boyunca beslenen ve büyütülen bu umuda rağmen, Zweig'ın intihar etmesinin arkasında olan karamsarlık duygusu nedeniyle maalesef Dr. B. zafere ulaşamadan savaştan çekilmek zorunda kalır...
Satranç
SatrançStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020238.4k okunma
·
377 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.