Gönderi

Çileciliğin Sonuçları
Çileciliğin kaçınılmaz sonucu olarak insanda, bedenine ve onun ihtiyaçlarına karşı patolojik bir ilgisizlik, duyarsızlık oluşur; daha da ötesi, uzun yıllar kafeste kalan bir kuşun kafesine duyduğu nefret gibi, bir nefret hali gelişir. Böyle bir kişi, dünyayı bir eziyet yeri, hayatı anlam sız ve ağır bir yük, dünyevi tüm ilişkileri esaret ilişki i olarak görür. Açıkçası, bu tip düşünceler uygarlığı temelinden sarsar ve bu düşünceler hangi medeniyet olursa olsun, o medeniyeti çürütür. İşrakilik veya mistisizm gibi dünyaya olumsuz bakan düşünceler ile bir toplum veya bir medeniyet inşa etme imkanı yoktur. Duyumculuk ve ruhçuluk (spiritualism) karşıtlık üzerine konumlanmışlardır, bu açıdan ikisi arasında büyük bir fark vardır; duyumculuk kendi uygarlığını kolayca oluşturabilir ve sürdürebilirken, diğeri uzun insanlık tarihi boyunca çok kısa bir süreliğine veya küçücük bir toprak parçasında bile uygar bir yaşam alanı geliştirememiştir. Aslında işrak felsefesine inananlar, hayatlarını maddi ve duyumsal prensiplere göre yaşamışlardır. Dış ilişkilerinde işrakiligin ve ruhçuluğun prensiplerini yansıtamayan bu kişiler, materyalizm lehine ruhçuluktan ödün vererek uzlaşmak zorunda kalmışlardır. Çilehanelerinde mistik bir yaşam sürmüş, ancak siyaset sahnesinde kelimenin tam anlamıyla materyalist ve duyumcu olmuşlardır. Bir yandan Budizm'in samimi ve ateşli savunucusu, diğer yandan büyük yönetici ve acımasız bir fatih olan Hint hükümdarı Asoka, zıtlanın sentezine en güzel örneklerden biridir. Roma İmparatoru Konstantin, o zamana kadar azizleri ve misyonerleri tarafından mistik ve ruhsal bir öğretiye dönüştürülmüş olan Hıristiyanlığı kabullendiğinde, aynı çelişkiyi benimsemek zorunda kalmış; Hıristiyan spiritüalizminin bünyesine, putperest Roma'nın materyalizmini ve cahiliyesini aşılamıştı. Ancak bu eylem arzulanan sonucu doğurmadığı gibi, gelişmeler aksi yönde başlar. Bu mistik öğretinin yaşam tarzı yaygınlaşmaya başladığında Roma medeniyeti çatırdamaya ve gerilemeye, toplum ve uygarlık yavaş yavaş çürümeye başlar, Roma Barışı (Pax Romana) dağılmaya yüz tutar. Toplum kendisinde karşı koyacak derman bulduğu bir anda, bu bağnaz mistisizme karşı şiddetli bir reaksiyon gösterir ve kavga materyalizmin zaferiyle sonuçlarur. Yeni düzen mistisizimle diyaloğa girmeye ya da onunla birlikte yaşamaya tolerans göstermez. Uygarlık bağnaz mistisizmden, fanatik materyalizme evrilir. Kısaca Avrupa'nın hikayesi budur. Hıristiyanlık, (birinci derecede Yeni Platoncu mistik öğretilerin etkisi, ikinci olarak azizlerinin cehaleti ve kutsal metinleri tahrif etmelerinin bir sonucu olarak) aşırı bir ruhbanlık anlayışına dayalı, insan fıtratını dejenere eden bir sistem haline gelmişti. "Evlilik hayatı büyük bir günah; kadınlar dünyanın bir laneti ve dini kemale erdirmenin önündeki en büyük engeldir" görüşü, bu dinin kabul gören normlarıydı. En ünlü teologları kadınlardan uzak kalmayı ve bekarlığı hararetle savunan vaazlar verdiler. Ortaçağ'ın en büyük keşiş ve rahipleri, ıssız manastırlarında eğitmek üzere, ana kucağından çocuk kaçırmayı övünç vesilesi yaptılar. Tanınmaz hale getirilmiş Hıristiyanlığın aşırılıklarına dair hikayeleri, ölçüsüz ve medeniyete karşı saldırgan tutumları, vücutlarına işkence edip kişiliklerini aşağılamaları, yaratılışa uymayan kederli riyazet söylemleri, rahiplerin vahşi hayvanların mağaralarında, kuyularda ve dehşetengiz mezarlıklarda sürdürdükleri yaşamları, çıplak vücutlarını uzamış saçlarıyla örtmeleri, hayvanlar gibi ellerinin üzerinde yürümeleri, yemek niyetine otla beslenmeleri, uzun süre tek ayak üzerine durmaları gibi tüyler ürpertici ve insan vicdanını yaralayıcı pek çok husus Leckyl tarafından ayrıntılı bir şekilde dile getirilmiştir. İnsanlığı uyuşturan ve medeniyeti felç eden bu hastalıklı düzenin bir sonucu olarak, bağnaz Hıristiyanlığın egemen olduğu her bölgede uygarlığın temelleri sarsılmıştı; hastalıklar, ölümler, kıtlık ve açlık yaygınlaşmış, bilginin yok olmasına ramak kalmıştı; kentler boşalmış, hayat belirtileri azalmış, cehalet, barbarlık ve karanlık bütün bir Hıristiyan dünyası üzerine kabus gibi çökmüştü. Ortaçağ Avrupası'nın adı artık "Karanlık Çağ" olmuştu. Bu duruma bir tepkinin doğması kaçınılmazdı. Nitekim, on dokuzuncu yüzyılda mistisizm ve ruhbanlığın son yenilgisini almasıyla, aç kalmış bir garibanın yemeğe saldırması gibi, Avrupa, materyalizmin üstüne kapaklandı. Avrupa'nın materyalizmi, yüzyıllar boyu Hıristiyan din adamları ve keşişlerin tolere ettiği zulümlere karşı acı çeken bir insanlığın intikamı idi. Fakat bu reaksiyon, insanlığa karşı gerçekleşen bir başka zulme dönüştü. İkisinden hangisinin daha acımasız olduğunu, insani değerlere hangisinin daha çok zarar verdiğini söylemek gerçekten çok zor. Avrupa'nın doğal olmayan bu duruma da ne zaman başkaldıracağını, mevcut vahşi materyalizme ve mekanik yaşam tarzına karşı ne zaman ve nasıl reaksiyon göstereceğini ve nereye evrileceğini öngörmek gerçekten çok zor.
Sayfa 69 - MahyaKitabı okudu
·
143 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.