Gönderi

110 syf.
·
Not rated
·
Read in 25 hours
Zeki Demirkubuz'un En Kallavi Hatasıdır Yazgı.
Kafa karıştırıcı bir başlıkla girmek pek adetim değildir, ancak ballı avokadomun beni Mubi'ye dadandırdığı günden beri neredeyse bütün Zeki Demirkubuz filmlerini izledim. Yazgı da onlardan biriydi. Böylesine vasat, böylesine bitmesini iple çektiğim bir Demirkubuz filmi izlememiştim. Demirkubuz'un karakterleri bu filmde gerçekten verilmek istenilen duyguyu iletemiyorlardı. Berbat bir oyunculuk ve berbat bir senaryo, bu yüzden ne zaman Mubi'de Yazgı'ya denk gelsek, her seferinde istemsizce ''Bir cacık yok bu filmde'' diye filmi yermekten kendimi alıkoyamıyordum. Gelelim Albert Camus'nun 57 yılında Nobel almasına sebep olan ''YABANCI''ya ve Zeki abimizle bağlantısına: Ben yine kronolojik okuma merakıyla A.Camus'a Yabancı ile başladım. Mükemmel bir tercihmiş, geç bile kalmışım. Kitabın ilk 20 sayfasında öykülemelerdeki bu sahneler nereden tanıdık geliyor diye düşünürken, kitaptaki Raymond karakterinin, Yazgı'daki Engin Günaydın'ın canlandırdığı karakter olduğu fikri bir anda beliriverdi. Bir hışımla Mubi'ye baktığımda ise, oyuncular arasında Albert Camus'nun fotoğraf ve ismini de görüp, bu durumu netleştirmem içime su serpti. Bu sebeple, kitabı okurken, filmle bağlantı kurmaktan kendimi alıkoyamadım. Ama yinelemek istiyorum ki, Zeki abi Albert Camus'a haksızlık etmişsin! Meursault, ana karakter. Kitabın ismini aldığı gibi, yabancı. Dünyaya, küresel ahlaka(Evren uçsuz bucaksız ve tam olarak keşfedilemediğinden yaşama ihtimali kuvvetle muhtemel olan başka canlılara haksızlık etmemek adına burada ''evrensel ahlak''deyimini kullanamayacağım) ve insanların ''olması gereken'' olarak sınırladığı tüm insan davranışlarına, yabancı. Bu yabancılığı öylesine içselleştirmiş ki, okurken bunun nasıl olabileceğini sorgulamıyor, direkt karakterin yerinde hissedebiliyorsunuz ve ne doğru ne yanlış septik bir düşünce haline giriyorsunuz. Öyle ki karakter, bu uyum sağlama çabasını şöyle dile getiriyor: ‘’Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü çaba sarf ettiklerini kimse bilmez.’’ Karakterin bu olağandışılılığı, annesinin öldüğünü öğrendiğindeki tepkisi ile başlıyor. Cenaze’yi defnetmeye gidişindeki üşengeç tavırları, annesinin tabutuna yaklaştığında onu görmek istemekten vazgeçişi, cenazeye katılanlar kadar üzülmediğini davranışlarıyla gösterişi ve annesinin cenazesinde olmak yerine kırlarda geçiremediği için içerleyişi. Tüm bunlar başlı başına dış dünyaya nasıl yabancılaştığını gösterirken, öte taraftan sorgulamaya sebep birçok konuya itiyor: ''Marcel Proust’un acı olay gerçekleştiğinde mi acıdır, yoksa zaman aktığında şeylerin yokluğunu hissettiğimizde mi acıdır?’’, ‘’ olayları normalin dışında tepki vererek göstermek, bireyi insani duygulardan soyutlamak demek midir?’’ ya da ‘’Ya normal olan anormal olan ise?’’ Tüm bunlar roman boyunca peşimi bırakmayan sorulardan yalnızca birkaçıydı. Spoiler vermeden ilermeyi isterim ancak, spoiler kaygısı olmayan bilinçli okur kitlesinin incelemeyi dikkate değer göreceğini düşündüğümden olacak ki, böyle bir kaygıya düşmenin konuyu özümsemenin dışında bir hal alacağını biliyorum. Bu yüzden spoiler kaygısı olanlar buradan sonrasını okumasınlar. Meursault, bir gün işlediği bir cinayetten ötürü tutuklanır. Ancak bu cinayet bir meşru savunmayı içerir ve sınırın korku ve telaş olmaksızın aşıldığı bir cinayete dönüşür. Ancak Meursault, kesinlikle bu cinayeti planlı işlememiştir. Mahkemede onu savunan avukatı bunu ispat etmeye ve indirim almasını sağlamaya çabalar. Fakat işler hiç umulduğu gibi gitmez. Çünkü duruşmalarda Meursault’un işlediği cinayetten çok, annesinin cenazesindeki duygusuzluğu vurgulanır durur, bunun için şahitler getirilir ve savcı oldukça sert bir üslupla, ‘’annesinin ölümüne üzülmeyen adamın, soğukkanlılıkla her türlü suçu işleyebileceği’’ düşüncesiyle mahkeme heyetini ikna etmeye çalışır. Burada Meursault’un iç sesi aynen şöyle diyordu; ‘’Ne var ki sıradan bir adamın niteliklerinin nasıl olup da onun suçlu olduğuna dair çok kuvvetli delillere dönüştüğünü pek anlayamıyordum.’’ Ve Mersault ekliyordu: ''Davamı beni işe karıştırmadan görüyorlardı sanki. Her şey ben araya giremeden olup bitiyordu. Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu. Bazen içimden herkesin sözünü kesip ‘’Bir dakika, burada sanık kim? Sanık olmak önemli bir şey. Benim de söyleyeceklerim var!’’ demek geliyordu. Ama şöyle bir düşününce, söylenecek bir şeyim yoktu aslında. '' Meursault’un yaşadığı dış dünyaya böylesine yabancılaşmasının nedeni neydi? Böylesine davranışları bizlere garip gelen bu adamın iç dünyasını bütün çıplaklığıyla gösteren Albert Camus bunu nasıl bu kadar başarılı yapabiliyordu? Duygularını bu kadar gizleyen, konuşması gereken yerlerde suskunluğa bürünen, mahkeme salonundan çıkacak kararı merak etmeden hücresine dönüp uyumayı hayal ederek hayattan böylesine kopmuş bu karakter, giyotin cezasına çarptırıldığını duyduğunda kendini dizginleme yöntemlerini neden tercih ediyordu? Kendini neden hep kötüye hazırlıyor ve iyinin mutluluk getireceğini önemsemiyordu. Albert Camus beni fazla büyüledi. Demirkubuz’u affedemiyorum ama. Sağlıcakla.
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2021112.1k okunma
·
249 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.