Gönderi

savaşların fitilini ateşleyenlerin müslümanlar olduğu görüşü hakkında
Siyer kitaplarını okuyan müslüman gençlerin çoğunun kafalarına, Rasülullahin (s.a) Kureyşin Medine yakınlarından geçen kafilelerini gördüğü zaman Kureyş'e karşı savaş açtığı portresi açık olarak yerleşmiş durumdadır. Özellikle bu kafile Ebu Süfyanin kafilesi olduğu için savaş açtığını zannederler. Siyer kitaplarının yazarları da bu hücuma gerekçe olarak, Ku­reyşin müslümanların mallarını selbetmesi ve onları yurtların­dan çıkarmasını göstermek zorunda kalmışlardır. Onlara göre müslümanlar kendilerinden selbedilen malları geri almak için savaşı başlatmıştır. Çünkü asıl hak sahibi onlardır. Burada ha­taya düşülmesinin nedeni kaynak kitap olarak sadece İbn Hişâm'm Siyer’ine itimad edilmesidir. Halbuki, bu siyer, Rasülullah'ın (s.a) hakkında vârid olan ve Kütüb-ü Sitte'ye (Altı mu- temed kitab) ve güvenilirlik yönünden İbn İshâkin Siyer'inden daha kuvvetli kabul edilen diğer hadis kitaplarına bağlı olarak ele alınsa, bu portrenin tamamlanması mümkündür. Beni bu şekilde düşünmeye sevkeden; Ebu Dâvud'un Sünen'inde, Kureyş hakkında rivayet ettiği şu hadisedir: Kureyşliler Medine'nin lideri olması sıfatıyla Abdullah bin Ubey bin Selül'e bir yazı göndermiş ve: “Siz bizim düşmanımız olan Muhammed'i barındırdınız! Allah'ın adına yemin ederiz ki, ya onunla savaşır onu yurdunuzdan çıkarırsınız, ya da toplu hal­de sizin üstünüze yürür, içinizde savaşmaya gücü yeten herkesi öldürür ve kadınlarınızı mubah kılarız” diyerek kendisini tehdid etmişlerdi. Bu tehdid Yesrib halkı ve onların liderleri içindi. Muhacirlere de: “ Bizi atlatıp Yesrib'e kaçmanız sizi aldatma­sın. Gelip yurdunuzun ortasında kökünüzü kazıyacağız ve hepi­nizi yerle bir edeceğiz” diye bir yazı göndermişlerdi. Kureyş'in yöntemine bakacak olursak bu onlara göre hiçte anormal bir şey değildi. Suikast düzenleyerek herkesin ortasın­da Rasülullahi (s.a) öldürmeye karar verenler onlardı. Rasülullah'ı (s.a) himaye etmeye çağıran sesleri susturanlar onlardı. Rasülullah'a (s.a) ve onun ashabına doğrudan karşı koymaya cüret edemiyorlardı. Aynı zamanda Kureyş, müslümanlarının Yesrib'e akın ettiklerini görünce kuvvet kullanmak suretiyle gücü yettiklerini hicretten alıkoymuştu. Bununla da yetinme­miş, Ayyaş bin Rabiâ, Velid bin Velid ve diğerleri gibi, muhacir­lerden bazılarının peşlerine adam göndererek onları zorla geri döndürmüşlerdi. Kureyşin savaş mantığı, İslâm ve müslümanlara karşı olan cahiliye mantığı hakkında bize bir fikir vermektedir. Müslümanların bir yerde karar kılmasına müsaade etme­miş, hiç bir bölgede onları güven içerisinde bırakmamış ve yer­leşmelerine izin vermemişlerdi. İslâm kuvvetinin günün birin­de mutlaka kendilerini etki alanına alacağını biliyorlardı. Gü­nümüzün İslâmi hareketi de bu olguyu devamlı olarak gözönünde bulundurmalıdır. Mücadele alanından uzaklaştığı za­man kendini güvende hissetmemeli veya onları atlatmakla cahiliyeyle olan savaşının bittiğini zannetmemelidir. İslâmi hare­ketin bugünkü durumu, bu görüşü desteklemektedir. İslâm davetçileri tâğuta komşu olan bir devlette toplandıklarında, tâğut aradaki sınırı aşarak gücünün yetebildiğini öl­dürmekten veya bunu denemekten sakınmamıştır. Hatta bazı kritik zamanlarda sınıra askeri birlikleri yığarak, bu devlete karşı savaşma girişiminde bulunmuştur. Bütün dünyada, İslâmi hareketin gençlerini banndıran veya onlara eğitim ve hareket imkânı sağlayan devletlere karşı savaş açılmaktadır. “Savaştan başka bir seçeneğimiz yoktur” Bunu Küreyş'li kafirler ilk olarak İbn Ubey'e, sonra da ikinci olarak müslüman muhacirlere belirtmişlerdir. Medine'nin yönetici kadrosundan, müslümanları tard etmelerini veya öldürmelerini taleb etmiş, aynı zamanda müslümanlara karşı verdikleri savaşta tek çözüm yolunun müslümanların hepsini kökünden kazımak oldu­ğunu belirtmişlerdir.
170 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.