Gönderi

152 syf.
·
Not rated
·
Liked
Bu üçüncü Thomas Bernard. İlk ikisini –odun kesmek, beton- 2019 yılında peş peşe okuduktan sonra aralıklarla okunması gerektiğine karar vererek kendisinden ayrılmıştım. Hiçbir şey değişmemiş, Thomas hala aynı. İnsanın ‘Hiç kendinden sıkılmıyor musun Thomas?’ diye sorası geliyor. Kitaplarının benzerliği yüzünden sadece bu kitap özelinde yazmaktansa çarpıcılığı bakımından Thomas Bernard yazınından bahsetmek daha mantıklı. Hem geri dönüş yaparsam kendim için hem de ilk kez Thomas Bernard okuyacaklar için. Özgün olanı diğerlerinden ayırıp onun üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Burada özgün olan ise Thomas Bernard’ın kullandığı form, biçem ve düşünce şekli. İlk kez Thomas Bernard okuyacaklara tavsiyem kendilerini roman okumak yerine ‘1 garip denemeler bütünü’ okumaya hazırlamaları. Daha önce tanışmış olanlara ise bu kitapta diğerlerinden farklı olarak Thomas Bernard’ın özgür düşüncenin önünü açmak adına deha düzeyinde algılanan birçok sanatçıya saldırarak “hayranlık” olgusunu paramparça ettiği ön bilgisini verebilirim. Anladığım kadarıyla Thomas Bernard yazmaya başlamadan önce ilk saldırılarını klasik anlamda bildiğimiz roman türüne yapmış. Onu eğip bükerek, farklı bir şekil vererek, düşüncelerini ve becerilerini en iyi yansıtabileceği form haline getirmiş. Bu formu da bütün kitaplarında kullanmış. Thomas Benard’ı benzerlerinden ve kimi taklitçilerinden ayıran yönü: Her anlatıda farklılaşarak amorflaşmadan kendi formuna sadık kalması. Thomas Bernard kitaplarını bölümlere ayırmamış ve paragraf kullanmamış. Düşünce akışı ve aktarım yekpare bir bütün halinde karşımıza çıkıyor. Tek paragraf. İlk kez okuyanlar anlam vermekte zorlanabilir -anlatımda sık sık tekrarlara baş vuruluyor. Söylenene göre bu tekrarlar müzikalite ve şiirsellik taşıyormuş. Biz çeviri okuduğumuz için ne yazık ki bu sesleri zihnimizde işitmiyoruz. Evet ne yazık ki, metinsel bütünlüğü yakalayamıyoruz. Tekrarlar füg, anlatım formu da yine bir müzikal forma benzetilerek tasarlanmış olabilir. Ayrıca tekrarlar anlatımda kullanılmayan bir nevi paragraf görevi de görüyor. Ben başlangıçta tuhaf da bir zevk alarak; ısrarla, bu tekrarları okuyarak ilerlemeyi denesem de bir yerden sonra insan sıkılıyor. Aynı cümlenin öğeleri, biçimi yer değiştirilerek oluşturulmuş dört-beş tekrarını okumanın mantıklı hiçbir tarafı yok. Tekrarları hızla seçip ayırt ederek okumaya devam ettim. Daha önce de böyle yapmıştım sanırım. Alışılmışın veya süregelenin aksine diyelim; sizi alıp götürecek, kitaba bağlayacak bir olay örgüsü de bulunmuyor. Sadece düşüncenin ilerleyiş istikametinde bazı yaşanmışlıkları aktarmakla yetiniliyor. Yine belirginleşen, temayı şekillendirecek bir konusu da yok kitapların. Fakat her biri başlı başına bir deneme yaratabilecek çok sayıda konu var kitapların içinde. Okuduğum üç kitaba bakarak Thomas Bernard’ın kitaplarında yer alan temel unsur kendi memleketi Avusturya’ya olan nefreti diyebilirim. Bu ısrarlı saldırış, süregelen nefret, beraberinde yerellik algısı yaratsa da Bernard’ın bilinçli seçimi bu. Tümevarımsal bakış açısının altını çiziyor. Kitap ve tabii ki kitaplar mekan yönünden de bildiğimiz romanlara aykırılık sergiliyor. Ana mekanın dahi nasıl bir yer olduğu anlatılmıyor, zaten kitap boyunca fazlaca mekânsal ayrılık yaşamıyorsunuz. Bazı yaşanmışlıklar anlatılırken gittiğiniz mekanlardan hızla ayrılıyorsunuz. Mekan olmazsa betimleme olur mu? Elbette o da yok. Thomas Bernard bu betimleme işine kökten karşı. Betimleme yapan yazarlarla dalga geçiyor. Diyelim ki bir orman. Okuyucu ormanı bilmiyor mu da sen sayfaları bununla dolduruyorsun diyor. Çoğunlukla yapılanı da betimle değil süsleme olarak değerlendiriliyor. Roman türüne ait bu kadar yokluğun içinde romanı yeniden var ediyor Thomas Bernard. Deneme türünün içine anlatıcıyı ve çevresindeki bir-iki kişiyi katarak. Bu tavrın arkasında romana karşı geliştirilmiş ironik bir yaklaşım var mı, bilmiyorum. Fakat ben bu kitabın anlatıcısını ve roman kişilerini sevdim. 36 yıldan fazla sanat tarihi müzesine gidip aynı bankta oturup aynı tabloyu seyreden sanat eleştirmeni Reger, 35 yıldır müze bekçiliği yapan devlet ölüsü Irrsigler ve 20 yıldır aynı felsefi eser üzerinde çalışan ve yazdığı eseri yayımlamayan anlatıcımız Atzbacher. “Tamamlanmış bir resim yoktur ve tamamlanmış bir kitap da yoktur ve tamamlanmış bir müzik parçası da yoktur, dedi Reger, gerçek bu ve benim gibi bir kafanın, ki bu ömür boyu kararsız bir kafa olmuştur, varlığını sürdürmesini sağlayan bu gerçektir. Kafanın arayan bir kafa olması gerekir, hataları, insanlık hatalarını arayan bir kafa, başarısızlıkları arayan bir kafa. İnsan kafası insanlık hatalarını aradığı zaman gerçekten bir insan kafasıdır. İnsan kafası insanlık hatalarını aramaya koyulmadığı takdirde insan kafası olmaz, dedi Reger.” Thomas Bernard’ın kitaplarına yansıyan muhalif anlayışı kısmen bu alıntı anlamlandırabiliyor ama bütünü ifade etmekten de uzak. En basit anlatımla yarısına kadar dolu bir bardak düşünelim. Bardağın dolu tarafını görmenizi söyleyenlerce ‘çizilmek istenen dünyaya’ itiraz ediyor Bernard. Yansıttığı eleştiriyle, öfkeyle, sürekli hale getirdiği nefretle sesini yükselterek boş tarafını işaret ediyor. Bu şekilde boş tarafı somutlayarak unutmanızı engelliyor. Bu kadar mı? Hayır değil. Size bardağın yarısının dolu olduğunu göstermek için yapılanları anlatıyor. Ne derece iki yüzlü, sahtekarca yaşadıklarını, bulabildikleri en ufak statü belirtecini dahi kullanıp menfaat üreterek kalabalıklaştıklarını nefretle yüzlerine çarpıyor. Anlıyorsunuz ki bardak hiç de yarısına kadar dolu değil, dibinde bir, iki damla ya var ya yok…. Thomas Bernard verilmek istenen statüyü reddederek kendisine yazar denilmesini istemeyen bir yazan. Kendi adıma tekrar görüşmek üzere sevgili yazan dostum Thomas diyorum.
Eski Ustalar
Eski UstalarThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 2015345 okunma
·
431 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.