Gönderi

Darağacındaki Gül
Merhaba sevgili 1000kitap okurları. Bugün sizlere 2 yıl önce yazdığım ve kimse ile paylaşmadığım küçük bir hikayeyi paylaşmaya karar verdim. Umarım ilginizi cezbeder ve beğenirsiniz. Nacizane hikayemin adı "Darağacındaki Gül". Gözlerimi yavaş yavaş açıyordum. Kafamda kaynar sular kaynıyormuşçasına başım ağrıyordu. Üstümden at arabası geçmişti sanki. Her tarafım ezilmiş ve morarmıştı. Biri kafamı kızgın demir ile dağlıyormuş gibiydi. Kafam göğe dönüktü. Tanrı bana meydan okurmuşçasına gökyüzünü güzelleştirmişti. Güneş de bütün parlaklığını bugüne saklamış gibi parlıyordu. Etrafımda olanları işitemiyordum. Ayağa kalkmaya çalıştığımda ise bütün vücudum bana meydan okudu ve bir türlü kalkamadım. Tek yapabildiğim başımı yana çevirebilmekti. Bu sırada gözüme çarpan ilk şey Ellaina oldu. Gözü ağlamaktan kızarmış, yüzü kir içinde kalmış, şaşkınlıktan da yüzü kireç gibi bembeyaz kesilmişti. Yüzünden aşağı doğru sızan göz yaşının oluşturduğu kir ve kıpkırmızı gözleri ile adeta bir hayaleti andırıyordu. Yavaşça sesleri ayırt etmeye başladığımda ise etrafımda toplanmış olan insanların sesini işittim. İnsanlar, sıkça görülen idam cezaları sebebiyle cinayetleri o kadar kanıksamışlardı ki bu durum, her gün yaşanan bir olaymış gibi doğal karşılanıyordu. Bense onu öldürenin ben olduğumu bir türlü kabul edemiyordum. Olaylar bir çırpıda gerçekleşivermişti. O anı hatırlamak istesem de beynimin içinde koca bir kara delik varmışçasına her şey silikti. Cesetten sızan kanın oluşturduğu ırmak süzülerek bana doğru geliyordu. Kan artık koyulaşmaya başlamıştı. Ortasında koyu kırmızı bir renk, çevresinde ise gittikçe açık bir kırmızı dikkat çekiyordu. Benim sebep olduğum bu vahşet karşısında insanlar büyük bir şok ve şaşkınlık içerisindeydi. İnsanların nefret dolu bakışları bana iliştiği zaman yerin dibine girmek istedim. Başımın ucunda birikmiş olan bu küçük kalabalığın, yerdeki cesedi fark ettiklerinde nefretle dolup taşan göz bebekleri bir anda küçülüyor, ardından yerini merhamet duygusuna bırakıyordu. Hemen oradan uzaklaşmak, kaçmak kimsenin beni göremeyeceği bir yere gitmek istiyordum. Bir insanın başka bir insana yapabileceği en büyük kötülüğü gerçekleştirmekten dolayı içimde büyük fırtınalar kopuyor, bu korkunç eylem öncesine ait nefretle karışık sevgi hislerim pişmanlıkla iç içe varlığını sürdürüyordu. Bütün bu his karmaşası içinde yerde kıvranırken tok bir ses işittim. Hemen ardından iki tane süvari beni sertçe yerden çekiştirerek kelepçelediler. Aniden ayağa kalktığım için gözlerim karardı. İşte o an gördüklerim… *** Kulağıma at arabasının nal tıkırtısıyla karışık tekerleklerin gürültüsü geliyordu. Varacağım yere yaklaştıkça zamanın yavaşladığını ve uzaktan duyulur duyulmaz bir şekilde seslerin kendini işittirdiğini hissetim. Hatırladığım kadarı ile bir ay geçmişti. O bir ay boyunca hiç tıraş olmamış ve yıkanamamıştım. Saçım kir ve yağ içindeydi. Hapishane şartları çok kötü idi. Günlerdir saman yığını üzerinde yatıyordum. Öyle ki kıyafetlerim parçalanma derecesine gelmişti. Hapishanede son günüm olduğu için ayrılmadan önce bana çok iyi davrandılar. Bir isteğim olup olmadığını sordular. Ne isteyebilirdim ki… Kendi ellerimle kendi hayatımı yok etmiştim. Bu uyandığımın ve pişman olduğum son anlarımdı. Hayatımın son damlalarını yaşıyordum. At arabasının içinde üç kişi yol alıyorduk. Bir papaz vardı. Siyahlara bürünmüş, orta boylu ve çok güzel yüz hatlarına sahip olmamakla birlikte esmer bir rengi vardı. Yola çıkmadan önce benim yanıma gelip “Tanrı affedicidir sen sadece dua et” demişti. Diğer kişi ise cellattı. Uzun boylu, esmer bir renge sahip, koyu gözleri ile insanlara korku salan bir çehresi vardı. *** Bütün hayatımı değiştiren o günün sabahı içimde garip bir korku vardı. Başlangıçta sebebini tam olarak sezemiyordum. İlerleyen saatler giderek korkunç bir hal alıncaya kadar. İnsan kendi hakkında önemli kararları neye göre vermekteydi? Soylu bir ailede iyi bir eğitim alarak yetişmiştim. Tek çocuktum. Büyük bir istekle gittiğim papazlık okulunu başarıyla tamamlamıştım. Aile geleneğimizde papazlık çok yaygındı, dedem ve babam da din adamıydı. Kitap okumayı seviyordum. Her konuda merakımı giderecek kitapları bulmak en büyük zevkimdi. Latince ve İbranice biliyordum. Eski kitapları rahatlıkla anlayabiliyordum. Papa tarafından şehrin çok da merkezinde bulunmayan bir kilisede görevlendirilmiştim. Günümün tamamını orada geçirirdim. Odamda kitap okur ve gelen ziyaretçiler ile ilgilenirdim. Odam, orta boylu birisinin bile eğilmek zorunda kaldığı bir kapıya sahipti. Odaya girildiğinde ilk dikkat çeken şey bir şömineydi. Hemen sağ tarafta kocaman bir kitaplık vardı. Kitapların hepsi deri ciltli, bazısı tozlanmış ve yırtılmıştı bu durum kitaplara ayrı bir hava katıyordu. Kitaplığın karşısında ahşap bir masa, sol tarafında küçük bir yatak vardı. Masanın üstü her zaman dağınık oluyordu. Bugün yine eve gitmek yerine kilisede kalmaya karar vermiştim. Son zamanlarda beni oldukça dalgın ve düşünceli hale getiren bir ruh hali içindeydim. Yaşadığım duygular uykularımı oldukça azaltmıştı. Uyumak uzun zamandır benim için sadece yoğunluktan sızmaktan ibaretti. Öyle bir sabah vakitlerinden birinde gözlerimi açtığımda. Yavaşça ayağa kalkarak aşağı doğru indim. Kilisenin büyük kapısını açınca içeriye doğru bir hava akışı oldu. Birden yüzüme çarpan soğuk havanın etkisiyle kendime geldim ve dışarı bakmaya koyuldum. Güneş Paris’in üstünden yavaşça süzülerek ortaya çıkıyordu. Ortaya çıkan görüntü adeta insanı büyüleyen bir manzara portresini andırıyordu. Kırmızı ve turuncu ile karışık bir renk, onun üstünde çok hafif bir sarı ve arkasından gelen bir açık mavi tonları insanın gönlünü rahatlatan bir cinstendi. İnsanlar hareketlenmeye başlamıştı. Dilenciler her zamanki yerini almış, satıcılar tezgahlarını yerleştirmişti. Meydana doğru küçük bir yürüyüş yapmaya karar verdim. Meydana vardığımda ise artık güneş kendini ortaya çıkarmış ve insanın içini ısıtan bir sıcaklık ile ışıldıyordu. Meydan iyice kalabalıklaşmıştı. İnsanlara idam edilecek mahkumlar ve saatleri söyleniyordu. Herkes kendi arasında konuşuyor ve idam edilecek kişinin suçunu tahmin etmeye çalışıyorlardı. Tekrar kiliseme döndüğümde ise bir adamın etrafında birçok kişinin bulunduğunu gördüm. Merak ettim kendi kendime ve bu yüzden adamın yanına gittim. Çok tanınan biri olduğu kesindi ama ben neden tanımıyordum onu? Adama yaklaştım ve çok nazikçe selam verdim. Aynı şekilde selamımı aldı. Biraz konuştuktan sonra bu adamın adının Emmanuel olduğunu ve soylu bir esnafın soyundan geldiğini öğrendim. Buraya yeni taşınmışlar. O yüzden insanlar ile tanışmak için meydana çıkmıştı. Benim kiliseme de uğrayıp benle tanışmak istemiş. Hemen odama buyur ettim kendisini. Önde ben yürüyordum. Kapıyı açarak ilk onun girmesini istedim. Ona bir sandalye çektim ve karşısına oturdum. Kısa bir hal hatır sorma işinden sonra bana nazikçe sorular sormaya başladı. Elimden geldiğince cevaplamaya çalıştım. Sordukları sorulardan anladığım kadarıyla felsefeden az çok anlıyordu. Doğal olarak merak ettikleri şeyler vardı. Bende merakını gidermek için çabaladım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama çok hoş vakit geçirmiştik. Vedalaşma anında beni yakın zamanda evinde ağırlamak istediğini söyledi. En kısa zamanda bu davetine iştirak edeceğimi dile getirdim ve ayrıldık. Ayrılmamızdan bir hafta geçmişti. Ben bu süre zarfında gündelik işlerimi yapmaya devam ettim. Aynı zamanda Emmanuel ile görüşmek ve onunla biraz daha sohbet etmek istiyordum. Bu yüzden bu sabah erkenden evine gidip Emmanuel ile konuştum. “ eğer izniniz olursa size olan ziyaret borcumu bu akşam yemeğine katılarak ödemeye çalışayım” dedim. Emmanuel memnuniyetle kabul etti. Akşam yemeği için hazırlandım ve yola çıktım. Emmanuel’in evi çok uzak değildi. Yürüme ile 15 dakikamı alıyordu. İşte evine varmıştım. İki katlı bir evde oturuyorlardı. Bahçesi çok büyük değildi ama dönemine göre gayet yeterliydi. Kapıda kâhya beni karşıladı ve kapıya kadar götürdü. Emmanuel ailesi bütün güler yüzlülüğü ile karşıladı ve buyur etti. Yemek vaktine kadar kütüphanesinde zaman geçirdik. Kütüphanesi çok büyüktü. Her tarafı kitaplar ile kaplıydı. Esnaf olmasına rağmen bu kadar kitabı nasıl biriktirdiğini sordum. Babasından kalma olduğunu söyledi. Demek aile boyu okumaya meraklı kişilerdi. Yarım saat kadar sonra kapıdan bir hizmetçi çıka geldi ve sofranın hazır olduğunu bildirdi. Sofra göz doyuracak cinstendi. Bütün aile fertleri beni ayakta karşıladı. İki kızı vardı Emmauel’in. Kızlarının güzelliğini önceden dolaşan dedikodular sayesinde duymuştum ama yakından görme fırsatı bulamamıştım. Gerçekten dedikleri kadar varmış. Hele büyük kızı Ellaina çok güzeldi. Ay kadar saf yüzü, güzel yüz hatları ve gül rengindeki dudakları ile beraber bütün ihtişamıyla parlıyordu. Ne kadar yemek yerken ona bakmamaya çalışsam da gözüm ona kayıp duruyordu. Fazla dikkat çekmemek için Emmauel ile konuşmaya çalıştım. Benim için çok zor geçen bir ziyafet olmuştu. Yemekten sonra hep beraber kahve içtik ve sohbet ettik. Ellaina’nın konuşması o kadar zarifti ki bülbülün şakımasını andırıyordu. Yavaş, sessiz ve kelimeleri seçe seçe konuşuyordu. Bu kahve faslındaki sohbetinden anladığım kadarıyla yeteri kadar bilgiye sahip biriydi. Sadece konuşurken onla göz teması kurmaya çalıştım. Diğer taraftan hep Emmanuel ve eşi ile sohbet ettim. Buluşmanın üstünden iki hafta geçmişti. Ne kadar kendimi o kızı sevmediğimi söylemeye çalışsam da bir türlü bunu kendime kabullendiremiyordum. Çok çabaladım. Ne zaman aklıma gelse hep kitap okumaya çalıştım ama bir türlü kendimi kitaba veremiyordum. Sanki sayfalar arasında o eşsiz güzelliği ile dans ediyordu. Bir türlü peşimi bırakmayan bir hayalet gibiydi. İlk hafta sadece odamda bir o yana yatarak bir bu yana yatarak geçirdim. O hafta boyunca bu aklımdaki düşüncenin gerçek mi yoksa gelip geçici bir duygu mu diye düşündüm. İkinci hafta bir işle uğraşarak bu düşünceyi aklımdan çıkarmaya çalıştım. Başarılı oldum da ama bu çok uzun sürmedi. Gündüzleri peşimi bırakmadığı yetmez gibi geceleri de rüyama giriyordu. İçimdeki aşk duygusu kavuşunca bitecek türden bir aşk değildi. Bir araya geldiğimiz zaman daha çok alevlenecek cinstendi. Bütün bunları düşünerek uyudum. O pazar gecesi farklı bir hissiyatla yatağa girdim. Pazar ayinine Emmanuel ailesinin bütün bireyleri katılmıştı. Ben onu düşünmemeye çalıştıkça inatla karşıma çıkıyordu. Benim onu bir kere görmem demek bin kez daha görme isteği demekti. O Pazar ayin çıkışında Emmanuel ile biraz sohbet ettim. Sonrasında ise Emmanuel işinin olduğun söyleyip ayrıldı. Ben de evine kadar Ellaina’ya eşlik etmek için yola çıktım. İlk sohbeti başlatan o oldu. Bana ne kadar süredir bu görevi yaptığımı sordu. 6 sene olduğunu söyledim. Biraz suskunluk oldu. İki tarafta konu bulamıyordu. İlk sözü Ellaina başlattığı için sanki bana artık sıra sende der gibi hali vardı. Ben de hemen söze başlama gereği duydum. Babanız buraya gelmeden önce nerede kalıyordunuz? Buradan önce pek çok yerde kaldık. Babam burada da kalıcı değil sanırım. Kalıcı olmadıklarını öğrenince çok üzüldüm. Bir iç çeksem dağlar yıkılırdı resmen. Yine konu bulamamıştım ki atlı bir asker yanımıza yaklaştı. Adamın üniformasının omuzunda üç tane yıldız olduğundan yüzbaşı olduğunu anladım. Uzun boylu, sert yüz hatlarına sahip, buğday tenli ve yakışıklı bir adamdı. Üstüne cuk oturmuş üniforması ile genç kızların gönlünü çalacak bir adamdı. Atından indi ve Ellaina’nın elini öptü. Kendisini tanıttı ve bir ağız dolusu övgüleri, iltifatlar yağdırmaya başladı. En sonunda atını yanındaki askerlerden birine bırakarak Ellaina’nın evine kadar eşlik etmeye başladı. Ben buna çok dayanamadım ve onların izni ile yanlarından ayrıldım. Evin yolunu tutarken kendi kendime düşünüp durdum. Ne kadar da rahat bir şekilde kızın elini öptü. Nasıl bu kadar çok övgüler yağdırabildi? Yani ben o güzel elleri tutmak için nelerimi veremezdim ki. Tutabilsem bile oracıkta titremekten bayılırdım belki de. Aradan haftalar geçtikçe dayanılmaz bir hal almıştı içimdeki aşk duygusu. Kendimi zorlasam da bir türlü ona olan aşkımı yitiremiyordum. Bu aradan geçen haftalarda bazen Ellaina’yı takip ettim. Yine o yüzbaşı ile buluştu. Bir kere değil üç kere yaşandı bu olay. Artık dayanamıyordum. Geceleri alıma gelen yüzbaşını ortadan kaldırma düşüncesinden kendimi zor alıkoyuyordum. Uyku bana zehir olmuş durumdaydı. Bu yüzden çoğu kez kiliseye bile gitmiyordum. Artık benim hakkımda şikayetler artmıştı. Papazlıktan kovulmam an meselesiydi. Aklıma bu ıstıraptan kurtulmak için buradan taşınmayı bile düşünmüştüm. Ancak kilisemi değiştirmek istediğimi söylediğim zaman başpiskopos tarafından bu önerim reddedildi ve burada kapana kısılmış bir şekilde kaldım. Sonu gelmeyecek bir aşk kapanı. Geceleri artık kendime karşı değil iblise karşı savaş açmıştım. Kafamdan geçen düşüncelerin hepsi o çirkin iblisin eseriydi. Artık bu içimi yiyip tüketen duyguyu Elllaina’ya karşı açmaya karar kılmıştım. Bunun için resmen 1 hafta düşünüp konuşma hazırlığı yaptım. Geceleri iblisle gündüzleri kendimle tartıştım. Tamam artık gidip konuşacaktım. Sabahın ilk ışıkları ile sokağa çıktım. Hava daha tam aydınlanmamıştı. Ufuk hafif bir pembe ve turuncu karışımı bir renk ile aydınlanıyordu. Çok erken çıktığımı fark ettim. bu yüzden gökyüzünü seyretmeye başladım. Aradan bir süre geçti. Artık güneş tamamıyla kendini göstermeye başlamıştı. Ellaina’nın evine doğru yürümeye başladım. Evinin yanına vardığımda hala ortalıkta yoktu. Beklemeye koyuldum. Tanrıya şükürler olsun ki çok bekletmeden çıkmıştı evinden. Eğer çok bekleseydim belki düşüncemden vazgeçip eve gidebilirdim. Üstünde mavi bir elbise vardı. Güneş gibi sarı saçları ile mükemmel bir uyum yakalamıştı giysisi. Saçlarını iki yana doğru örmüştü. O zamanlar genç kızlar arasında revaçta olan bir saç sitiliydi. O beni fark etmemişti ama ben onun gözlerine baktıkça içinde kayboluyordum. İşte o an gelmişti artık karşına çıkıp konuşmam lazımdı. Karşısına çıktığım zaman beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Hemen uzatmadan konuya girmek istedim. Günaydın. Günaydın Mailharier. Buyurun bir şey demeye mi gelmiştiniz? Evet, seni ilk gördüğüm günden itibaren senden büyülendim. Ama bu düşüncemden kurtulmak için elimden geleni yaptım. İnzivahane, mihrap, kitaplarım… Nafile! Kitaplar arasında sürekli seni görüyordum. Seni unutmaya çalışırken bir Pazar ayininde tekrar gördüm. Bu bir felaketti çünkü seni bir kez görünce içimde bin kez görme isteği geçiyordu. Bir cehennem bayırında freni olmayan bir bisiklet gibi daha da hız ve ivme kazanarak sana doğru geliyordum. Bütün kontrolü iblise bıraktım çünkü ben senindim artık. Seni o gün takip ettim ve bir adamla konuşmana dayanamayıp eve daha bi çaresiz daha bi mahvolmuş bir şekilde kendimi evde buldum. Şu an bile sanki Meryem Ana’nın vücut almış hali gibisin. Saçlarının güneşte parlaması o güzel alnın yaldızlar ile çevrili olması beni büyülüyor hele o gözlerin sanki tanrının bakışına sahipsin bir o kadar boş bir o kadar içten. O güzel entarinin vücudunu sarışı beni benden alıyor. Şeytan beni artık avucunun içine almıştı. Oradan kurtuluş yoktu. Tek sebebi sana olan bir türlü son bulmayan seni gördükçe daha da artan aşkımdı. Bütün gün sizle nasıl bir hayat süreceğimin hayalini kurdum. Ama bunun imkansız olduğunu düşünerek buradan taşınmayı bile düşündüm ancak bana engel olan bir şey vardı. İblis sanki senin kanatlarından benim ayaklarıma ip bağlamıştı. Bir türlü seni terk edemiyordum. Lütfen bana yardım et. Sende beni sevdiğini söyle ve beni kurtar bu işkenceden lütfen. Ellaina sessizce bekledi ve yüzbaşı beni bekliyor diyerek yanımdan uzaklaştı. İşte o zaman kendimi yerde buldum. Tanrının ruhumu hemen buracıkta almasını istedim ama nafile hala hayattaydım. İçimi cehennem ateşi gibi bir hırs kaplamıştı artık o geceleri beynime hakim olan düşünceyi durdumama gerek kalmamıştı. *** Ellaina’yı takip ettim. yüzbaşı ile küçük bir parkta buluşmuşlardı. Onları nasıl birbirlerine yaklaştıklarını nasıl güzel iltifatlar ettiklerini izledim. Artık ben şeytanın kontrolündeydim. Artık ben diye bir düşünce yoktu. Ellaina ile beraber biz olamadıktan sonra ben olsam neye yarar. Evet zamanı gelmişti o kafamdaki düşünceyi uygulamaya. Benim için hayat bitmişti. Hiçbir şey düşünmüyordum. Sadece hareket ediyordum. Şeytanın bir kuklası olmuştum. Elime hançerimi aldım ve onlara doğru yürüdüm. Buraya kadar okuduysanız size çok teşşekür ederim. Umarım bu küçük hikayemi beğenmişsinizdir.
··
1,229 views
Melike görür okurunun profil resmi
Bence gayet başarılı ve güzel 👌
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.