Gönderi

128 syf.
8/10 puan verdi
«Dört Köşeli Üçgen» [Etraflıca inceleme ve spoiler içerir]
Gözlemcinin anlatımıyla cemiyetteki siyasilerden tutalım şairlere, şairlerden tiyatrocuları kadar çok güzel aktarılmış her şey. En başta gözlemcinin uyku ile ilgili söyledikleri hoşuma gitti. Uykular kimi zaman tatlıdır, kimi zaman hayat gibi acı ve hüzünlü. Hayat kervana benzer, işte uyku da o kervanın yükünü hafifleten bir araç. Uykular kısa bir süre insanların hayatı zehir etmesine izin vermiyor. Ne var ki uyanınca gözlemcinin dediği gibi; “Așı bozuluyor, kadınların erkeklere sokulması suya düşüyor, kinsizlik, kavgasızlık, öfkesizlik geride, çok geride, Yedi Uyurların mağarasında, uykuların dokusu içinde kalıyordu”. Gözlemcinin Hidayetle olan tartışması ise en sevdiğim kısımlardan oldu. Gözlemci bir düşüncenin çoğunluk tarafından kabul edilmesinin onun doğruluğunu ispatlamadığını savunuyordu ki, haklı da. Kitlenin doğru kabul ettiği yanlışlar bitmek bilmez. Kitlelerin düşünme özürlü oldukları seçtikleri siyasilerden belli. Aydınlara öldükten sonra değer verirmişcesine heykel diktikleri, fakat onları gram tanımadıkları (basit bir örnekle Atatürk) da buna ek olarak söylenebilir. “Namuslu” İsmail’in karısının onu aldatmasına inanmaması, karısının İsmaili ayıplayarak “Buraya gelmeye utanmıyor musun?” demesi olsun beni epey güldürdü, bir o kadar da olayın hayattaki gerçekliği karşısında düşündürdü. Kitabı okurken yer yer toplumun ağlanacak haline güldüğüm oldu. Aile yapısının bu denli iğrenç durumda olması beni daha da muzdarip etti, çünkü bir çoğu altı çizile çizile gözlemcinin diliyle aktarılmış. Kitabı değerli kılan da bu. İstasyondaki siyasetçinin “Ben oyumu kullanmıyorum zaten. Başkaları benim için oylarını kullanıyorlar. Hem de bol bol kullanıyorlar” demesi çoğunluğun akılsızlığını bir daha göstermiş oluyor. Şair ve yazarların entrikaları da ayrı bir ironi. Hele o gözlemciden parayı aldıktan sonra “bu akşamın yemek parası da çıktı” demeleri… “Üstad” bellenen kişiler gerçek hayatta olduğu gibi yansıtılmış. Ve de gözlemcinin Bıçakçıoğlu ile diyalogları. Tiyatro kısmında ise edebiyat kısmındaki gibi halkın akılsızlığı ile ilişki kurdum. “- Seyircilerin oyunu anlaması gerek mi? - İhhh. Ama anlamadığı kuşkusuna düşmemelidir. Her kes soytarılığa kalkışırsa seyirciler böyle bir kuşkuya kapılabilirler. - İyi ama, seyircileri hep aynı kişiler güldürürse, bu, halka usanç vermez mi? - Yanılıyorsun, seyirci rahatını arar. Beklenmedik şeyler den hoşlanmaz. - Ben böyle düşünmüyorum. Bence aslolan yeniliktir. - Otuz yıllık tecrübem var. Bu budur. Halk yeniliği sevmez”. Burada Recepin söylediklerini doğru buluyorum. Kitle akılsızlığı yüzünden yenilikten kaçar, yeniliği karalamaya yeltenir. Ve önlerine konan yemeği bana mısın demeden yer, allahlarına da şükrederler. Edebiyatda olduğu gibi tiyatroda da toplumun aslında bir şeyi anlamadığı malum. Sadece “anlamış” hissi veriliyor o kadar. Gözlemci gözlemlerin onu yalnızlığa ve bir boşluğa sürüklediğini söylüyor. Gözlemcinin timsalinde Siraküze kralları ve kulları toplumunda her düşünen insan yalnız kalıyor. Tabi gözlemci belli dönemden sonra yorulmanın da mümkünlüğünü ekliyor. Gözlemci dışında kimse derin düşünmüyor. Bunun vurgusunu ileride yoğun septik histeriyle hastalık metaforuna dönüşecek gözlemlediğim gözlemimi gözlüyorum… Kimse onu anlamadığı için septik histerilerinin varlığının ispatını bu cümlelerle dile getirişi Descartes’in “her şeyden kuşku duyabilirim, ama kuşku duyduğumdan kuşku duyamam; ne var ki, kuşku duymak düşünmektir ve öyleyse şu kesindir: düşünüyorum, öyleyse varım” varoluşsal ispat yöntemini akla getiriyor. Siraküze kralları ise favorim olabilecek bir bölüm. Kadınların da erkeklerin de kendileri olmayışı, aynı kalıplara girdikleri Kabil, Habil ve Havva sıfatları ile güzelce anlatılmış. Havvalar bir türlü ikiyüzlüdür, Kabiller de diğer türlü. Kabiller kendilerine hep Habil der, pak gibi lanse edilmeye çalışırlar. Siraküze krallarına karşı kullanılan üslup yerinde, böylece “dört köşeli üçgen” ifadesi de açıklığa kavuşmuş oldu. Siraküze krallarından kaçmanın onları yok etmediği de doğru. Fakat karşılarına başka gözlemcinin çıkması da yanlış bana göre. Siraküze kralları devrini bitirmenin yolu mahfi olarak çalışmaktan geçer. Yıllarca bu yanlış yaklaşım yüzünden binlerce aydın katledildi, ama aynı yanlış düşünce cemiyetde geçerliliğini hâlâ koruyor. Aksi halde Cesur Yeni Dünya’daki gibi iş çığırından çıkmaya doğru gidecek ki, gidiyor. Bu arada değişik sonların olması da hoşuma gitmedi değil. Bu roman bana bildiklerimi tekrar bir hatırlama imkanı sundu. Beni insanlar üzerinde daha çok gözlem yapmaya sürükledi. İnsanlar üzerinde gözlem yapmaya kitaptaki açıdan bakmamıştım, kitap bende “gözlem yapma” isteği yarattı. Belki bir kaç kez daha okusam çok farklı şeyler de bulur ve yeni düşüncelere doğru yelken açabilirim. Burada Hüseyin Cavit’in şu şiiri tam yerinde olacaktır, çevirisi bana aittir: Ne acayip sürü, yahu, bunlar, Önde rehberlik eder maymunlar. Cühela ilim, fazilet satıyor, Halkı efsunlayarak aldatıyor. Kendi ahlakı sönükken hepsi Yeltenir vermeye ahlak dersi. Sade minberde değil, çok yerde Gözü boyar hep şu karanlık perde. Hangi bir sarhoşu söyletdim, inan Bahseder, gördüm, o hüşyarlıktan. Nerede beş gölge görür ördekler Başlayıp nutka hemen saz kökler. Raksi ta’lim ediyor aksaklar, Azamet düşkünüdür alçaklar. Zevke bigâne sefiller bol bol Şiiri sanatda arar bir yeni yol. Sade dil, hisse uyan aptallar Hep siyasi kesilmiş at nallar. Bir yığın kör kılavuzluk yaparak Gösterir zulmeti aydın, parlak. Her güler yüzde ölüm, kan görürüm, Pek yakın dostları düşman görürüm. Yurdu sarmış kabalık, yaltaklık, Yükseliş varsa sebep alçaklık...
Dört Köşeli Üçgen
Dört Köşeli ÜçgenSalâh Birsel · Sel Yayıncılık · 2019580 okunma
·
1 plus 1
·
58 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.