Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

BİR BİLİM olarak iktisat kendini savunmak, bir meşguliyet alanı olarak varlığına gerekçe sağlamak, böylesi yaygınlığına bir masumi yet kazandırmak için şunları söyleye gelmiştir: İnsanın sınırsız ihtiyaçlarıyla bu ihtiyaçları tatmin edebilecek sınırlı araçlar veya kaynaklar arasında kurulması muhtemel çok çeşitli dengeleri araştırmak iktisat biliminin konusudur.Bu söylenenler muvacehesinde iktisadın bilim olup olmadığı, dayanaklarının geçerli olup olmadığı, giderek meşruiyeti tartışılabilir. Ama bu türden tartışmalara girmek niyetiyle söze başlamadım. Niyetim insanların ihtiyaçlarıyla istekleri arasındaki ilgiye dikkati çekmek. İktisatçılar niçin insanın istekleri sınırsızdır demiyorlar da ihtiyaçları sınırsızdır demek gereği duyuyorlar? Kelimenin büyüsünden yararlanmak istiyor[lar] da ondan. Üstelik, iktisatçılar karmaşık insan ilişkilerinin yürürlükte olduğu yani insanların yaşama doğrultularını büyülenme tehli kesi altında aradıkları bir dönemde ihtiyaç tan söz ediyorlar: Büyü üstüne büyü İhtiyaç gerçekten büyülü bir kelime. Kendi ihtiyaçlarımız söz konusu olduğunda sahip olduğumuz duygularla, başkalarının ihtiyaçları dolayısıyla sahip olduğumuz duygular ben zer duygular değil. İhtiyaç kelimesiyle birlik te doğa, toplum, ahlak görüşlerimiz aynı anda devreye giriyor ve gerçekten neden söz edildiğini anlama zorluğu karşımıza çıkıyor. Eğer iktisatçılar haklıysa insanın birden fazla ihtiyacı vardır ve nelere ihtiyacı olduğu sayıca sınırlandırılamaz.Gelgelelim bir ihtiyacın nerede başlayıp nerede bittiğini, o ihtiyacın sınırlarını bilemeyebiliriz; neyin ihtiyaç olduğu konusunda anlaşamayabiliriz. Öyle zaman gelmiştir ki Roma komutanlarından Pompeius (M.Ö. 106-48) Roma'ya tahıl taşıyan gemilerin tayfaları kötü hava şartları yüzünden denize açılmamakta direnince Navigare necesse est, vivere non est necesse (Seyrüse?aine ihtiyaç vardır, yaşamaya ihtiyaç yoktur) diyebilmiştir. İnsan oluşumuzu anlamaya kalkarsak ihmal edilmeyecek bir yaklaşım, bir bakış açısı bu. Yaygın olan ve derinliği olmayan yaklaşı ma rağbet edersek ihtiyaçlar temelli, vazgeçi lemez şeylerdir deriz. Buna karşılık istekleri mizin temelsiz olabileceğini, isteklerimizden vazgeçebileceğimizi kabul etmeye yatkınız dır. Sahiden öyle mi? İnsan olarak istekleri mizin ihtiyaçlarımızdan önde geldiğini söyle mek daha doğru değil mi? Evet, daha doğru. İnsanlar olarak ihtiyaçlarımız diye bildiğimiz, ihtiyacımız sandığımız şeyler birer ya pıntı; oysa isteklerimiz özümüzden yayılan eğilimlerin uzantısı. Gerek kendimize özgü, gerekse başkalarına özgü ihtiyaçların neler olduğunu söyleyebilmek için öncelikle ihtiyaç sahibi yaratığın mahiyeti hakkında bir kara ra varmamız gereklidir. Kimin ihtiyaç içinde olduğunu söylüyorsak, artık o elimizin altın dadır. Kendi ihtiyaçlarımız derken de kendi mizi el altında bulundururuz. Neye ihtiyacı olduğunu bilecek kadar bir tanıma sokuşturduğumuz yaratıklardır ihtiyaç sahipleri. Ba kımını üstlendiğimiz hayvanların nelere ihti yacı olduğunu düşünürüz de bozkırın ortasın da bir kış gecesi karşımıza çıkan aç kurdun bi zi yemeye ihtiyacı olduğunu düşünmeyiz. İhtiyaçlarla doğal yaşayış arasında kaçı nılmaz bir bağlantı bulunduğunu kabul ettik mi beslenmenin, barınmanın, uyumanın ve soyun devamının gerçek ve vazgeçilmez ihti‐ yaçlar arasında yer aldığını da kabul etmek zorunda kalırız.Oysa insanın doğal bir yaşa yışı yoktur. İnsana verilmiş olan hayat "canlı" kalmakla sınırlandırılabilir türden bir ha yat değil. İnsan hayatı yalnızca anlamıyla, o anlama doğru tutturulmuş yönle (sırat-ı müstakimle) ?arkına varılabilir türden bir ha yat. İnsan için hayat sondan yani ölümden başlar. İhtiyaçları merkez alarak tasavvur edilmiş bir hayat ölüme sırt çevirmiş bir ha yattır ki bunun insan oluşla hiç bir bağlantısı yok. Toplum hayatının yeni ihtiyaçlar doğurduğu ve toplum ilişkileri gelişip karmaşıklaştık ça ihtiyaçların da biçim değiştirdiği düşüncesini öne sürmek ölüm gerçeğini insandan uzaklaştırma niyetinin en uç noktasıdır. Meselâ, "otomobil artık bir ihtiyaç" gibi bir cümle söylediniz mi dünyada bulunuşunuzun anla mından ne ölçüde koptuğunuzu itira? etmiş olursunuz. 1940'lı yılların ABD'sinde milyo ner çocuklarının devam ettiği okulların birin de en mübrem ihtiyaç nedir sorusuna örgencilerden biri "dudak boyası" diye cevap vermiş. “Çünkü" demiş "annem yemeden yaşayabilir, ama dudaklarını boyamadan asla". Ben milyoner çocuğunun doğruyu dile getirdiğine inanıyorum. Eğer ekmek bir ihtiyaç madde siyse dudak boyası neden olmasın? İsteklerimizdir biz insanları hayat içinde anlamlı bölgelere ulaştıracak, ihtiyaçlarımız değil. İsteklerimiz istencimizin (irademizin) harekete geçmiş (kinetik) halidir. İsteriz, is tekte bulunuruz, dua ederiz. Böylece anlam peşinde iz sürdüğümüzü dışa vurmuş oluruz. Ama ihtiyaçlarımızı gidermek üzere davra nışlarımızı ayarlama yolunu tutarsak, bir ba kıma anlamı içimizde tamamladığımız zan nıyla davranmış oluruz. Meselenin can damarı yine de bir paradoks: İnsanların ihtiyaçları olduğundan yola çıkarak hayatı ve hayatını düzenlemeye girişenler bir gün kendilerinin ihtiyaçtan vareste kalacakları önyargısını içlerinde barındırırlar. İhtiyaçlarını tatmin ettiklerinde ihtiyaçları kalmaz. Öte yandan is teklerini dile getirmekle yetinenler her za man muhtaç olduklarını bilenlerdir. İsteyen ler ihtiyacın cinsi ve miktarını ister istemez "verecek" olana bırakmışlardır. Üstelik bütün istekler yerinde, meşru, yararlı olmayabilir. Bu yüzden isteklerimizle savaşabilir, istekle rimizi önleyebiliriz. Ama ihtiyaç öne sürüldüğünde almak istediğimizi sanki bir hakka da yanarak alma iddiasını da yürütürüz. İnsan olarak bizim doymak hakkına mı, dudaklarımızı boyamak hakkına mı sahip olduğumuzun ölçüsü nerede bulunacak?
ÇIDAM YAYINLARIKitabı okudu
·
184 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.