Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
6/10 puan verdi
Tam da Genişlememişti
Bazı kitapların iyi mi kötü mü olduğuna karar verirken, teknik açıdan değerlendirmeleri bir tarafa bırakasınız gelebiliyor. Elif Genç’in ilk kitabı Düşünsene Hızır Bendim de böyleydi. Bana mı öyle gelmişti bilmiyorum ama sanki çıkışı sessiz sedasızdı. Ziynetini ortaya saçmayan öykülerden oluşuyordu kitap; kimi basit, kimi karmaşık; ama hepsi hayatın içinden öyküler, duru ve berrak bir dille ve en önemlisi Müslümanca bir yaklaşımla anlatılıyordu. Bu Müslümanca yaklaşımın üzerinde durmak gerek; çünkü bu bakış açısını öykülerden çıkardığınızda geriye pek bir şey kalmayabiliyordu. Kitaba ismini veren Düşünsene Hızır Bendim’i örnek verelim; bir kadının kimsesiz bir çocuğu sahiplenişini, sonra onun kayboluşunu ve sonra ortaya çıkışını ve sonra da ölümünü takip eden bir öykü vardı. Kadın kendini bir Hızır gibi görüyordu; o çocuğa dar zamanında yetişen ve bir yuva açan oydu. Yazar tam da bu halet-i ruhiyeye odaklanarak belki de çiğ bulunabilecek bir öyküyü yükseltebiliyordu. Didaktik olmadan iyi bir insan olmaya özendiren bir yönü de vardı bu öykülerin; konu ettiği nazenin ruhları anlatışı eşine pek rastlamadığım bir ferahlık sunuyordu. Hatta tüm bu iyi niyetli öykülerin içine mizah bile güzelce yerleştirilebilmişti. Özetle, çok farklı konulardan bahsetmese de çok farklı bir kumaştandı o kitaptaki öyküler. Peki, ben neden Düşünsene Hızır Bendim’i inceliyormuşum gibi Yeryüzü Genişlerdi’den bahsedemedim daha? Çünkü Yeryüzü Genişlerdi’yi hakkıyla değerlendirebilmek için geri dönüp Düşünsene Hızır Bendim’den bazı hikâyeleri okumam gerekti. Çünkü Yeryüzü Genişlerdi ilk başta çok farklı geldi ve daha sonrasında Yeryüzü Genişlerdi çok aynı geldi. Öykü öykü açalım bunu. Kitabımız Sarmaşık isimli bir öyküyle açılıyor. Meçhul bir zamanda geçen öyküde bir sevilene hikâyeler yazan bir yazara onun evinde ona yoldaş olmuş birinin gözünden şahitlik ediyoruz. Bu yazar onca yazdıktan sonra bir gün ortadan kayboluyor. Her ne kadar fantastik bir yönü olmasa da, bir yandan da kendini fantastik hissettiren bir öykü bu. Pek de hikâyeleşemeyen, daha çok yazarın kafasındaki alegorileri aktarma platformu olarak kullandığı; ama fena bir başlangıç da sayılmayacak bir öykü. İlk kitabında bazı anlara derin bakışlara dalan yazarın, artık konuşmaya yöneldiğinin de ilk işaretlerinden. Bu konuşma isteği kendini çoğu öykünün harika yazılmış son cümlelerinde belli ediyor. Bunun bir örneği ikinci hikâye olan En Ağırı Yaşamak’ta var. Burada yazarın gerçeküstü sulara açıldığını görüyoruz; bir yandan pek olağan bir hikâye varken, sonrasında olanlar yazarın pek de bilmediğimiz bir yönünü ortaya çıkarıyor. Tüm bu hikâyenin aslında kocasıyla iletişim kuramayan bir kadının hikâyesi olması ise yazardan beklediğimiz çok katmanlılığı sunuyor. Yine de bu katmanların birbirine pek iyi kavuşmadığını ve bu sebeple öykünün odaksız göründüğünü de belirtmem gerek. Kitabın üçüncü hikâyesi olan Kayalar Şehri ise benim için kitabın önceki kitaba göre tüm farklılıklarını ortaya ustalıkla koyabilen belki de tek hikâyesi. Bir ayağı fantastik, bir ayağı sembolik bir öykü kuruyor yazar; ilkel bir kabileye gelen bir yabancının, ebeden kaybolan sevdiceğini bulması için kabilenin bilgesi olarak gösterilen kişiden yardım istemesiyle başlıyor. Çocuk anlatıcı gözünden ilerleyen hikâyeyi fazla sembolik bulanlar olacaktır belki; ama genel itibarıyla kitabın en doyurucu okuması olduğunu söyleyebilirim. Yazarın ilk kitaptan sevdiğim yönlerinin fantastik bir gerçeklikte tezahür ediyor olması gerçekten de farklı bir tat oluşturmuş. İlk kitapta sıklıkla başvurulduğunu gördüğümüz İslami sembollerin bu öyküde hiç görülmemesi de yazarın İslami’den ziyade, evrensel bir bakış açısından bir hakikat tasavvuru oluşturma çabasına işaret ediyor. Yeryüzü Genişlerdi ismi belki de bir bakıma bu hakikat uzayının genişlemesine işaret ediyordur. Bu öyküden sonra yazarın ilk kitaptan aşina olduğumuz tattaki küçük ama büyük öyküleriyle karşılaşıyoruz. Bir Cezadır Her Yadigâr, kedisi kaybolan bir ihtiyarın aynı zamanda vefat etmiş eşiyle hesaplaşmasının da öyküsü. İç burkan bir öykü olmasının yanı sıra, insanın içini ısıtan sonuyla beraber güzel bir okumaydı. Bu öykü, En Ağırı Yaşamak ile beraber değerlendirilince yazarın evlilikte ilgi görememiş kadınlara dair hikâyeler anlatma isteği göze çarpıyor. Sonraki öykü olan Leş Yiyen Hayvanlar ve Zaman da dünya kurma açısından başarılı; ama ilk kitaptaki öyküleri anımsatan hava buram buram yüzünüze vurmaya da başlıyor bir yandan. Bu ve diğer birçok öyküde karşılaştığımız çocuk anlatıcı da bir süre sonra sıkmaya başlıyor; çünkü yazar çocuk anlatıcının dilinden anlatırken birbirine benzer anlatılar kurmuş oluyor. Ruhun Yarını kitabın farklılarından denebilir, kaybolan babasını arayan bir evlada, bir arayışa dair. Fazlasıyla sembolik bir tabiatı var ve bu yüzden beni pek saramadı. Sonraki öykü Kulaklarına Kadar’da ise eski ritme geri dönülüyor; ancak bu ritim öyle bir ritim ki, konular tam olarak aynı olmasa da ilk kitaptaki Keşke Gitmeseydiniz öyküsündekine benzer bir ses duyuluyor, e haliyle bu da yazar tekrara düşmüş izlenimi oluşturuyor. Tırnaklara Laf Yok’u da benzer düşüncelerle okudum diyebilirim; ama Kulaklarına Kadar’dan daha iyi bir öykü olduğunu da belirtmem gerek; burada yazarın eğlenceli anlatımının altını çizmek gerek. Aç Kalkılan Sofralar Çağı isimli öykü de yine bu öykülerle beraber anılmalı belki; ama bu öyküde hikâye yüzeysel görünmesine karşın yazar çok iyi bir anlatım yakalamış. Ailenin çocuğunun kaleminden okuyoruz annenin evi terk edişini ve çocuğun mektup-vari bir şekilde bütün aile üyeleriyle hesaplaştığı kısımlar tek kelimeyle harikaydı. Bahsetmediğim üç öyküden ikisini, Gönül Yorgunluğu’nu ve kitaba adını veren Yeryüzü Genişlerdi’yi kısaca geçeceğim. Gönül Yorgunluğu bir erkek ve bir kadının geçmişten gelen yaşanmışlıklarıyla birbirlerinde nasıl farklı yansıdıklarını göstermeye çalışan bir öykü; fikri beğensem de uygulamayı pek sönük ve sinik buldum. Yeryüzü Genişlerdi ise isminin güzelliğine rağmen çok daha kötü. Çiğ bir hikâye, dümdüz anlatılmış ve ortaya neden bir kitapta böyle bir öyküye yer verildi ki diye düşündüğüm, anıya benzer bir şey çıkmış. Bu hikâyelerden sonraysa geriye kitabın son hikâyesi Yazgı kalıyor. Gönül Yorgunluğu’ndakine benzer iki ayrı kısma ayrılmış öyküde, ömürlerimiz farklı yollarda gitse de konacak son noktanın ölüm olduğu gerçeği, meçhul bir zamanda geçen bir ana yurda dönüş hikâyesi çerçevesinde işlenmiş. Aynı yolda ilerleyen ama sonra bir ayrımla ayrı düşen karakterler, aynı ve mutlak olan sonlarına doğru ilerlerken kelimelerin de aynılaşması çok hoştu. Bu öykü, Kayalar Şehri gibi, bu kitabın neyi hedeflese daha iyi olabileceğini hatırlatıyor okura: Hakikate götüren evrensel öyküler. Yazarın ilk kitabı hakikate götüren Müslümanca öykülerden oluşuyordu; ancak burada yazar bir yandan bir adım geri çekilip evrensel nitelikli öyküler yazmaya çalışmışken -ki bu da yazarımızın anlatı uzayını genişletmiş ve iyi de olmuş-, öte yandan yazdığı diğer öyküler, ilk kitapla beraber değerlendirilince, bir tekrardan daha fazlası olamamış. Kitabın ismine atıfla, yeryüzünün tam da genişleyemediğini, genişlediği yerlerde de henüz ot bitmediğini söyleyebiliriz. Genel olarak buruk bir okuma olmuş olsa da, bu biraz da beklentilerimin büyüklüğüyle alakalıydı. Yazar yeryüzünü tam anlamıyla genişlettiğinde neler olacak merak içinde bekleyeceğim.
Yeryüzü Genişlerdi
Yeryüzü GenişlerdiElif Genç · Ketebe Yayınevi · 057 okunma
·
236 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.