Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Çok Adi(L)siniz!
Geceleri vakitlice uyumanın talimindeyim bir süredir. Yaşı ilerleyenlere mahsus bir hâl olarak uyku benim için de peşinden koşulup alt edilmesi gereken bir hasım artık. O yüzden, kendiliğinden gelişlerine teslim olmaya çalışıyorum: tv izlerken, kitap okurken; bulunduğum yerden bağımsız, otururken; evimde, işyerimde, misafirlikte... Direnmenin anlamı yok. Evimdeysem, bir iki senedir bisiklet sürmeye düşkünlüğümün yarattığı, geceleri bazen uyku alıştırmalarıma bıçak gibi saplanan kas ağrılarım için, ortalama uyku saatimden 40 dakika kadar önce magnezyum hapını almayı ihmal etmiyorum. Bazı günlerin yorgunluğunda uykumun eşlikçisi gördürdüğü rüyalar oluyor. Vakitlice iyi bir uyku, sabahın keşfini kaçınılmaz kılıyor. Gün ağarırken uyanan doğayla birlikte, şehre ve insanlara günaydın diyorsunuz içinizden, günaydın; gün değil sade, gözünüz gönlünüz de aydın... Abartmanın anlamı yok ama insan, filmdeki Robin Williams'ın performansını göstermek hevesi duyuyor bazen içinde. Günaydın, coşkulu bir temenni olunca gün daha güzel geçecek sanki. 1987'de gösterime giren ünlü filmindeki gibi "Günaydıııınnn" diyerek açışı yapmalı. Vietnammm diye eklemek de mümkün ama Saygon'da bir radyo programında değiliz ve yıl 1966 değil. Savaşta değilsek de gündelik hayatın yorgun askerlerine morallerini yüksek tutmak için rock'n roll şarkıları çalmak mümkün yine de. Ama benim tercihim "Günaydınım Nar Çiçeğim", illaki Melihat Gülses'ten: Şavkıması sana doğru yolların/ Sana doğru denizlerin çağrısı/ Çırıl çırıl ötelerde bir güzel/ Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim" İlk işim büyük bir fincan fitre kahve hazırlamak olur. Yancısı bir kuru incir. Bugünkü kitabım Borges'in Kum Kitabı. İçindeki on üç öykünün onuncusuyla başladım güne: Düzenbazlık. Bir anlatıda en sevmediğim şey, özel isimler. Borges de zorluyor bu anlamda. Öyküde, öğretmenliğimde belirginleştirdiğim bir davranışımı hatırlatan şöyle bir cümle geçti: "—Bir bakıma kin güdücü olmamak gibi bir gurura boyun eğdim." Öykülenen olay akademik bir ilgiyle üniversite çevresinde geçtiği için öğretmenlik hatırama dokundu bu söz. Her dönem sonu not takdiridir öğretmen ve öğrenci için. Ve bizimki gibi bir eğitim sisteminde benim gibi hayattaki her şeyi terazide dengelemeyi adalet sayan kafalar için ıstırap vericidir. Kompozisyon sınav kağıtlarını notlayışımı görmeniz beni açıklama zahmetinden kurtarırdı. Bazen kâğıda verdiğim not, tekrar okuma ve diğerlerine kıyasla kâğıdın üzerinde şöyle yer alırdı: 60+5+3? O soru işareti kanaatin hâlâ oturmadığının göstergesi. Alışık olmayan öğrenciler için muamma. Kâğıdı incelesinler diye dağıttığımda biri, hocam Allah'ını seversen hangisi benim notum demişti. İşaret parmağımın ucunu soru işaretine koyarak, 68 ama aması var derdim. Uyanık, tamam hocam işte, onu da rakama dönüştürseniz diye atılırdı hemen, devamının artı olarak geleceğini garanti edemem deyip sustururdum. Bu sanırım dedemden kalma bende. Nalburiyesinde ona yardımcı olurken çivi tartmak için atıldım. Çocuğum. Dedemin gözü üzerimde. Kalın kağıttan kesekâğıdına doldurduğum çiviyi terazinin kefesinde tartarken kefeleri eşitledikten sonra dönüp birkaç çivi daha koydum kesekâğıdına. Dedemin anında tepkisi kulağıma yapışmak oldu. Ne vardı ki bunda, o da hep böyle tartardı! Oynama dedi, terazide adaleti iki tarafın eşitliği sağlar, bunu bozma. Meğer, tam bir tartmadan sonra müşteri memnuniyeti için fazladan çiviyi, kesekâğıdını tartıdan indirdikten sonra koymalıymışım, terazinin üstünde değil. Dedem bunu terazinin ayarına, eşitliğe dayalı adaletin ırzına kast olarak görüyordu! Ders başarısını not ile somutlaştırmak zorunda olduğum bazı öğrencilerimle aramdaki kişisel kırgınlığı bastırmada zaman zaman zorlanırdım. Kinci bir insan olduğumun farkındaydım ama eğitim öğretim anlamında dersimle sınırlı olmak üzere sevk ve idaresi bana verilmiş bu büyüme gayretindeki küçük insanlara bunu yansıtamazdım. Ama narsisist kişilik özelliğimi tahrip edecek bir adalet hiç de kolay değildi benim için. Hem sonra bile isteye canını yakmak kişiselleştirmede gayet de adildi. Bu sebeple kanaat notu belirleme işi hep bu bazıları yüzünden son dakikalara kalırdı. Peşinde olduğum şey bir tatmin duygusuydu. Onu da yine gururumu okşayacak bir haslet olarak kin güdücü olmamakta buldum. Vay be! Helal olsun! Aklımda yine dedemin öğretisinden menkıbevi bir Hz Ali cümlesi: "Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim." Nefsimi yüceltecek bir şey bulamazsam gurumu ziyan etmem, biliyorum. Hepimizin yüce gönüllülük bildiği pek çok davranış aslında onu sergileyenin gönül düşürmekle gölgesine sığındığı bir sebebe dayanır. Tevazu da bir kibirdir, çoğu için çoğu zaman. Aslında insanın bu türden davranışları geçmiş yaşantılardan edindiği deneyime dayanır. Çoklukla bunun farkında olamayız da. Marmara Üniversitesindeki öğrenciliğimde ilan edilmiş bir final notumun 49 olmasının acısını hiç unutmadım. Panoya asılırdı sonuçlar. Akşam çıkışta kimsenin beni görmediğinden emin olduğum bir anda kâğıdın altına, hocanın yediği haltı sahiplenen ıslak imzasının hemen üstüne "Çok adi(L)siniz!" yazıp sıvışmıştım. "İnsan acısına benzer." Sayfa ilerlemiyor, anılara dönmek uykumu tazeledi yine. Melihat Hanım'ın telefondaki kısık sesi kim bilir kaçıncı kez dönüyor şarkısında: "Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim" "Tek bir günah bizi birleştiriyor: gurur."
·
311 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.