Gönderi

159 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 29 days
Dünya tarihi nedir? Sezai Karakoç bunun neresinde durur? Hemen cevap vermek gerekirse yazarın İnsanlığın Dirilişi adlı kitabının ayrıntılı bir dünya tarihi olmasa da başka bazı kitaplarıyla beraber okunarak çözümlenebilecek, işlenebilir bir dünya tarihi perspektifi sunduğu kanaatindeyim. Tarihte İslâm tarihçilerinin inancı merkeze alarak yazdığı dünya tarihlerine karşılık günümüzde siyasî tarih ve iktisat perspektifleri merkeze alınarak yazılan dünya tarihleri yaygın görünüyor. Oysa bugünkü şartlarda Müslüman dünya, bir dünya tarihi yazmaya hazır bir görüntü vermiyor. Çünkü dünya tarihi yazabilmek bir millet için gerçek bir hükümranlık göstergesidir. Ancak Sezai Karakoç’un bu eseri bu noktada çok değerli ve işlenebilir bir örnek oluşturuyor. 1974 yılında yayınlanan Nezihe Araz editörlüğündeki üç ciltlik Dünya Tarihi’nin (1974-1976 yılları aynı zamanda İnsanlığın Dirilişi kitabını oluşturan yazıların yayınlandığı yıllar olarak dikkat çeker) Sunuş yazısına bakıldığında Batılı tarihçilerin dünya tarihi yazarken bazı hususları görmezden geldiği ve insanlığın tüm geçmişini hem ayrı ayrı hem de bir bütün içinde göz önüne seren bir dünya tarihi perspektifine ihtiyaç olduğu görülüyor. İşte bu noktada Müslüman dünyanın bu konuya ilgi göstermesi özel bir önem arz ediyor. Sezai Karakoç’un kitabına baktığımızda bir tarihçiden çok bir düşünürle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Dolayısıyla bu küçük esere bir dünya tarihi gözüyle bakılamasa bile, tamamen dünya tarihi perspektifinden uzak olduğu da düşünülemez. Ancak o, dünya tarihi yerine daha çok insanlık tarihi terimini kullanmayı tercih etmiştir. Yitik Cennet adlı kitabının sonunda bu eserine atıf yaparak her ikisinin de mukayeseli olarak okunmasını zımnen tavsiye ettiği fark ediliyor. İnsanlığın Dirilişi’nde hakikate dışından (düşünce ve sanat cephesinden) bakıldığını, Yitik Cennet’te ise merkezden (peygamberler ve tevhid mücadelesinden) dışarı, özden kabuğa doğru hareket ettiğini belirtiyor. Ben bu iki esere Ruhun Dirilişi kitabının da eklenebileceğini düşünüyorum. Her üç eserde de değişik dozlarda, peygamberler tarihi, İslâm tarihi, sanat tarihi, düşünce ve felsefe tarihi perspektiflerinin olması, onun dünya tarihine bakışının salt siyâsî, sosyal ve ekonomik perspektiften ibaret olmadığı, hatta daha çok din ve kültür perspektifinden de bakarak, hatta bu perspektifleri öne alarak insanlık tarihini yorumladığı görülüyor. O, dünya tarihini çizerken Kur’ân’da temelini bulan inanç ve değerlerle yoğrulmuş bir perspektifle hareket etmiştir. Bir yönüyle onun perspektifi Hodgson’ın perspektifiyle kısmî paralellikler içerir. Bununla beraber klasik İslâm tarihçilerinin çoğunluğu tarafından temas edilmeyen Hind, Çin, Yunan, Roma medeniyetlerini de ele alarak konuyu günümüze kadar getirir. Ancak o, daha çok modern Batı’nın kökleri, ortaya çıkışı ve mevcut durumu yanında bilim, düşünce, edebiyat ve sanat tarihlerinin ana çizgileri üzerinden günümüz problemlerini ve bunların çözüm yollarını göz önüne serme gayreti içindedir. Bilim konusundan söz ederken Hind, Çin, Yunan, Mısır, Mezopotamya, İslâm ve Batı medeniyetleri arasındaki kıyas ve farklılıklara temas eder. Hıristiyan kültürünün Antik Yunan’dan gelen mirasla birleşiminin Rönesans’a, oradan da günümüze gelen etkilerini tahlile girişir. Aşırılığa varan mistikliğin anti-mistikliği, aşırılığa varan anti-mistikliğin ise mistikliği tetiklediğini vurgulayarak Batı’nın bu iki uç arasındaki savruluşlarına da değinir. Edebiyat başlığını Antik Yunan’la İslâm edebiyatının kesişme noktasında yetişen Dante’yle başlatır. Fakat Batı edebiyatının her türlü şöhretine rağmen İslâm edebî ürünlerinin derinliğine ulaşamadığını ifade eder. Bu perspektif İslâm edebiyatıyla mukayeseli olarak Edebiyat Yazıları serisinde de görülür. Sanat konusunda da Antik Yunan’la Rönesans arasındaki sıkı ilişkileri gösterir. Musıkî, mimarî, tiyatro ve sinema üzerine tespit ve yorumları da dikkate değerdir. Yazar “yirmi beşinci kare” terimini kullanmadan “erotik isterlerin görüntüde süblimasyona uğratılması” yoluyla yeni nesillerin rûhî gelişmelerinde pay sahibi olduğunu belirtirken yirmi beşinci kare olgusuna dokunmaktadır. Sezai Karakoç’un edebiyat ve sanat başlıkları altında yaptığı tespitlerde şu noktalarda Batı sanat ve edebiyatının önde olduğu hususlar açığa çıkar: Diğer medeniyetlerde benzerleri bulunsa da roman Batı’ya mahsus bir sanattır. Dolayısıyla roman Batı’nın edebiyat dünyasına bir hediyesidir. Bununla beraber o, Yunan trajedileriyle roman arasındaki irtibatla sanat tarihinde bir iz sürme gerçekleştirdiğini hissettirir. Opera ise eski Yunan trajedyalarıyla müziğin birleşiminden oluşan bir başka yeni türdür. Yine sinemanın Batı tarafından ilk olarak ortaya konulan bir başka sanat olduğunu da vurgular. Televizyona da bir sanat olmamakla beraber sanat ürünlerinin bir sergi aracı olarak yer verir. Sinema ile televizyon arasındaki rekabette hangisinin öne geçeceğine dair bir fikir yürütme de yapar. Felsefeyi ele alırken konuyu İbn Sinâ ve İbn Rüşd’ün batıda benimsenerek Rönesans’ı hazırlamalarıyla, yani diğer konularla aynı noktadan başlatır. Antik Yunan’dan itibaren gelen felsefe geleneğinin belli bir noktasında, Kant’ın felsefede ontolojiyi tüketerek felsefeyi tamamen epistemolojiye dönüştürdüğü tespitini yapar. O yıllarda yaygın kabullerin aksine felsefenin sadece akılla değil, sezgiyle de yapıldığını Bergson üzerinden gösterir. Felsefeyi günümüze, fenomenoloji ve varoluşçuluğa kadar getirir. Felsefe tarihinin seyri de metafizikten bir kopuşla bu kopuşa direniş arasında dönüp durmaktadır. Sezai Karakoç’un felsefeye dair tespitlerinin izi Ruhun Dirilişi adlı eserinden de sürülebilir. 20. yüzyılda yaşamış bazı düşünürlerin Antik Yunan’a varan tahlilleri ise Çağdaş Batı Düşüncesinden adlı kitabından izlenebilir. Yazar günümüzdeki durumu da gözler önüne serer. Çünkü insanlık tarihinin çeşitli yönleriyle ele alınması aslında bugüne ışık tutmak ve geleceği kurmak içindir. Bununla da yetinmeyerek bu durumu değiştirmek üzere yetiştirilmesi gereken Diriliş insanını tasvir ederek kitabı sonlandırır. Yani onun insanlık tarihi perspektifi, mevcut hastalıkları teşhis etme ve bu hastalıklara çare olacak insanı yetiştirme faaliyetini de içine alır. Yazarın edebiyat, sanat ve düşünce konularında Batıyla Doğuyu İslâm’la mukayese edebilecek derinliği hesaba katıldığında Batıda üretilen eser ve düşüncelerin İslâm eserleri ve düşüncesinin metafizik derinliğine ulaşamadığına dair tespitlerinin kuru bir taraftarlıktan ibaret olmadığını teslim etmek gerekir. Esasen bu kanaat, sağlam bir ilim, fikir ve sanat geleneğinin ancak sağlam ve tutarlı dînî metinlere dayanması gerektiği temel kabulüne dayalıdır. Bu da gösteriyor ki ona göre İslâm klasiklerinin gerçek değerinin ortaya çıkarılabilmesi de bugünün Müslümanlarına ait bir görevdir. Sezai Karakoç İnsanlığın Dirilişi adlı eserinde insanlık tarihini ele alırken her ne kadar Sümer, Babil, Antik Yunan, Hind, Çin, Mısır, Mezopotamya gibi medeniyetlerden yola çıksa da bilim, edebiyat, sanat ve düşünceden oluşan dört bölümün her birini Antik Yunan ile İslâm Medeniyeti’nin kesişme noktasında parlayan isimlerle başlatır ve insanlık tarihinin bu mühim dönüm noktasına tekrar tekrar işaret eder. Âdetâ okuyucunun bu dönüm noktasına odaklanmasını ister. Sezai Karakoç’un dikkat çeken bir yönü de sahip olduğu insanlık tarihi perspektifini şiirlerine de yansıtmasıdır. Şiirleri bazen tarihî bilgilerle, bazen Kitâb-ı Mukaddes ve Kur’ân’daki kıssalarla, bazen de hadislerdeki haberlerle yoğrulmuştur. Sezai Karakoç’un İnsanlığın Dirilişi’ndeki yaklaşımları tarihe daha yakın dururken, şiirlerinde sembollerle örülü olan ifadeler metafizik derinlikli farklı bir şiirin izlerini taşır. Bir nesir olmasına rağmen Yitik Cennet’teki üslûbu ise zaman zaman şiire doğru yönelen ama nesirden bütünüyle kopmayan bir denge durumuna sahip bir görüntü verir. Gerek tahlilleri ve gerek arka planındaki insanlık tarihi perspektifi göz önüne alındığında şu kanaatimi belirterek bitireyim: Sezai Karakoç’un insanlık tarihine dair yaklaşımları gelecek nesillere yepyeni bir dünya tarihi yazdıracak bir zemini oluşturma noktasında bizim neslimize sorumluluk yüklüyor. BU YAZININ HAYLİ GENİŞ BİR ŞEKLİ GERÇEK TARİH DERGİSİ’NİN MAYIS 2022 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.
İnsanlığın Dirilişi
İnsanlığın DirilişiSezai Karakoç · Diriliş Yayınları · 20236.8k okunma
·
1 plus 1
·
301 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.