Gönderi

344 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 12 days
FİLOZOFLARIN DÜELLOSU
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlânâ Mücadelesi… Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî & Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud (Nam-ı Diğer Nasreddin Hoca) ***SPOILER İÇERİR*** Tarihin karanlık sayfalarında izi kaybettirilen günümüze sadece fıkraları ile anılıp geçilen bir karakter olarak yansıtılan Nasreddin Hoca ile diğer tarafta eserleri, öğretileri yüzyıllar sonrasına aktarılarak (kimi tarihçiye göre ise parlatılarak) ulaşmış tarihin en güçlü figürlerinden Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî’nin Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud (Nam-ı Diğer Nasreddin Hoca) ile olan siyasal ve sosyal güç mücadelesi anlatılır. Kitabı okumaya ya da kitap hakkında hemen eleştirmeye başlamadan önce kitabın yazarı Prof.Dr.Mikail Bayram’ın akademik kariyerine ve bilim dünyasına katkılarını araştırmanızı tavsiye ederek incelememe başlıyorum. Kimine göre ortaçağ tarihi duayenidir kimine göre ortaya koyduğu iddialar, mesnetsiz olarak değerlendirilmektedir. Kitabı okurken o kadar çok kaynak belirtilmiş ve derinlemesine inilmiş ki elinizdeki kitabın titizlikle hazırlanmış ciddi bir akademik araştırma kitabı olduğu hemen hissediliyor. Kitapta bahsi geçen konular Tarihçilerin Kutbu olarak da nitelendirilen Prof.Dr. Halil İnalcık Hoca’nın iddia ettiği savlarla benzerlik gösterir. Akademik Bilimsel Tarih formatında ciddi emek verilerek hazırlanmış bir kitap. * * * Bu iki büyük filozofun mücadelesini anlamak için o dönemin siyasi ortamını bilmek gerekir; Anadolu’da ne olmuştur da taşlar yerinden oynamıştır? Anadolu’da nasıl bir ortam vardır ki Anadolu’nun göbeğinde bu iki büyük filozof birbiriyle çekişmektedir. Birbirleriyle dertleri nedir? ANADOLUDA MOĞOL İSTİLASI: Moğol istilaları ve fetihleri, 13. yüzyılda başlayıp 14. yüzyılda sonlanan, sonlanana dek de Avrasya'nın büyük bir bölümünü kaplayan ve geniş Moğol İmparatorluğu'nu oluşturan bir dizi istilalar ve fetihler dizisidir. Tarihçiler, Moğol istilalarını insanlık tarihin en ölümcül olaylarından biri olarak görmektedir. Ek olarak; Moğol seferleri, hıyarcıklı vebayı Avrasya'nın büyük bir kısmına yayarak 14. yüzyılın en ölümcül olayı olan Kara Ölümü ateşlenmesine sebep olduğu da iddia edilir. Moğollar, yüzyıllar içinde artan nüfuslarına bağlı olarak Orta Asya’da güçlendiler ve çevrelerindeki toplulukları bölgelerini istila ettiler. İstilaya uğrayan toplumlardan biri de Oğuzlardır. Selçuklu topraklarına da yayılan Moğol akınlarının önünden kaçmalarıyla 1220’li yıllarda başlamıştır. Bu akınlarla 13. Yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’nun büyük bir bölümü Oğuzlar tarafından askeri olarak fethedilmiştir. Ancak Moğol istilalarının etkileri Anadolu içlerine doğru genişledikçe Oğuzlar daha batıya, Bizans sınırlarına doğru çekilmek zorunda kaldılar. Bu bölgeler, gerek Selçuklular, gerekse Anadolu Selçukluları tarafından “uç” olarak tanımlanan topraklardır. (kaynak: wikipedia) II. GIYASÜ’D-DİN KEYHÜSREV (MOĞOL YANLISI) VE VEZİRİ SADEDDİN KÖPEK: Sadeddin Köpek, I. Alâü’d-din Keykubad suikastında etkin rol oynaması sebebiyle devlet katında vezirlik makamına kadar yükselmiş, Ahi Türkmen kadroları devletten tasfiye ederek İran asıllı kişileri yüksek makamlara taşımıştır. Devlet kademelerindeki Türkmen kadrolar ve nüfusun tasfiyesi ve kırdırılması sürecinde önemli rol oynamıştır. Devlet adamlarını ustalıkla planlayarak öldürmesi ile tanınan gaddar bir devlet adamıdır. Gözünü daha da zirveye dikerek II. Gıyasü’d-din Keyhüsrev’in tahtına göz diker. Ancak II. Gıyasü’d-din Keyhüsrev, Ondan hızlı davranarak ondan önce ona suikast yapar. Türkmen nüfus üzerindeki bu yıldırma/baskı/katliamlar sonucu Türkmen Babalar ( Şeyhler) tarafından Babaî İsyanı başlatılır. BABAİ AYAKLANMASI: (1240) Babai Ayaklanması, Baba İshak’ın 1240 yılında Anadolu Selçuklu Devleti topraklarında çıkardığı ayaklanmadır. Temelde ekonomik gerekçeyle çıkmış bir ayaklanmadır. Moğol baskısı, ülkenin sosyo-ekonomik durumunu ve ordusunu ağır biçimde hırpalamıştır. Alaeddin Keykubad’ın Moğollara tehdidine karşı mücadele etmek için ordu birlikleri vardır. Ancak ordu yıpranmış bitap vaziyettedir. Anadolu Selçuklu kuvvetlerinin onbir kez yenilmesi sonucu devlet, çok büyük paralar ödeyerek Haçlılardan asker kiralamışlar ve Hristiyan olan bu kiralık askerlerle Babailer İsyanı bastırılabilmiştir. Özünde sadece bir Türkmen köylü nüfusu tarafından başlatılan bu isyanın bu kadar zorlanarak bastırılabilmesi devletteki askeri gücün ne kadar zayıfladığını gösteriyordu. Böyle bir zaafiyeti, Moğol İmparatorluğu’nun gözünden kaçırması düşünülemezdi. Babaî İsyanında ordunun bu acziyeti, Hülagü Han’ın yeğeni Moğol Komutan Baycu Noyan’ın iştahını kabartmış ve Moğollar’ın Anadolu’ya girişini hızlandırmıştır. 80.000 kişilik Selçuklu Ordusu, 30.000 kişilik Moğol ordusu önünde dağılmıştır. Sebebi, devletin askerleri isyancılarla savaşmak istememiş ve bir kısım askerlerin isyancıların saflarına katılmış olmalarıdır. Bu saf değişikliği yapan askerler, yanlış yönetim politikaları uygulayan kendi hükümdarlarına ceza kesmek için yapılmış olan bir hareket olsa da Moğollar’ın ekmeğine yağ sürmüş ve Anadolu’da istilayı daha derinleştirmiştir. ANADOLU'DA MOĞOL İSTİLASININ BAŞLADIĞI AN: Kösedağ Savaşı (1243) Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında vuku bulan Kösedağ Savaşı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonunu getirmiştir. Kösedağ Savaşı sonrası Anadolu Moğol İstilası altına girmiş Anadolu toprakları, bu süreçte yakılıp yıkılmış talan edilmiştir. Harabe haline gelen Anadolu topraklarında birçok sıkıntı baş göstermiştir. Anadolu Selçuklu Devleti, tutsak durumu düşmüş, Moğolların güdümüne girmiştir. Ağır bir yenilgi alarak ağır vergilerle karşı karşıya kalmıştır. Baycu Noyan kumandasındaki Moğol ordusu ile karşılaşan Anadolu Selçuklu kuvvetleri, öncü birlikler arasında meydana gelen ilk çarpışmanın ardından dağılmış, baştan beri hatalı kararlar veren Sultan II. Gıyâseddin Keyhüsrev de aynı şekilde davranıp savaş meydanını terk edince, Moğol ordusu, kolay bir zafer kazanmıştır. Zaman içerisinde bu yenilginin faturası ağır vergi yükleriyle özellikle ekonomik olarak herkesi sarsmaya başlayınca Anadolu’da isyanlar baş göstermiştir. Dönemin Selçuklu Hükümdarları arasında Moğollar’ın tarafını destekleyenler ile Moğol zulmüne/istilasına razı olmayan isyan eden Ahi ve Türkmen nüfusu arasında derin bir iç siyasî mücadele baş gösterir. Moğollardan toprakları kurtarmanın yolu önce kendi içindeki Moğol yanlısı Selçuklu hükümdarları ve onların destekledikleri çevreyle mücadele etmekle mümkün olacağı düşünülür. İşte bu direnişin en güçlü tarihî figürlerinden birisi günümüzde herkesin fıkralarıyla tanıdığı dönemin en büyük filozoflarından/akil adamlarından biri olan Nasreddin Hoca’dır. (Nam-ı diğer Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud) Diğer tarafta ise Moğol yanlısı tutumlarıyla bu direnişe karşı gelen Anadolu Selçuklu devrinin ünlü fikir adamı Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî ve çevresi bulunmaktadır. Kitapta Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud ve Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî çevresi arasındaki cereyan eden mücadelenin detayları, siyasî, dinî ve fikrî boyutları ele alınmıştır. Öyleyse kitaba konu olan tarihî şahsiyetleri önce tanıyalım; TARİHİN KARANLIK SAYFALARINDA İZİ KAYBETTİRİLMİŞ BİR BÜYÜK DÜŞÜNÜR; AHİ EVREN HÂCE NASİRÜ’D-DİN MAHMUD (Nasreddin Hoca) Kitap, tarihin karanlık sayfalarında – kasıtlı olarak yapıldığı düşünülen – izleri yokedilmiş unutulmaya terkedilmiş önemli tarihi bir figürü aydınlatır. Günümüzde herkesin Nasreddin Hoca olarak birkaç ünlü fıkrasına tebessüm edip geçtiği bu tarihi zat, aslında dönemin en büyük filozoflarındandır. Bazı hükümdarların bizzat danışmanlığını dahi yapmış olan her zaman fikirlerine bilgisine danışılmış bir üst düzey Anadolu filozofu; Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud’un ‘’Nasreddin Hoca’’ olduğu kitapta kaynaklar gösterilerek kanıtlanmaktadır. Ahi Nasirü’d-din (Ahi Evren) ile fıkraları ile ünlü Nasreddin Hoca aynı dönemde yaşamış iki farklı çağdaş iki adaş değil, ikisi de aynı kişidir. Yani aynı kişi, iki ayrı unvanla, iki ayrı şahsiyet görünümünde meşhur olmuştur. Kitabın yazarı Prof.Dr.Mikail Bayram, Ahi Evren adlı tarihî şahsiyetin ‘’Letâif-i Hikmet’’ ve ‘’ Letâif-i Gıyasiye’’ adlı eserlerindeki anlatımlardan yola çıkarak bu kişinin ünlü Nasreddin Hoca olduğu tespit ettiğini belirtmektedir. Ahi Evren: Evren, evirmek fiilinden ism-i fail olan ‘’Eviren’’ den gelmektedir. Türkçe’de yılan ve ejder demektir Zehirli yılanları yakalayıp onlardan panzehir(serum) imal etme gibi bir mesleğinden dolayı Türkmen çevreler Hâce Nasiru’d-din’e ‘’Ahi Evren’’ Yılan ya da Ejder Ahi diyorlardı. Farsça’da yılan demek olan ‘’mar’’ ve ‘’ejder’’ diye anılmaktadır. Anadolu Selçukluları devrinin en güçlü ve çok yönlü ilim ve fikir adamı Ahi Evren Hâce Nasiru’d-din (Nasreddin Hoca) Ahilik Teşkilatı kurucusudur. Debbağ(Derici) olarak nam salmıştır. Derici esnafının piridir. Osmanlı Devletinin kurucu teşkilatında yer almış ve Ahilik Teşkilatının Piri olarak nam salmıştır. Moğol İstilası, Ahi ve Türkmenlerin bir kısmının katledilmesi kalan diğer kısmın ise sürgün edilmesine kadar gider. Ahilerin kurdukları vakıflar, tekke, zaviye, iş yerlerine çökerler, kendi yandaşlarına verirler. Katliamlar ve tehcirler peşi sıra gelir. Ahi Teşkilâtının kurucusu, derici esnafının piri (debbağ) devrin önde gelen fikir ve aksiyon adamı Ahi Evren de Kırşehir’de çevresindekilerle birlikte katliama uğrar. Talebeleri ve çevresindekiler de ağır baskılar ve yıldırma politikaları ile zamanla dağılır, kaybolur gider. AHİLİK TEŞKİLATI VE ÖNEMİ: Dürüstlük ve dayanışmayı sanatla birleştirmesi ile oluşan, esnaf odalarına benzeyen bir yapı teşkil eden, iyi ahlâkın, dürüstlüğün, kardeşliğin, yardımseverlik gibi etik değerlerin birleştiği ticari zemin üzerinde oluşan bir teşkilat yapısıdır. Ahilik Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evren’dir. Kendisine ‘’Ahi Baba’’ da denir. Ahilik Hareketinde Hacı Bektaş-i Horasani mektebinden yetişen Bektaşilik Hareketi bulunmaktadır. Ahilik, Ahi Evran tarafından Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle kurulan esnaf dayanışma teşkilatıdır. *Sadru’d-din-i Konevi de bu yapı içinde önemli bir şahsiyettir. Ek Bilgi: Bu kitabın yazarının Sadru’d-din-i Konevi hakkında da bir kitabı mevcut. Ahiliğin bütün Anadolu’da yayılmasına ve kurumsallaşmasına hizmet eden Selçuklu Sultanı I. Alâü’d-din Keykubad, oğlu II. Gıyasü’d-din Keyhüsrev (Moğol Yanlısı) ve destekçileri tarafından bir suikast sonucu öldürülmüştür. AHİ TÜRKMENLERİN VE OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞUNA KATKILARI: Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu ve yapılanmasını sağlayan fikri dinamiklerin başında Şeyh Sadru’d-din-i Konevi ve talebelerinin Anadolu’da başlattıkları Ekberiyye Hareketi, Ahi Evren diye tanınan Kırşehirli Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud (659-1261) baş mimarlarından biridir.Aynı dönemde yaşayan bir Ahi önderi olan Şeyh Edebali’yi Eskişehir ve Bilecik yöresine göndererek Osmanlı Devleti’nin temellerinin atılmasına katkı sağlamıştır. Osmalı Devleti, İstanbul’un fethine müteakip çok uluslu bir devlet haline gelince Devlet-i aliye, tedricen Türkmenlerin kontrolünden ve Türkmen zümrelerin hakimiyetinden çıkmış oluyordu. Türk olmayan etnik gruplardan olan kişiler, devletin yüksek kademelerinde yer almaya başlayınca devletin kurucu güçleri arasında yer alan Türkmen nüfus, devlet kadrolarından tasfiye edilmeye başlar. Cem Sultan Olayı, asıl tasfiye sürecinin sebebidir. Cem Sultan olayı bir iç sorun olarak başlamış dış sorun olarak devam etmiştir. Bu olay nedeniyle içeride Devşirmeler, Türkmenler ile iktidar mücadelesine girişmişler. Bu mücadeleyi devşirmeler kazanmıştır. Türkmenler yönetimdeki etkinliklerini kaybetmeye başlamıştır. Kendilerine devlet kademelerinde görev bulamayan Türkmenler, rotayı Safevi Devletine çevirir. Safevi Devletinden destek görmüşler, Safevilerin kuruluşunda ve yapılanmasında katkı sağlamışlardır. Türkmenler için diğer rahatsızlık veren konu ise, Devletin Mevlevihaneler açmasıdır. Bu durum, Türkmen ve Ahi çevrelerce hoş karşılanmamıştır. ‘’Fatih Sultan Mehmed’in Sadru’d-din-i Konevi’nin eserlerini okuması, tercüme ve şerh etmesi, Ahi Evren’in eserlerini incelemesi, bu münakaşalar hakkında bilgi edinme arzusundan kaynaklanıyor olmalıdır.’’ MEVLÂNÂ CELÂLÜ’D-DİN-İ RUMİ VE MOĞOL İLİŞKİLERİ: Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumî’nin ve Ahi Evren’in (Nasreddin Hoca) yaşadığı dönem olan XIII. yy’da Anadolu’da meydana gelen siyasî ve dinî olaylar, bu olaylarda rol alan kişiler ve dinî zümreler ve siyasî aktörler, bilim ve fikir adamları ve onların çevreleri ne kadar iyi tanınır, birbirleriyle münasebetleri detaylı bir şekilde bilinirse, bu konudaki esrar perdesi bir parça daha aralanmış olur. Moğollar, Anadolu’da da farklı dinî-tasavvufî ve etnik zümreleri birbirileriyle vuruşturmaya çalışıyorlardı. Anadolu’da Türkmenleri ve Ahileri kendileri için tehlikeli buluyorlardı. Çünkü Ahilerin Türkmen halka dayanan insan güçlerinin yanında ekonomik güçleri de vardı. Ahilerin ‘’Seyfi’’ olanları da savaşçı ve silahlıydılar. Kitapta daha önce Mevlânâ hakkında hiç duymadığım birçok iddiaya rastladım. Kitapta kaynakları ile birlikte sunulan o iddiaları madde madde yazmak gerekirse; - Moğollara itaat etmenin vacip olduğunu söylemişlerdir. Güç ve kudret Moğollardadır. Güç ve kuvvet kimde ise ona itaat etmek vaciptir der. Türkmenlerin Moğollara olan ayaklanmalarını Mevlânâ hazmedememiştir. - İran’ın Belh bölgesindendir. Kendi ve oğlu Türkçe bilmez. Türk ırkını haz etmediği bilinir. - 70.000 Türkmen nüfusunun Moğollar tarafından katledilmesine ses çıkarmamış, hiç tepki vermemiştir. - Moğollardan korkuyorsanız, Allah’ı tanımıyorsunuz demektir. Siz onlara bakınca kâfir görüyorsunuz; ben ise aralarında yüz tane iman sancağı sayıyorum” diyordu Mevlânâ. - Ahi Evren’in talebesi olan ve onun yanında yer alan oğlu Alâü’d-din Çelebi aleyhinde yazmıştır. - Oğlunun cenaze namazını kılmaya gitmemiş. - ‘’Mesnevî kitabında yazdığı el yazması nüshalarında bazı beyitlerde, Alemlerin Rabbi’nden indirilmiş, Allah tarafından korunmaya alınmış olduğunu Allah’tan bir vahiy olarak geldiğini belirtir.’’ Sy116-117 - Mevlevî çevreler Mesnevî’yi Kur’an-ı Kerim’e eş değer bir kitap olarak görürler. - Mevlânâ’ya Şeyhi’r-Rum unvanı Hülagü Han tarafında bizzat verilmiştir. İşte bundan sonra Mevlânâ’ya ‘’Rumi’’ denilmeye başlanmıştır. - ‘’IV.Kılıç Arslan (Moğol Yanlısı) Mevlânâ’ya ‘’Şeyhu’r-Rum’’ (Bütün Anadolu’nun Şeyhi) unvanını vermiş. Anadolu’daki bütün şeyh ve müridlerin Mevlânâ’ya bağlanmaları mecburiyetini getirmişlerdi.’’ Sy 166 - Nureddin Caca, Mevlana’nın talebesidir. Oğlunu da katleden kişidir. En büyük katliamlardan birini gerçekleştiren Moğol komutandır. Mevlânâ, oğlunun cenaze namazını kılmamıştır. Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesinde parmağı olduğu için oğluna kırgındır. Moğollara isyan eden grupta mücadele ederken öldürüldüğü için cenaze namazını kılmıyor. - Mevlânâ’ya ve İrani çevrelere yaklaştığı ve onları himaye ettiği görülmektedir. Zaten bu çevreler Onu siyasal olarak söz sahibi makamına getirmiştir. Ahi ve Türkmen çevrelerin nefretini kazanmıştır. Devletin bu bölünmüş zayıflamış halinden ve kötü yönetiminden yararlanan Moğollar, tam bu sırada Hülagü Han’ın amcasının oğlu Baycu Noyan komutasında bir ordu ile Anadolu’ya girdiler. - ‘’Mevlânâ’yı ‘’Şeyhü’ş-şuyuhi’r Rum’’ olarak görevlendirilmiştir Mevlânâ’ya (Rumi) veya Şeyh-i Rum (Pir-i Rum) denmesinin sebebi de budur. Anadolu’daki bütün şeyhlerin ve Ahilerin O’na bağlanmaları mecburiyeti getirildi. Bundan dolayı Moğollar, sürekli olarak tahsisat kabilinden Mevlânâ’ya külliyetli miktarda para veriyorlardı.’’ - Ahilerden alınan iş ve hizmet yerlerinin Mevlânâ’nın gösterdiği kişilere verildiği anlaşılmaktadır. - Moğolların Hazinedarı Şerefü’d-dini Mavsili, Mevlânâ’nın bağlılarına harcanmak üzere; iki bin dinar getirdiğini gene Eflakî yazmaktadır. Bütün bunlar Moğolların Mevlânâ ve çevresini nasıl himaye ettiklerini açık olarak göstermektedir. - Debbağ (derici), Mar-gir (Yılancı), Hâce (Hoca) - Cuha (Oğlan çocuğuyla ilişki kurma girişimini içerir. İkincisinde ise Cuha kadın giysileri içinde kadınlar meclisine girmesidir. Her ikisinde de komik duruma düşer. Cuha, Arap topraklarından Anadolu topraklarına giren bir kavramdır.) - Mevlânâ, Ahi Evren (Nasreddin Hoca) hakkında İblis (Şeytan), Muhannes (Eşcinsel), Mar ve Ejder (Yılan), Kundeh (Pespaye) ve bunların yanısıra “Köse” ve “Hadım” gibi aşağılayıcı menfi ve kötü ifadeler kullanır. Şairlik gücü ve yeteneğini de arkasına alarak Ona haysiyet kırıcı söz ve sıfatlar yükler. Mevlânâ, Onu baş düşmanı ilân eder. Ahi Evren (Nasreddin Hoca) hakkındaki ağır hakaretamiz ifadeleri, kitabın yazarı Prof.Dr.Mikail Bayram Mevlânâ’nın yazdığı kitaplarda tespit etmiştir. - Ahi Evren’in muhannes (eşcinsel) olduğu için çocuğu olmadığını… Köse ve Kadın görünümlü olduğunu… Divân-ı Kebir eserinde ebter (zürriyetsiz) olarak nitelendirir. - Nasreddin Hoca’nın nüktedan şakacı üslubu sebebiyle ona ‘’Cuha’’ (Arap kültüründeki gülünç, komik, rezil duruma düşen herkesin kendisiyle alay ettiği tip) olarak tanımlar. - Ejder, mar (yılan), iblis, muhannes, hadım, ebter(zürriyetsiz), kundeh, pelid(çirkef), mar-gir(yılan avcısı) yakıştırmalarını Ona yapar. - Kadın elbisesi giyerek kadınlar meclisindeki edep dışı davrandığını belirtir. - Türkmen çevrelerin kadın ve erkek bir arada dini sohbet meclislerinde bulunmaları adet ve töreleri ile alay etmektedir. - Bacısı kahpe yakıştırmasıyla (bacısı Fatma Bacı, Bacıyân-ı Rumi) Anadolu Bacıları Teşkilatı liderine hakaretamiz ifade kullanır. Yunus Emre’nin hocası Taptuk Emre’nin de Aksaray’da Moğolların güdümündeki yöneticiler tarafından öldürüldüğü artık kesinlik kazanmış bulunuyor. Yunus Emre, Taptuk Emre gibi Türkmen zevatın Ahi Evren gibi meçhul kalmasının sebebi de bu olmalıdır. Bu pirler, o dönemde Anadolu’yu işgal eden Moğol iktidarı ve bu işgalci gücün hizmetinde olan yöneticilerle yani Selçuklu devlet adamları ile mücadele halinde bulunmuşlardır. Mevlânâ Celâlü’d-din-i Rumi ise bu üç zata şiddetle muhalif olup çeşitli vesilelerle onlara ağır hakaretlerde bulunmaktadır. Moğollar’ın Anadolu’yu işgal etmesi sonrası Moğollar, Türkiye Selçukluları yönetimine müdahale ederek kendi çıkarlarına uyumlu bir yönetimi iktidara taşır. Ahi ve Türkmen çevreler, Moğol iktidarını kabullenmez, baş kaldırır. Ancak bu tavır pahalıya mal olur. Mevlânâ’nın ‘’Mesnevî’’ ve ‘’Divân-ı Kebir’’ de bu zat hakkında kullandığı söz ve ifadelerle onu birçok defalar anmış ve ahlâki zaafı olan bir kişi olarak göstermiştir. İktidar, yeni sultandan ferman alarak Anadolu’daki bütün şeyhler ve müridlerin Mevlânâ’ya bağlanma mecburiyeti getirdiler. Mevlânâ’ya bağlanmayı kabul etmeyenlerin iş yerleri, tekke, zaviye, medrese ve kurdukları vakıflar müsadere edildi. Bu uygulamaya karşı direnenler ya öldürüldüler veya göçe zorlandılar. Mevlânâ’nın Ahi Evren hakkında ‘’Mesnevî’’ ve ‘’Divân-i kebir’’de kullandığı bazı ifadeler: Bu ifadelerden bazıları, Ahi Evren’in Anadolu’da namı ve şöhretiyle ile ilgili, bazı ifadeler ise hakaretamiz ifadeler olarak gözükmektedir; ŞEMSİ TEBRİZİ: Mevlânâ ile Moğollar arasındaki diyaloğu kuran aracı kişinin de Şems olduğu iddia edilir. Şems, Anadolu’da Moğol aleyhtarlığına karşı mücadeleler yürütmüştür. O dönemde İslâm aleminin hippileri olan ve bahşılara benzeyen “Kalenderler”, köy köy kasaba kasaba dolaşıyorlar, kendilerine şiş batırma, ateşle oynama gibi oyunlar sergileyerek halkın ilgisini çekmişlerdir. Anadolu’daki bu Cavlakîler kaşlarını, saçlarını, bıyık ve sakallarını ustura ile traş eder, ellerinde keşkül, bellerinde zenbil köy ve kasabalarda gezer hariku’l-ade oyunlar sergileyerek halkın ilgisini çeker, dilencilikle geçinirlerdi. Böyle bir yaşayışta olmalarından dolayı Ahiler, onlarla ve bu uygulamalarıyla mücadele ediyorlardı. Çünkü Ahilere göre tufeyli(Asalak) yaşamak, haramdır.’’ - sy 183 Kayseri’de cereyan eden bu olay sırasında bir Kalenderi şeyhi olan, Şems-i Tebrizî de buradadır ve müridleri ile birlikte Moğol yanında bulunmaktadır. (Kösedağ Savaşında Moğollarla birlikte Cavlakilerle bu katliamı birlikte gerçekleştirmişlerdir.) FİNAL NOTU: Kitaptaki iddialar bu şekildedir. Bu iddiaları dile getiren sadece Prof.Dr.Mikail Bayram değil Tarihçilerin Kutbu sayılan Prof.Dr.Halil İnalcık da benzer iddiaları çok önceleri gündeme taşımıştır. Karşıt görüş olarak; Diğer tarihçiler de Mevlânâ’nın Moğolları kendi yanına çekerek Müslüman ettiğini, Moğollara yanaşma politikasının aslında onları kendi saflarına çekme politikası olduğunu iddia ederler. Örnek olarak da Moğollar’ın Mevlânâ etkisi ile ‘’Anadolu İlhanlı Devleti’’ne dönüştüğünü gösterirler. Bu tarz konuları, halk insanlarının değil ‘’Bilim İnsanları’’nın tartışarak aydınlatması gerekir. Lakin iki şahsiyet de Anadolu’nun o dönemdeki en büyük iki filozufudur. Bazı fikir ve san’at adamları da vardır ki, belli bir siyasî otoritenin gölgesinde şöhretin zirvesine yükselir. Bazıları da kendi dönemlerindeki siyasî otoriteye muhalif bir konumda olmalarından dolayı siyasî gücün hışmına maruz kalarak nam ve nişaneleri unutulmaya ve silinmeye mahkum olup tarihin karanlık sayfalarına terk edilmişlerdir. Bu kitapta bu çerçeveden iddialar incelenmiştir. Ahi Evren, Moğol yanlısı iktidara baş kaldırının sembol ismidir. Bu sebepten dolayı tarih sayfalarında adı unutturulmuş, izi silinmiştir. Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud gibi büyük bir ilim ve fikir adamının 700 yıl tarihin karanlıklarında unutulmaya mahkum edilmesi, yürek burkan bir hadisedir. 25 kadar baş yapıt sunmuştur. Felsefi ve mantikî meseleleri nükteli, esprili bir biçime sokarak çok kolay anlaşılır hale getirmiştir. Devrin en büyük filozofu olarak nitelendirilir. İşte bu kitap böylesi bir haksızlığa uğramış önemli bir tarihî figürün esrar perdesini aralıyor.
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlana Mücadelesi
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlana MücadelesiMikail Bayram · Çizgi Kitabevi Yayınları · 202072 okunma
·
795 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.