Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Müslüman Toplumların Geri Kalma Sebebi (Ahmet Kuru)
Ahmet Kuru San Diego Eyalet Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi profesörü. Yine, aynı üniversitedeki İslami ve Arap Çalışmaları Merkezi’nin de başkanı. Üretken ve titiz bir akademisyen. Yayınları referans özelliği yüksek çalışmalar. Kitapları uluslarası saygın yayınevlerinde yayınlanıyor. Ahmet Kuru’nun akademik çalışmaları Arabça, Çince, Fransızca, Türkçe de dahil olmak üzere çesitli dillere tercüme edildi. Sırada, Cambridge Üniversitesi tarafından basılacak önemli bir kitabı var. Kitabın adı: Islam, Authoritarinism, and Underdevelopment: A Global and Historical Comparison. (…) Gerek medyada, gerekse akademide bu konular tartışıldığında iki tez ön plana çıkıyor. Birinci teze göre suçlu İslam dini. Ziya Paşa da bir şiirinde bu tezin Osmanlının son dönemi aydınları arasında yaygınlaştığını yazıyor. Bu tez haklı değil; zira 8. ve 11. asırlar arasında Müslümanlar hem felsefe ve bilim alanında, hem de sosyo-ekonomik kalkınma alanında çok büyük başarılara imza attılar. Eğer İslam’ın gelişme ile ilgili bir temel sorunu olsaydı bu başarılar mümkün olmazdı. Diğer tez ise, sizin de dediğiniz gibi, sorunların temelinde Batı sömürgeciliğinin olduğu iddiasıdır. Bu tez de ikna edici değil, zira Batılı ülkeler Müslüman ülkeleri direk veya dolaylı olarak sömürgeleştirmeye büyük oranda 19. yüzyıl ortalarında başladılar. Bu tarihte Müslüman ülkeler zaten bilimsel ve sosyo-ekonomik bir durağanlık içindeydiler. Kısacası Batı sömürgeciliğini geri kalmışlığın ana sebebi yerine bir sonucu olarak görmek mümkün. Sömürgecilik tabii ki Müslüman ülkelerde çok yönlü tahriplere yol açmıştır. Ama sorulması gereken asıl soru Müslümanların nasıl olup da Batı karşısında bu kadar zayıf ve çaresiz bir duruma düştükleridir. Benim açıklamam din, devlet, bilim ve ekonomi gibi alanların birbirleri üzerinde egemenlik kurmaması; her alanın diğerlerinin otonomisini kabullenmesi gerekliliğine dayanıyor. İslam tarihinin ilk döneminde, yani 11. yüzyıl sonuna kadar geçen beş asırlık süreçte, alanlar arasında genel olarak bir ayrışma bulunduğunu dört sınıf arasındaki ilişkilerden anlıyoruz. Dört sınıftan kastım: devlet idarecileri, din alimleri, filozoflar ve tüccarlar. İlk dönemdeki din alimleri geneli itibariyle devlet ile aralarına bir mesafe koymuşlardı. Şii alimlerin Emevi ve Abbasi devletlerine muhalefetleri zaten bilinir. Bunun yanı sıra Sünnilerin dört fıkıh mezhebi kurucuları olan Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel de devlete memur olmayı reddetmiş; dahası bu tutumlarından dolayı devlet zulmüne maruz kalmışlardır. Yapılan bir bilimsel araştırmaya göre 8. asırdan 11. asır ortasına kadarki sürede İslam alimlerinin veya ailelerinin yüzde 72’si ticaret ve zanaatkârlık ile geçiniyorlardı. Devletten maaş alanları yüzde 8’lik bir azınlıktı. Kalan yüzde 20 kadarı ise çok değişik mesleklerde çalışıyorlardı. Bu dönemde Müslüman ülkelerde derin bir fikri ve dini çoğulculuk yaşanmaktaydı. Tüccarlar hem İslam alimlerine hem de filozoflara maddi destek sağlıyorlardı. Tüccarların ekonomi ve sosyal hayat üzerinde önemli bir etkileri söz konusu idi. Aynı dönem Batı Avrupa’sında ise hakim sınıflar askeri aristokrasi ve Katolik Kilisesi’nin idaresindeki ruhban sınıfı idi. On birinci yüzyıl hem Müslüman ülkelerde hem de Batı Avrupa’da değişimin başladığı dönem oldu. Batı Avrupa ekonominin gelişimi ile tüccar sınıfının yükselişine ve üniversitelerin açılışı ile bir entelektüel sınıfın doğuşuna sahne oldu. On birinci yüzyılda Müslüman dünyada ise devlet kurumu, özellikle Gazneli ve Selçuklu örneklerinde, eskiye oranla çok daha askeri bir nitelik kazandı. Bu askeri devletler siyaseti, ekonomiyi ve dahası dini yeniden dizayn etmeye yöneldiler. Toprakların askeri memurlara dağıtımını sağlayan ikta sistemi özel toprak sahiplerini ve tüccarları zayıflattı. İdareciler Nizamiye adı verilen medreseler kurarak, din alimlerini devlet memuruna dönüştürecek süreci başlattılar. Bu yeni düzende ulema ile devlet adamları arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifak tüccarlar sınıfını zayıflattı ve filozoflar sınıfını (uzun vadede) yok etti. Tarihi süreçte değişimler yaşansa bile genel itibariyle ulema-devlet ittifakının ana temellerinin sağlamlığı ile tüccar sınıfı ve entelektüellerin zayıflığı Müslüman ülkelerde günümüze kadar devam etti. (…) Osmanlılar bilim ve felsefe konusunda önemli bir başarı ortaya koyamamışlardır. Astronomi konusunda Fatih döneminde Orta Asya’dan Ali Kuşçu’nun gelmesi ile bir canlılık olmuşsa da 1580’de Takiyuddin rasathanesi şeyhülislamın isteği, padişahin onayı ve donanmanın bombalaması sonucunda yıkılmıştır. Bu tarihten Tanzimat’a kadar Osmanlı’da bilimsel çalışmalar, Katip Çelebi’nin bazı tercümeleri dışında, yok denecek kadar azdır. (…) Katip Çelebi’den bir asır önce Kopernik güneşin dünya etrafında değil, dünyanın güneş etrafında döndüğü tezini ortaya atmıştı. Batı Avrupa gerek astronomide gerekse coğrafyada önemli ilerlemeler katetmekteydi. Müslümanlar bu gelişmelerden kopmuş durumdaydılar. (…) Araştırmam Müslümanların bugünkü otoriterlik ve sosyo-ekonomik geri kalmışlık sorunlarının kökenlerini 11. yüzyıl sonrasında felsefe ve bilimdeki durağanlıklarında arıyor. Bu durağanlıktan dolayı siyasi ve ekonomik felsefe Müslüman ülkelerde gelişmedi. Müslümanlar güçler ayrılığı, muhalefet, temsiliyet, yöneticilerin hesap vermesi, mülkiyet hakkı, vergi oranlarını belirlemede katılımcılık gibi siyasete ve ekonomiye dair kavramları, teorileri geliştiremediler. Bu kavram ve teorileri geliştiren İbn Rüşt ve İbn Haldun gibi nadide şahsiyetlerin kitaplarını da ya yaktılar ya da unuttular. (…) Türkiye ve Mısır gibi ülkelerde bugün muhafazakar kitleler neden tek adam rejimine veya devletin özel mülkiyete el koymasına yeterince tepki göstermiyorlar? Neden bu kitleler toplumsal sözleşme önemlidir, özel mülkiyete dokunulamaz, demiyorlar? Çünkü bu konularda yüzyıllar boyunca siyasi ve iktisadi felsefe üretememiş bir entelektüel geçmişe sahipler. Osmanlı İmparatorluğu’nda ne bir Jean-Jacques Rousseau yetişti, ne de bir Adam Smith. Sonuç ortada. Siyasi ve iktisadi düşüncenin ötesinde astronomi, tıp, mühendislik gibi bilim dallarında Osmanlı’nın Batı Avrupa’ya oranla geri kalmışlığı zaten çok net bir durumdur. (…) On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Müslüman ülkelerde reform yapmaya çalışan devlet adamları sorunların temelinde entelektüel ve burjuva sınıflarının zayıflatılmış olmasının yattığını göremediler. Reformist devlet adamlarının çoğu askeri bir kökenden geldikleri için entelektüellerin ve burjuvazinin önemini kavramaları sınıfsal açıdan kolay değildi. Türkiye, İran, Mısır, Tunus gibi ülkelerdeki modernist hareketlerin temel sorunu tepeden inme otoriter politikalar ile ülkelerini Batı seviyesine çıkarabileceklerini sanmaları idi. Halbuki sorunların temeli sadece ulemanın etkili olması değil, bunun ötesinde entelektüel ve burjuva sınıflarının zayıflığı idi. Devlet idarecilerinden bağımsız fikir üretebilen yaratıcı bir entelektüel sınıfı olmadan ve yine idarecilerden bağımsız serbest teşebbüste bulunan üretici bir burjuva sınıfı olmadan, sadece ulemayı zayıflatıp yerine bürokratları güçlendirmek ile Müslümanların sorunlarını çözmek mümkün değildir. Bu açıdan bakınca da modernist projeler Müslümanların entelektüel ve sosyo-ekonomik sorunlarını çözememişlerdir. (…) Dünyada şu anki Müslümanların genelinin zihniyeti ve pratiği din-devlet ayrımına ters. Sadece İslamcılar değil nerdeyse tüm tarikat ve cemaatler din ve devletin iç içe olmaları gerektiğini açıkça veya gizlice savunuyorlar. Kitabım bu zihniyet ve pratiğin İslam’ın ana mesajı ve ilk beş asırdaki tecrübesine dayanmadığını, aksine bu tecrübeye zıt olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. Günümüzdeki ulema-devlet ittifakı ve daha geniş manasıyla din-devlet beraberliği düşüncesi on birinci asırda ortaya çıkmış olan bir model ve anlayış. (…) Türkiye’de şu anki gidişat din, devlet, bilim ve ekonomi dahil olmak üzere tüm alanların birbiri içine girmesi şeklinde özetlenebilir. Bu durumun devam etmesi her alanda çöküşü netice verecektir. Gerek Türkiye özelinde gerekse dünya çapında Müslümanlar sorunlarını çözmek istiyorlarsa, alanları ayırmalı, özellikle de entelektüel sınıfın yaratıcı fikirlerini ortaya koyabilmelerine ve burjuva sınıfın serbest teşebbüsle üretim yapmasına destek vermelidirler.
·
566 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.