Gönderi

Notlar: Kitlelerin, millet olma çabalarında rehber edindikleri prensiplerin siyasî doktrin haline gelmesine milliyetçilik diyoruz. Gerek hürriyet kavramı gerekse self-determinasyon fikri ilk izahını aslında siyâsî gaye ve hareketlerle ilgisi olmayan filozof Kant’da buldu. Kant’ın ahlâk felsefesine göre ahlâkın kaynağını tabiatta aramak yanlıştır, çünkü tabiata ait bilgilerimiz bize ahlâkî davranış hakkında bilgi veremez. Ahlâkın kanunlarını tabiatta- değil, kendimizde arayacağız. Kedouri kitabın son bölümlerinde bu konudaki spekülasyonları ve bunlara bağlı olarak çeşitli milliyetçilik hareketlerinin’ karşılaştığı problemleri inceliyor. Onun kanaatına göre şimdiye kadar milliyetçilerin millî birliğin esası diye gösterdikleri unsurların (dil, ırk vs.) hiçbiri gerçekte onların iddialarını destekleyecek birer millî karakter vasfı sayılamaz. Kedouri’nin bazı kavramları yanlış, kullanmak yüzünden sık sık teşhis hatalarına düştüğü de görülüyor. Bunların en önemlisive dikkate değer olanı antropoloji dilinde ‘yerli hareketler’ denilen reaksiyonlarla milliyetçilik hareketlerinin birbirine karıştırılmasıdır. Kedouri’ye göre batı kültürünün yerli kültürler üzerindeki başlıca tesiri onun kabile kültürünü bütün sosyal ve siyasi gelenekleriyle birlikte yıkmış olmasıdır. Bu yıkıcı tesirin bir neticesi olmak üzere ortaya çıkan atomize cemiyetler milliyetçilik bir kurtuluş yolu aramakta, artık bir daha bulunamayacak şekilde kaybolmuş olan eski nizamı yeniden getirmeyi ümid etmektedirler, Hakikatte onun bahsettiği ‘geçmişi diriltme’ hareketler milliyetçilik cereyanına karşı mahallî reaksiyonlardan ibarettir. Milliyetçilik, 19 uncu asrın başlarında Avrupada icadedilen bir doktrindir. Bu görüş, kendi hükümetini kurmağa yetecek nüfus birimini tayin, devlet kudretini meşru şekilde kullanma, ve devletler topluluğunu gereği gibi düzenleme ölçülerini temin edecek bir kıstas verdiği iddiasındadır. Kısacası, bu doktrin insanlığın tabîatile milletlere bölündüğünü, milletlerin de tesbitle mümkün muayyen vasıflarıyle tanındığını, ve tek meşrû hükümet şeklinin milletlerin kendi kendilerini idare etmeleri olduğunu ileri sürer. Hakikaten de, büyük cinayetler adalet sağlıyacak tek yol imiş gibi gözüküyordu: Yine Saint Just “Acımadan, korkmadan, insanlığa saygı duymadan, herşeyii âmmenin menfaatine feda eden' mukaddes vatan sevgisi korkunç bir hususiyet taşır”, demiştir. Başarılı bir ihtilâlin kurup yaydığı bu üslûp, 1789’dan sonra Avrupada gittikçe rağbet buldu. Bunun tesiri ile Milliyetçili gibi doktrinler gelişti ve mükemmelleşti. Ama öyle bir neticeyi arzulayan yalnız Fransız İhtilâli olmamıştır. Fikir âlemindeki diğer bir ihtilâl bir uslûbu kuvvetle destekliyordu. Tabiat âlemi nasıl ahlâkî değerlere kaynak olamazsa, Tanrının iradesi de öylece olamaz. Eğer Tanrının iradesi kat’î emirin temeli olursa, İnsanlar harici bir iradenin emrile hareket ederler, hürriyet yok olur, ve, ahlâkın mânası kalmaz. İşte Kant’m "yeni formülü” budur: iyi niyet, ki hür iradedir, aynı zamanda muhtar irade demektir. ı iradenin iyi olmak İçin, İyiyi serbestçe seçmesi, ve iyinin ne olduğunu bizzat ve kendisi için kararlaştırması lâzımdır. Adetâ kanun koyma mevkiinde bulunan iradenin bu muhteşem vasfını belirtmek için de Kant, böyle yapmak, "-bu benim arzum ve benîm zevkim”, demektir diye açıkça İfade eder. Bütün mütevazı telkinlerine rağmen, böyle bir doktrin, iddiaları ile yıkıcı, ve reddettikleri ile de inkarcı olmuştur. Şair Heine "Bir ihtilâlci olarak Kant, Robespierre’i gölgede bırakır”, demekte haklıdır. Çünkü Kant’ın doktrini, ferdi, Fransız ihtilâlcileri veya onların aydın öncüleri tarafından asla tasavvur edilmemiş bir şekilde, kâinatın tam merkezi, hakemi, ve hâkimi haline getirmiştir. Fakat Kant, görüldüğü üzere, siyaseti kendi ahlâk doktrini kaidelerine göre İncelemeye teşebbüs etmiştir. Ayrıca da, fikirlerini herkesin okuyacağı kitaplara yazıyordu. Böyle olunca da, bunları okuyup inananlardan birçokları bu felsefenin, gerçek siyâsî davranışın anahtarını elinde tuttuğuna kanaat getiriyordu. Hakikaten bunlardır ki Kant’ın İrade muhtariyeti doktrininin maksadını bu derecede genişletmişler- ve bundan alabildiğine siyasî neticeler çıkarmışlardır. Gerçekten de, bir kimse ancak kendi tecrübeleri vasıtasiyle aklî olgunluğa erişebilir ve bu tecrübeleri yapabilmek için de o kimsenin hür olması lâzımdır”. Burada muhtariyeti siyasetin esas gayesi yapan düşünce tarzı bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. İyi bir insan, muhtar bir insandır; ve onun bu muhtariyeti gerçekleştirmesi için hür olması şarttır. Böylece, kendi kaderini tayin, en yüce siyâsî fazilet haline gelir.
·
172 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.