Gönderi

232 syf.
·
Not rated
·
Read in 8 days
Ah be zaman. Geri gelsen olmaz mı?
Bazı planlarımız vardır veya yapacaklarımız. Deriz ki yarın olsun yapacağım. Yarın olur ve şartların tam olgunlaşmadığını varsayarız. Ve deriz ki kendi kendimize: “Hele biraz daha zaman geçsin.” O zaman geçer durur, ama şartlar bir türlü olgunlaşmaz. Yapacağımız şeyi yapmaya bir türlü cesaretimiz olmaz. Daha iyi anlatabilmek amacıyla kendi mesleğimden bir örnekle yola çıkayım: Mesleğimizde bir kamudan gelenler vardır, bir de özel sektörden. Kamuda çalışan büyüklerimin anlattıkları ve benim gördüklerimden yola çıkıyorum. Ben kamudan gelmediğim için bahsedeceğim örnekteki durumu ben yaşamadım ama buna benzer çok durumla yüz yüze geldim. Kamuda çalışan ve 3 yılın sonunda yeterliliğini alan, ayrıca toplamda belli bir süreyi dolduran kişi, isterse istifa edebilir ve belli bir unvanla özel sektörde kendine ait işyeri açabilir. İşte bu süre dolunca başlar herşey. Ya istifa edilecek, özel sektöre dalınacak, müşteri kovalanacak, gelir gider hesapları yapılacak, işçi çalıştırılacak vs. ya da kalmaya devam edilecek. Sonra başlar beynin oyunları: “tam hazır değilsin, şimdi sudan çıkmış balığa döneceksin, biraz zamanla kendini alıştır, bir yandan bağlantılar kur, sonra istifa edersin” der. Kendimizce beyin haklıdır. Hemen öyle balıklama dalınır mı? Biraz ön hazırlık yapmak lazım. O üç-beş yıl bitmek bilmez, ön hazırlıkla geçer. Sonrasında da çocuklar, okulları, ev, araba… yeni maceralara atılmaya ne gerek var? Çocuklar büyüsün hatta evlensin sonra bakarız! Hakkım baki değil mi? Sonra istifa ederim, deriz. Tabii sonrasında yaş elliye dayanmıştır. Eskisi gibi cevvallik de kalmamıştır. Öyle olunca da mazallah kalp, stres… sonra hayat da kısa, değmez yeni maceralara, der, emeklilik yolunu gözleriz. 65 yaşında emekli olduktan sonra, bir bakarsınız ki: geçen bir ömür… Daha yolun başındayken daha çok zamanımız var dediğimiz günler… Hepsi geçmiş gitmiştir artık. İşte romandaki Teğmen Drogo’nun durumu da aynen böyle bana göre. Daha ilk gününde tayin istemek maksadıyla girdiği kalede, ölünceye kadar kalması. Hepimizin bu ve buna benzer durumları yok mudur?(Kendi adıma konuşuyorum, hem de çok. Sizi bilemem). Bir türlü karar verip de o büyük adımı atmaya cesaret edemediğimiz zamanlar. Sonrası da adeta bir girdap gibi, öğütme makinası gibi içine çekiyor. Girdaba kapıldığınız zaman da artık çıkış yapmanız neredeyse imkansız. Sizi içine çekiyor, öğütüyor ve artık göz başka bir şey görmez oluyor. Oysa kafayı kaldırıp bakabilecek cesaret gösterilse, o vakitten sonra bile bir çok şey değişebilecek. Ama o cesaret de kalmamıştır artık. Çünkü artık öğütüldüğümüz biçime, bir kalıba girmişizdir. O kalıbın dışına mı çıkmak: Asla. Böylece bitip giden bir hayat… Kendimden de parçalar bulduğum kitabı kah içim burkularak, kah belki bir şeyler değişir umuduyla okuyup bitirdim. Hoş bir tat bıraktı bende. Romanda fazladan olmasını arzu edebileceğim tek husus; Buzzati’nin keşke roman kahramanları ile bazı belli kişilerin, iç dünyasına biraz daha yönelmesi olurdu. Kendi dünyalarında verdikleri amansız savaşı, kendi kendilerinin iç dünyaları ile yaptıkları konuşmaların daha yoğun olmasını isterdim. Kitabı ben sevdim.
Tatar Çölü
Tatar ÇölüDino Buzzati · İletişim Yayınevi · 201813.5k okunma
·
138 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.