Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

346 syf.
9/10 puan verdi
Serhan Yücel’in genç sayılacak bir yaşta Demokrat Parti’nin bünyesinde yer alması, bilgi ve tecrübe açısından onun kitap çerçevesinde bakış açısını güçlü kılan en önemli özelliğidir. Daha önce yaptığım Demokrat Parti okumasında elde ettiğim bakış açısının üzerine, meseleye Serhan Yücel’in penceresinden eğilmek bu anlamda faydalı oldu. Kitabın Osmanlı Devleti’nde kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası’ndan başlayarak 1992’de kurulan Demokrat Parti’ye kadar geçen vetireyi sistemli ve tutarlı bir bütün içerisinde aktarması ise hafızada kalıcı bir iz bırakıyor. Bu açıdan yazarın ve metnin alan açısından büyük faydası vardır. Kitabın sunuşunda Fuad Köprülü için yapılan alıntı oldukça şaşırtıcı oldu. Demokrat Parti’li Samet Ağaoğlu’nun ablası Süreyya Ağaoğlu onun için şu ifadeleri kullanmış: “Siyasî hayata atılmana diyeceğim yok. Fakat kimlerle beraber olacaksın? Düşündün mü bunu? Bayar, evet… Menderes’i tanımam. Koraltan’ı şöyle böyle bilirim. Ama Köprülü’yü iyi tanırız değil mi? Tâ çocukluğumuzdan beri… Onun ne kadar vefâsız, dedikoducu, arkadan vurucu olduğunu bilmiyor musun? Ziya Gökalp’e, babama yaptıklarını, Mütareke’de Ali Kemal’le beraber olduğunu, Reşid Galib’i nasıl hançerlediğini hatırlasana… Atatürk’ün arkasından söylediklerini şimdi İsmet Paşa için söylüyor. Fuad Bey’in arkasından nasıl gidersin sen?”. Bu ifadeler benim karşılaşmayı hiç ummadığım bir durumdur. Siyasetin ne kadar yakıcı ve insanları manipüle edeceğinin güçlü bir ispatıdır. İlim tarihimizin kıymetli bir isminin siyasi hareketlerinden dolayı geldiği noktanın böyle olması birçok kalıp düşüncemin de yeniden sorgulanmasına neden oldu. İbrahim Temo tarafından 1909 tarihinde kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası’nın ortaya çıkışı ve genel anlamıyla siyasi tarihimiz açısından faaliyetleri, yayıncılığı ve fırkanın programı açısından taşıdığı önemden bahsetmektedir. 1946’da kurulacak olan Demokrat Parti’ye geçmeden evvel, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili siyasi hayatından ve gelişmelere değinerek çok partili hayata geçişin denemeleri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası süreçlerinin bir resmini görüyoruz. Çok partili hayatın aktif olarak hayata geçmesinde büyük etkinin savaş sonrası yeniden kurulan dünya düzeninin devlet yönetimlerine olan yansıması demokratikleşme adımları ile olmuştur. Bu bağlam artık Türkiye’de demokratik düzenden yana olmuş ve yüksek etki gücüne sahip Demokrat Parti, 1946’da Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü tarafından teşkil edilmiştir. Etkili oluşundaki nedenlerden biri de, bahsi geçen dört ismin CHP’den ihraç ve istifa ile ayrılmış olmasıdır. CHP içindeki muhalif kanadı oluşturan bu isimler meclis tarafından alınan kararlar noktasında ayrışmış ve hakiki bir ayrılığın ve muhalifliğin neticesinde ise halk DP’nin tarafında durarak ilk fırsatta onları iktidara taşımıştır. Demokrat Parti yaptığı ilk kongre parti ve siyasi tarihimiz açısından önemlidir. Mümtaz Faik Fenik kongre için şu ifadeleri kullanıyor: “Demokratların yapacağı kongre, tıpkı Erzurum ve Sivas kongreleri gibi dönüm noktasıdır.” Yine ona göre kongrenin büyük bir heyecan ve coşku içerisinde geçerek partililerin çarpıcı konuşmalarının arka planında, muhalefet olmanın değil iktidarı hedeflemenin itici gücünün bulunmasıdır. CHP’nin gözü önünde gerçekleşen, büyük heyecana sahne olan muhalefet partisinin teşkili onlar açısından endişeyle karşılanmıştı. Muhalefetin baskısıyla daha itidalli adımlar izlemek zorunda kalan CHP yönetimi içten içe bu gidişatın iktidarı kaybetmek olacağını hissediyordu. Bunun içinde işe yaramayacak bir direnişe başlamışlardı. Her türlü yıldırma hareketine karşı DP’liler sakince ve demokratik haklarını öne sürerek karşı baskı oluşturmaya devam ediyordu. Nihayetinde karşı durmanın bir çare olmayacağını anlayarak seçim düzeni de başta olmak üzere demokrasi planın eksik olan taşları bir bir yerine oturtulmaya başlanmıştı. 1950 seçimine işte bu zihin yapısıyla gidilmişti. 1950 seçimleri DP’nin büyük ve tarihi zaferiyle sonuçlanmıştı. Artık sıra devlet kadrolarının şekillendirilmesine geçmişti. Celal Bayar bu noktada Adnan Menderes’e başbakanlık ve parti genel başkanlığı için kimin uygun olacağını sorduğunda Menderes, Başbakanlığa Fuad Köprülü, parti başkanlığına ise Karaosmanoğlu’nun uygun olduğunu söylemişti. Ancak Bayar, bunu kabul etmeyip hem başbakanlığa hem de parti başkanlığına Menderes’in gelmesi için onu ikna etmişti. Böylece on yıllık DP ve Menderes rüzgârı memlekette esmek için hazırdı. Aynı zamanda artık söz milletindi… DP iktidar geçer geçmez önce askeri makamlar üzerinde değişiklikler yaptı. Değişilmesi gerekli görünen ve önemli noktalara Menderes müdahalelerde bulundu. Ardından aynı değişiklikler valiler içinde söz konusu hale geldi ve yönetimler Menderes’in tercihine göre değişmiş oldu. Kısa zaman sonra halkın büyük bir hasretle beklediğinin farkında olan Menderes, Arapça ezan yasağını kaldırarak halkın kendisine olan desteğini ve inancını perçinlemiş oldu. Halkın yanında olduklarını gerek seçimlerde köy köy gezilmesi ile gerekse iktidarının hemen başında yapmış olduğu faaliyetler ile göstermiş oluyordu. Her ne kadar bu büyük desteğin bir noktadan sonra rehaveti çağırıyor olmasını hesaba katmamış olsalar da 1954’e kadar geçen dört yıllık süreçte rüya gibi bir desteğe sahip olmuşlardı. Bu süreçte gerçekleşen Kore Savaşı da ülkemiz açısından stratejik bir öneme sahipti ve iyi yönetildiğini düşünüyorum. Nitekim akabinde gerçekleşecek yerel seçimlerin sonucunda bunun halk açısından da olumlu olduğunu görmekteyiz. Seçim sonrası vetirede halk seçim öncesi dile getirilen vaatleri artık görmek istiyordu. Bu sebeple milletvekillerine baskıda bulunuyor ve dertlerini anlatıyorlardı. Yapılan grup toplantılarında halkın isteklerine cevap vermekte sıkıntılar yaşanmasıyla birlikte parti içinde meydana gelen muhalefet kanadının bir bölümü de milletvekillerinin makam mevki arzularından, yakın çevreleri için bekledikleri torpil ve adam kayırmalarının gerçekleşmemiş olmasıydı. Bir kısım partili ise gidişatın CHP yönetimi ile benzerlik göstermesinden dolayı muhalefet elbisesini giymişti. Parti içinde bu kimseler 61’ler hareketinin mensupları olarak anılmıştı. Bu hadiseler gerçekleşirken Türkiye’yi uzun yıllardır iki kısma ayırmış olan ve hâlâ üzerinde tartışmalar devam eden Atatürk’ü koruma kanununun ortaya çıkmasına neden olan hadise patlak vermişti. Şubat 1951’de Kırşehir’de bulunan Atatürk büstüne zarar verilmesi üzerine halk protestolara başlamıştı. Bu durum neticesinde hükümet Atatürk aleyhinde işlenen suçlara karşı kanun tasarısını hazırlamaya koyuldu. Mecliste bir kısım kimseler ise kişiye özel kanun çıkartılmasının demokrasiye muhalif bir iş olacağını vurgulamıştı. Ancak 50 ret oyuna karşı 232 oyla kabul edilmişti. Yine devam eden vetirede, İnönü döneminde para ve pullardan kaldırılan Atatürk’ün resmi, DP iktidarında geri getirilmişti. Bu iki örnek ise DP yönetiminin ilkesel olarak Mustafa Kemal Atatürk ile herhangi bir mücadelesinin olmadığını ancak CHP ve çeşitli yönetmeliklerle mücadele içinde olduğunu göstermektedir. Türkiye, SSCB ve ABD kıskacında akıllıca hareket durumundaydı. SSCB’nin tehlike arz eden tavır ve tutumları hükümeti ABD ve Avrupa ülkeleri ile sıkı ilişkilere sevk ediyordu. NATO’ya giriş sürecinin temelinde de bu düşünce yatmaktaydı. NATO üyesi olduktan sonra memlekette de bir takım radikal değişiklikler göze çarpmaktadır. Hükümet, Türkiye’deki aşırı ideolojik grupları dağıtmaya başlamıştı. Bu süreç Türk Milliyetçiler Derneği ile inkılap karşıtı olduğu iddia edilen Millet Partisi’nin kapatılmasından sonra Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına kadar uzanmıştı. Yine üzerinde çokça tartışılan bir mesele olan Köy Enstitüleri hakkında yapılan geniş araştırmalar neticesinde Prof. Rıfkı Salim Burçak, iki ayrı öğretmen sınıfının da görüşlerinin dinlenildiğini ve ihtiyaca cevap vermediği gerekçesiyle iki ayrı eğitim kurumunu bir nevi birleştirerek öğretmenler arası farklılıkları ortadan kaldırmışlardı. Bakıldığında tarih boyunca birçok kurum belli zamanlarda büyük işler görmüş olsa da kimi zaman uzun yıllar kimi zaman da çok kısa süre içerisinde işlevselliğini yitirmiştir. Şuan için Köy Enstitüleri’ni de bu bağlamda değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. DP iktidarının teşkilatlanma açısından artık bir eksiği yoktu. Halk ve meclis gücü elindeydi. 1954 seçimlerine bu güçle gidiliyordu. Muhalefeti ile aralarında henüz sert mücadeleler başlamamıştı. Yalnız muhalefet daha sakin ve akıllıca hareket etmesi gerektiğini kavramıştı. Çünkü olağanüstü güç DP’yi bir parça da olsa rehavete sürüklüyordu. Yeni partilerin açılması ve hükümetin rehavete kapılmaya başlaması neticesinde 1954 seçimlerinde oylarda düşüş gözleniyordu. Ardı sıra gelişen olaylarda Menderes’in sık sık hükümet kurması, yerel seçim çalışmaları ve bir kriz olarak 6-7 olayları siyasi gündemi meşgul etmekteydi. Dördüncü kongreden sonra kurulan dördüncü Menderes hükümetini ise yapılan antlaşmalar ile beraber patlak veren Kıbrıs sorunu beklemekteydi. Kıbrıs sorununun ve dış politikadaki yoğun hareketliliğin yoğun olduğu süreçten sonra 1957 seçimlerine gelinmişti. Bu seçimlerde yaşanan ciddi oy kaybını, Milli Korunma Kanunu’nun başarısız uygulanışından dolayı; cam, lastik, pil, inşaat malzemesi, çay, kahve gibi önemli maddelerin temininde sorunlar yaşanmıştı. Bu sorunlar doğrudan seçimlere etki etmişti. Bir başka nedeni ise muhalefetin artık muhalefet yapmanın kurallarını öğrenmiş olmasıydı. DP’nin muhalefette sürdürdüğü politikaları bu sefer CHP ve diğer muhalif çevreler sürdürüyordu. İktidarın kısa sürede çözülmeye başlayan yönleri ile muhalefetin güçlü söylemleri de yine aynı şekilde seçimlerde kendini belli ediyordu. Basında meydana çıkan baskılarında seçimde etkisi yok değildi. Ancak ağırlıklı sebepler arasında, halkın yeni yüzler görmek istemesine karşın partililerin kendi çevrelerince adaylar öne sürmesi ve bunların ise halkın yanında olmaktan çok siyasi gücün içerisinde yer almak kaygısı taşıması bardağı taşıran son damla olmuştu ve seçimlerde ciddi bir oy kaybına neden olmuştu. Bundan sonra gerçekleşecek olan hadiselere baktığımızda ise artık Adnan Menderes’in ve dolayısıyla Demokrat Parti’nin sonuna doğru giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini görüyoruz. Dokuz Subay Olayı, ekonomik kriz, gerçekleşen davalar ve Menderes’in uçak kazasından sonra gördüğü muhteşem ilgi karşısında gözlerinin iyice boyanmış olması idama giden yolun sinyallerini veriyordu. Bu durumu içten içe fark eden Menderes, daha sert bir tavır almaya ve giderek yalnız bir konuma düşüyordu. Çeşitli şehirlerde CHP’liler ve İnönü’nün maruz kaldığı baskılar ile yaşanılan çatışmalar muhalefetin kenetlenmesine neden olmuştu. Büyük yankı uyandıran Tahkikat Komisyonu’nun baskılara rağmen faaliyete başlaması ve meclise sunulmak üzere hazırlanan rapor sürecinde Menderes Ege gezisinde büyük bir ilgiyle karşılanmış yaptığı konuşmalarda içinde olduğu zor durumun nasıl aşacağının derdine düştüğünün işaretlerini göstermiştir. Lakin rapor meclise sunulmadan 27 Mayıs 1960’ta darbe gerçekleşerek yargılanmalara başlanmıştır. Neticesinde Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edilerek Türkiye’de yeni bir sürece geçilmiştir. Değişen düzende DP’liler artık siyaset yapamayacaktı. Bundan dolayı yeni partilerin kurulması gündeme geldi. MBK’dan ihraç edilen isimlerin yurtdışı görevlerinden ülkeye döndükleri süreçte kurulan partilerin nihai hedefi ise DP’nin tabanını arkasına alarak siyasette varlık gösterebilmekti. Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel ve ilerleyen süreçte Necmettin Erbakan’ın siyasi hareketleri bu bağlamda cereyan etmiştir. 1992’de ise kapatılan partilerin yeniden açılabilmesi sürecinde Demokrat Parti içinde girişimde bulunulmuş ve partinin devletin üzerinde olan maddi kaynaklarını alarak siyaset meydanına çıkmak hedeflenmiştir. Kapatılan DP eski Genel İdare Kurulu üyelerinin başına geçmesi durumu söz konusu olduğu için sürecin başına geçmesi için hayatta olan üç kişinin ismi geçiyordu. DP’nin yeniden açılma ve siyasete dahil olma süreci istenildiği gibi ilerlemedi. Eski liderlerin çocukları ile yeni siyasi hedefleri olan genç simaların bir tür miras kavgası eşiğinde olmaları büyük bir sorun teşkil etmekteydi. Diğer isimlere nispeten Aydın Menderes’in ön planda olduğu bu süreçte siyasi manevraların sık sık gündemde olması partinin sistemleşmesinin önünü tıkayarak eski gücüne kavuşmasını engellemiştir. Eski ihtişamlı günlerine dönemeyen Demokrat Parti kişisel çıkarların odağı olarak dar alanda sıkışıp varlığını sürdürmeye çalışmış ve halende çalışmaktadır.
Demokratik Parti
Demokratik PartiM. Serhan Yücel · Ülke Kitapları · 20014 okunma
··
1.022 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.