Gönderi

TUTSAK ZAMAN Pantolonumdan sallanan kurmalı köstekli saati tutup kendime çevirdim.Elimle saatin üstüne işlenmiş kabartmalı trene dokundum.Ne zaman baksam "Neredeydin ,nereye geldin?" sorusunu kendime sorarım.Sorarım ki zamanımı nerede,ne için harcadığımı unutmayayım.Yne bu soruyu kendime sorarak saate baktım: _12.37 "Nerede kaldı bu otobüs? " diye kendi kendime söylenmeye başladım.Tam 7 dakika 25 saniye -bunu düşünürken 26 oldu- saniye geç kalmıştı. İnsan dakik olmalı . Zaman geçiyor sonuçta , değil mi ? Tik... Tak...Tik...Tak... Bir şeyleri,birilerini alarak geçiyor hem de.Geç kalmana da asla müsaade etmiyor. Neyse keyfimi bozacak değilim ,şimdi.. Biraz fazla sıktığım kravatı gevşettim ve iraz sağa kaymış krava Otobüs geldiğinde Şoför Ahmet'e kızmayı unutmam gerektiğini kendime hatırlatarak duraktaki banka oturdum.Hemen yanımda öfkeli bir şekilde telefonda konuştuğu kişiyi azarlayan adama hayretle baktım. Çünkü tam olarak 4 dakika 56 saniyedir -Bunu söylerken 57 olduğunu söylemeye gerek yok herhalde - telefonla konuşuyordu .4 dakika 56 saniye ha! Bir de Kızgın bir şekilde...İnsan vaktinden ne çalındığının farkında değil galiba .Hem de yarın unutulacak olacağının farkındayken, herkes unutulurken. Balık hafızamız ile her şeyi unuturken... Düşüncelerime ara verip yerimden kalkmama sebep olan otobüs gelirken kapısına doğru yürüdüm. Açılmasını beklerken ne kadar süre geçecek tahmin etmek çok zor değildi .Çünkü Ahmet'in yavaşlığının 65 yaşındaki Hüsrev ile bile yarışa bileceğini bildiğimden fazladan harcanan bir 10 saniye gözümden çıkarmıştım zaten .Sonunda beklediğinden biraz kısa sürede kapı açılınca otobüse bindim.Elimdeki kartı çıkartıp cihaza vurup " Bugün benden 13 dakika 25 saniye çalmadığını söyleyemeyiz , değil mi ? " dedim . Yüzünde mahcup bir ifade bırakarak arkamı döndüm. Yaklaşık 22 dakika 39 saniye sonra ineceğim otobüsün koltuğuna oturdum.Otobüsün camından hızla geçen arabalara, ağaçlara baktım. Tekrardan bakamayacağım ağaçlara ,arabalara...Tıpkı zaman gibi , geriye dönemeyecek şekilde akan zaman gibi... Otobüs çarşının girişine yaklaştığında otobüsten indim .Saatime baktım : _13.5 Yaklaşık 13 dakika geç kalmıştım. Daha önce en fazla 7 dakika geç kalırdım.Bu da genellikle Ahmet yüzünden olurdu. Daha fazla geç kalmak istemeyerek koskoca 25 yıl çalıştığım saat dükkanına girdim.Koskoca 219.150 saat... Koskoca 13.149.000 dakika... Koskoca 788.940.000 saniye ... Bu dükkana ne zaman girsem elimdeki köstekli saati düşünürüm .Çünkü burayı açmanın sebebi odur .Küçüklüğümde ölen bir arkadaşı babama bu saati vermiş .O da bana.O zamandan beridir oldum olası saatlere ilgi duyarım.Sonunda da üniversiteyi bitirip yıllarca okuduğum bölümün asıl istediğim meslek olmadığını anladığımda bu saat dükkanını açtım.Yıllardır hepsini tamir ederim , tek tek hepsiyle uğraşırım.Birde her bulduğumu toplarım.Baktıkça akıp gittiğini anlarım zamanın. Kibirlidir zaman!Hiç durmaz.Hepimiz sonunda bir gün içinde kayboluruz. Geçmiş olacağımızı bile bile geleceği takılı halde yaşarız ama zaman durur mu, durmaz! Bu zaman ki ah bu zaman kimleri almadı. Yakındığım tüm dertlerle içeri girip beyaz ışığı açtım .Odanın karşısında bulunan sağa kaymış tabloyu düzelterek her zaman ki gibi tekrardan tablonun esrarengiz havasına kapılmamak için hemen arkamı döndüm. Zamanımın çoğunu geçirdiğim masanın sandalyesine oturdum .Dünden kalan ama yetiştiremediğim tamir listesine baktım : Yelkovanı kırılan saatler, akrepleri kırılan saatler, çalışmaktan usanan saatler, saatler ve saatler... Çoğu siparişin basit yöntemlerle tamir edilmesinden sonra arada bir arayan sabırsız müşterilere cevap vermeye çalışıyordum. "Evet oldu ,gelebilirsiniz." , "Hayır henüz çok erken." , "Evet." , "Tam olarak bir zaman veremem.", "Çok büyük bir sorun yok ,değil mi ?" , "Benim için çok değerli kırılmasın.Lütfen dikkat edin." ve bunun gibi her gün tekrarlamaktan sıkıldığım onlarca sıradan konuşma... Siparişler bitip her zamanki gibi 6 saat çalıştıktan sonra üst kata çıktım .Sa ate baktım : "18.57." Üst kat her zaman benim kurtarıcımdır Zaman akar. Zalim zaman! Kibirli zaman! Ahmak zaman! Ahmak insanlar! Ama üst kata çıktım mı her şey değişir .Bu sefer zaman durur ben onları sorgularım. En terapimdir bu benim. Kafam basar buraya gelirim , üzülürüm buraya gelirim . kırılırım, sinirlerim, ağlarım yine buraya gelirim. Hep buraya gelirim, hep... Yine geldim yine durdu zaman. Tam olarak karşımda bulunan saatin "Tik..Tak...Tik... Tak " şeklinde atışı dışında üst katın odasında hiç ses yoktu. Birde benim adımlarımın sesi tabii...Odaya biraz göz atıp eskimiş ve üzerine dantelli bir örtü serilmiş olan masanın yanına geldim. Sandalyeyi kendime çektim ve masanın solunda bulunan beyaz bir kağıdı elime alarak önüme koydum. Sonra önüm de bulunan kalem kutusundan mavi bir kalem aldım ve yazmadan önce her gün yaptığın gibi tekrardan kendime sormaya başladım: "ortalama ne kadar yaşarım? 65? Hayır hayır çok kısa! 70 ideal." Daha sonra önümde duran kağıda küçük bir yetmiş yazdım ve yazmaya devam ettim . "1 dakika=60 saniye" "1 saat= 60 dakika " "1 saat= 3.600 saniye " "24 saat =86.400 saniye" Yazmayı bitirip bu sefer konuşmaya başladım : " Bu durumda yetmiş yıl on iki milyar iki yüz dokuz milyon yüz otuz iki bin saniyedir." Önümdeki kağıda iri harflerle " 70 yıl = 12.209.132.000 saniyedir " yazdım ve konuşmaya devam ettim: _ Peki kaç yaşındayım? Elli, tam olarak elli.Bir gün seksen altı bin dört yüz saniye ise elli yıl bir milyar beş yüz yetmiş yedi milyon sekiz yüz seksen bin saniyedir. Kâğıda bu sefer " 50 yıl = 1.577.880.000 saniyedir " yazdım ve tekrardan konuştum: _Yani yaşayacağım toplam süre sadece altı yüz otuz bir milyon yüz elli iki bin saniyedir. Sadece altı yüz otuz bir milyon yüz elli iki bin .Yalnızca bu kadar... Önümde bulunan kağıda yuzüm alev alev yanarak hızlıca "Yaşayacağım süre = 631.152.000 saniye" diye yazdım. Yaşayabileceğim toplam sürenin sadece bu kadar olması bir anda beni dehşete düşürmüştü. Sadece altı yüz otuz bir milyon yüz elli iki bin ... Hızla bir hesap daha yapmak için kalemi titreyen elime aldım ve düşmesin diye sıkıca tutarak yazmaya başladım _ Günde ne kadar uyuyorum ? Yedi saat! Ne kadar çalışıyorum peki ? Altı saat . Evet ,tam olarak altı saat .Ortalama ne kadar süre yemek yiyorum ? İki saat.Ne kadar süre telefonla konuşuyorum ? Sadece 15 dakika . Hayır! Bu bile çok uzun . Dokuz yüz saniye demek . Dokuz yüz! İşe geliş gidiş ne kadar sürüyor ? Kırk beş dakika . Ve diğer iki saati de gerekli başka işlere ayırırsan gün içinde bana kalan süre on sekiz bin yedi yüz saniye olacaktır... Yani yirmi yıl içinde kendime ayırabileceğim sadece on dokuz milyon yedi yüz yirmi üç bin beş yüz saniye olacaktır . Kâğıda kalbimin atışlarının giderek hızlandığını hissederek ve heyacalanarak " Kalan süre = 19.723.500" yazdım. Ama bu süre çok azdı. Hem de çok ! Nereye gitmişti sürelerim ? Nereye ? Her şeyden tassaruf etmiştim , her şeyden kısmıştım zamanımı ...Ama bu süre...Bu kadar kısa sürede mı silinecektim buradan ? Bu düşünceler beni daha fazla körüklemiş olacak ki hızla masadan kalkıp odada bulunan ve içinde daha önce hesap yaptığım diğer kağıtların bulunduğu dolaba yöneldim .Yaklaşık üç yüz tane tane kağıt tomarını taşıyarak masanın üstüne bıraktım. Tek tek hepsini inceledim. Bir ay önce yazdığım kağıttaki süreye baktım ve seslice okudum : "22 milyon 315 bin 500." Ondan öncekini de okudum , ondan da öncekini de ve ondan da öncekini de okudum ... Artarak giden rakamları takip etmeye başladım ,sürekli takip etmeye... Sonunda bütün sayıları tek tek incelediğimde saatin gece yarısına yaklaşmış olduğunu gördüm.Bugün de hesapladığım kağıtla birlikte bütün kağıtları yine dolaba koydum ve alt kata inip susayan damağımın susuzluğunu gidermek için su içmeye başladım. Saatin 01.35'e yaklaştığı saatlerde dükkandan çıkıp kahverengi kapıyı kapattım ve vücudumun kaskatı kesildiğini aldırmadan kendimi soğuk caddenin içine attım. Caddede tek tük insan olduğunu görebiliyordum.Karşı kaldırımda elindeki şişe ile kendince dünya yapan 30 ' lu yaşlarındaki adamın iğrenç sesi dışında pek bir ses yoktu. Sokak lambası ile aydınlatılmış caddede yürürken mantoma biraz daha sarıldım çünkü hava giderek soğumaya başlıyordu. Aklım hala kâğıtlardaydı. Zamandaydı... Şimdi sürem daha da azalmıştır. Bunları düşünürken bile elimdeki köstekliye bakmaya cesaret edemiyordum .Her geçen saniye süreden bir şeyler eksildiğini düşünmek işkenceden farksızdı. Düşünmesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu . Arada bir karşı kaldırımda bulunan adamın ne yaptığını merak ettiğimden göz ucuyla ona bakmaktan geri duramıyordum. Yaşayabileceği toplam sürenin yaklaşık dokuz yüz kırk altı milyon yedi yüz yirmi sekiz bin eksilmişti bile. Geriye sadece bir milyar iki yüz altmış iki milyon üç yüz dört bin saniyesi kalmıştı. Hatta bunu söylerken bir milyar bir milyar iki yüz altmış iki milyon üç yüz üç bin 998 saniyesi kalmıştı. Kendi kendime " Belki daha uzun yaşarım ,ha ? " diye mırıldanırken biten caddeden sola döndüm. Aydınlatılmış caddede yürürken beni tüm düşüncelerimden uyandıran ani bir fren sesi ile hemen arkamı döndüm . Arabasından koşarak İnen genç bir kadın koşar adımlarla arabanın önüne doğru gidiyordu .Caddede yürüyen birkaç kişi de arabanın yanına yaklaşmıştı. Olaya sadece uzaktan bakmaya devam ediyordum. O sırada kadının yanına gelen birkaç kişi ile konuştuğunu duydum : " Önüme çıktı .Gerçekten! Kaldırımdan caddeye çıktığını görmemiştim. Nasıl oldu bu şimdi ?" Yaşadığı bu olay ona da fazla gelmiş olmalı ağlamaya başladı. Eliyle yüzünü kapatırken " nasıl böyle bir hata yaparım ? Nasıl görmem ? " demeye devam ediyordu.Etrafına toplanmış birkaç kişi de onu teselli etmeye çalışıyordu ama pek bir faydası olmadığı aşikardı . Yaralı kişinin kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Zaten az sonra yaralı adamı arabaya taşıyıp süratle hastaneye doğru yol aldılar .Arabanın uzaklaşmasını izlerken gözüm caddenin ortasında yere dökülmüş ve birkaç damla kan taşıyan bir bira şişesine takıldı. Demek ki az önce araba çarpan adam oymuş . Az önce yaşayacağı süre ile ilgili hesaplama yaptığım adammış. Demek ki bu hesaplamaların hiçbir aslı astarı yokmuş. Her an ölebilirmişim... Her an yaralanabilirmiş... Ayaklarım beni istemsizce bira şişesinin olduğu yere çekiyordu. Karşı koymayarak bira şişesinin olduğu yere doğr yürüdüm. Yanına gidince ayakkabının ucu ile bira şişesini çevirmeye başladım. Giderek daha hızlı çeviriyordum. Çevirdikçe elimdeki köstekli saati daha sıkı tutuyordum. Ezmek istermiş gibi... Sonunda bira şişesini çevirmeyi bırakıp elimdeki köstekli saati öfkeyle yere attım... Kösteklinin cam yüzeyine ayaklarımla basıp ezmeye başladım. Bütün hesaplarımı yaptığım saati... Kösteklinin cam yüzeyi kırılınca ayağımla hıncımı almak ister gibi kendimden uzağa fırlattım. Saatin mekanik tak sesini duydum. Sırtımdan büyük bir yük kalkmış gibiydi . Rahatlamıştım. Sanki yılların bütün koca sayıları kuş olup uçmuş ,ben de kuş gibi hafiflemiştim. Saniyeler ,dakikalar, saatler ,yıllar... Hepsi benden uzaklaşmıştı. Hem de o kadar uzaklaşmışti ki...Aklıma kağıtlar takılmıştı. Onları yakmalıydım. Kendimi esir ettiğim kağıt parçalarının zincirlerini kırmalıydım...Yaşamın süresini hesap etmeyi bırakmalı , zamanın akmasını durdurmayı istememeliydimh .Çünkü her an ölebilirdim...
427 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.