Gönderi

344 syf.
·
Not rated
MÜCELLA / NAZAN BEKİROĞLU Uzun süredir kitap gruplarında okunan, paylaşılan kitap Mücella, birkaç senedir kitaplığımda duruyordu, bir türlü elimi atıp, okuyamamıştım. Geçen hafta Murat Budak Bey, bu kitaba başladığını ve grup olarak okuduklarını paylaştı. Nıııınnnııınnn. Bende alarm zilleri çaldı Neden okuma günüm bugün olmasın dedim ve anında peşlerine takılıp, guruba kuyruk oldum ( durum uygun olmadığı için kapak olamadım). Bu arada gruba davet eden olmadı ama ben kendi kendime gelin güvey oldum, yasak değil ya. Hem de bunca zamandan sonra Nazan Bekiroğlu’nun kalemi ile tanışmış olurum. Kitaba dönersek ilk sayfadan “baba evi” ile başlayınca keyfim kaçtı. Benim için hassas bir konu hala alışamadım. Bu kadar zaman okuyamamamın bir sebebi varmış, acaba bıraksam mı dedim. Ama akıcı dili, kolaylıkla okunması, Neyyire ve Mücella’nın hikayelerinin sizi sarması ile elimden bırakamadım. Mücella çeyiz işlemeye başladığında: “Kenarları antika yapılacak bohçanın ipliklerini Mümine hemşire çekti. Üçer teli iğne iplik ile boğmak ilk anda Mücella’ya zor gelse de pencerenin içinde ipin ucunu düğümledi. İğneyi, elinin üzerinde gerdiği ketenin bir altından bir üstünden geçirdi.” Cümlelerini okuyunca eskilere gittim. “Sıçan Dişi” denilen bu kenar süsü ilk öğrendiğimiz el işiydi. Şase, bohça, raf örtüsü, perde vb. çok işledik. En son 10 sene önce mutfak perdesi yapmıştım, hala kullanıyorum. “Mücella’ya gençliğinin en güzel yıllarından aklında en fazla neyin kaldığını sorsalar karartma geceleri gelirdi aklına önce.” Ne kadar üzücü bir durum karartma gecelerinin öncelikle hatırlanması. Öyle büyük savaş görmesek de Kıbrıs Savaşı yüzünden karartma gecelerini gördük. Bugün geceleri şıkır şıkır olan İstanbul o dönemde zindan gibiydi. Pencerelerde koyu renk kalın perdeler ya da camlara gerilmiş siyah örtüler, kısık yakılan ışıklar, gece yarısı aniden çalan sirenlerle sığınaklara inmek pek hoş anılar değil. Filiz’in gelin hamamını anlatırken Dante’nin Cehennem tablosuna benzetmiş. Oysa benim aklıma oryantalist ressamların yaptıkları hamam tabloları geldi. Özellikle de Tosun Paşa filminin meşhur hamam sahnesi gözümde canlandı. Trabzon’a elektrikten sonra televizyonun geldiği dönemde Rus yayınlarını çekmesi, mecburen seyredilmesi anlatılırken aklıma bizim anılar geldi. O dönemde İstanbul’da TRT yayınlarında problem yoktu ama yazın Ayvalık’a gittiğimizde durum Trabzon ile aynıydı, tabii orada Rus yayını değil, Yunanistan yayınları izleniyordu. Üstelik bu uzun süre devam etti, 1990’larda bile Yunanistan televizyonu Türk kanallarından daha net izleniyordu. Mücella’nın hayatıyla birlikte, 1920 – 1970 arası Türkiye’de yaşananlar anlatılmakta. Politikada yaşananlar, ilerleyen teknolojinin getirdikleriyle değişen sosyal yaşam şartları, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, İran Şahı’nın evlilikleri, Hilton Oteli’nin açılışı için gelen Hollywood yıldızlarının haberleri radyo ve gazetelerden takip edilirken dünyada olan gelişmelere de değinilmiş. Bizim kuşak Mücella’dan bir nesil sonra olsa da, onun ağır akan zamanına göre bizimki çok hızlı aktı; tel dolaplardan akıllı derin donduruculara, gaz lambasından fotoselli aydınlanmalara, faytondan hızlı trenlere, postanede beklenen şehirlerarası / uluslararası telefon görüşmelerinden her şeyi yapan akıllı cep telefonlarına o kadar çok değişim yaşadık ki hangisini yazalım. Beraber okuma gurubuna yetişemesem de keyifli bir deneyimdi. Bir daha böyle zamansız, plansız guruplara kuyruk olmam. Beraber okuyup, yorum yapmak, kitap üzerine söyleşmek çok güzel ama planlı, programlı olunca keyfi çıkıyor. Daima keyifli okumalarınız olması dileğiyle kitapla kalın… Mücella’dan kalanlar: ️Dışarı uzatılmış teneke soba borusundan ince bir duman savrula savrula süzülüyor. Tüten bir baca kadar hayatı haber veren ne olabilir ki? Ama bu vaade fazla aldanmamak gerek çünkü biliyorum, bir parantez açılmış sadece. Hayat, bu metruk evde yalnızca birkaç gün için yeniden başlamış. İ️İçinde, bilinmeyen bir dünyanın kendisini çağıran sesine dair kuvvetli bir hevesle bu sihirli kutunun şenliğine şahit olacaktı ki daha iki dakika evvel başını şefkatle okşayan annesinin soluğunu ensesinde hissetti. ️Bulutların şeklinden şekle girmesinden, denizin hareketinden, toprağın kokusundan, bacadan tüten dumanın renginden, yönünden, gövdesi kıpırtısız fakat tepedeki dalları ağır ağır sallanan servilerin dilinden mevsimleri tanıdı, takvimini çıkardı, zamanı okumayı öğrendi. Zamanı eli ağır, günleri haftalar, haftaları aylar kovaladı. ️Savaşın da gündelik hayatın devamına izin veren iniş çıkışları, susmaları, yorgunlukları vardı çünkü. O fasılalarda gülündü, ağlandı. Doğumlar, ölümler, aşklar yaşandı, düğünler yapıldı. ️Kristal avizeden salkım salkım dökülen yumuşak ışığın altında on kadar kadın toplanmıştı. Bir kısmı genç, çoğu birbirini izleyerek yetişen, değişen, yaşlanan, günü gelince içlerinden biri çekip giden kadınlardı bunlar. ️Tabiatın üzerinde ona ait olmayan hiçbir şey kalmamış, dünya insanın ona kattığı bütün fazlalıklardan arınarak en doğal haline dönüvermişti. Sanki bir eşik atlamışlar, başka bir zamana başka bir dünyaya geçmişlerdi. Mekan gibi zaman da erimişti.
Mücellâ
MücellâNazan Bekiroğlu · Timaş Yayınları · 202110.1k okunma
·
266 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.