Gönderi

Gün-ce
------------------- Mıknatıs ne yapsan sırra kadem basan komşularımla tuhaf geçen haftanın kelimelerini topluyor. Deniz hâlâ yalpa vurarak salınan sakinliğini koruyor. Kimse birdenbire azgın dalgalarla taşarak üstlerine gelmesinden korkmuyor. Yer titremiyor, kasırga çatıları uçurup, ağaçları yerinden sökmüyor. İstanbul, sakin ve huzurlu bir halde güneşli bir hafta sonunu yaşıyor. Emirgan’da çay içmek güzel, keyifli. İnsan ancak boğaza kadar inince İstanbul’da yaşadığını hissedebiliyor. Kaldırımda yürüyenler hiç acele etmeden tatil günü rahatlığıyla –sanırım- mutlu yüzlerle geçiyor. Nedense sandalyeden kalkmayı canım hiç istemiyor. Yeni kelimeler kendiliğinden birikerek sıralanmayı bekliyor. Hayat yazarken daha bir güzel, daha samimi, daha anlamlı sanırım. Sanırım bu kelimeyi seviyorum. Eskiden ilham alınacak güzel havaların hep yağmurlu günler olduğunu düşünürdüm. Cam kenarına oturmuş elinde kalemle deftere yazı yazan bir adamla kendimi özdeşleştirmeye çalışırdım. O adam hep o cam kenarında oturur, o yağmur hiç dinmez, yazmayı hiç bırakmazmış gibi gelirdi. Tanrısından bir defalık izin almış, esaslı bir günahın içinden geçer gibi yazardı. Çözmeye çalışırdım, yüz hareketlerinden, gözlerindeki gölgeden. Şiir mi yazardı, roman mı yoksa öykü mü bilmiyorum. Bildiğim tek şey o adamı hep kıskanırdım, hâlâ karmakarışık özentili bir duyguyla kıskanıyorum. Yazarak deftere yansıttığımız dünya ile yaşadığımız dünya her zaman için birbiriyle örtüşmeyebiliyor. Dışarıda fırtınalar koparken defterde günlük güneşlik bir hava oluşabiliyor. Kimi zaman da bunun tam tersi gerçekleşiyor. Kimseye söyleyemediğimiz, paylaşmadığımız farklı konular giriyor işin içine, bunların yarattığı yeni kapılar açılıyor. Bazı yönlerden tehlikeli görünse de günlük tutmak bu yüzden zevkli bir uğraş. Kalem yaşanılanları yansıtırken aynı zamanda kelimelerden ibaret yeni bir dünya yaratabilmek için olanca gayreti gösteriyor. Yoğunlaşarak o dünyanın içine gömülüyor. Ne zaman bütünüyle kendine ait soyutlaşamayacağını fark ediyor, o zaman dışarıda yağmur kesiliyor. Yağmur damlaları cama vurmaz oluyor, adam kalemi defterin üzerine bırakarak masadan ayrılıyor. Defter kendi yalnızlığıyla yazmaya başlanacak bir dahaki zamanı bekliyor. Yağmurun ruhuna inanıyor sanki o, yağdıkça yeşerten, hayat veren ruhuna. youtube.com/watch?v=B1s53-h... Yağmadan kelimeler yürümüyor, serpilip göğe doğru yükselmiyor. İnanmak böyle bir şey sanırım, akıldan ve kalpten soyut gerçekleşmiyor. Yaşam ödev bilinci yitik çocuklar gibi sözün bittiği yerde duruyor. Başka bir dünyadan aramıza dönercesine şüpheyle bakıyor dünyaya. Tutunmak istiyor; istemsiz, umarsız, o bildik alışkanlığına uyarak. Eğreti bir gülümse konduruyor dudağına; mutfağa geçip kahve yapıyor, kedisini okşuyor veya karısını öpüyor. Balkona çıkıp temiz havadan derin bir nefes çekiyor, çiçekleri kokluyor. Paltosunu alıp dışarı çıkıyor. ‘Maça mı yoksa sinemaya mı gitsem?’ diye düşünüyor, hâlâ karar veremiyor. Bugün yer o kadar siyah değil, gök de o kadar beyaz görünmüyor, maçın iddiası yok, sezon sonu. Gidebileceği iki film de gişe korkusuyla üretilmiş filmler, fragmanlar öyle bir izlenim veriyor. Defteri güzel bir yerde kapatabileyim diye bekliyorum. Evet bekliyorum… Emirgan 5.5.2014
··
697 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.