Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

124 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
"bu kitabın kapağına dört örnek öykü de yazabilirdim. dört! niçin! çünkü bu önsöz de bir öyküdür. bir öykü, bunda anlaşalım ve bir nivola değil, bir öykü." diye başlar kitabına unamuno. neden "örnek öykü" olduğunu anlatır. "cervantes don kişot'tan sonra yayımladığı öykülere örnekler adını vermişti, nedeni: 'yararlı bir örnek çıkaralımayan tek bir öykü yoktur!' der cervantes." en genel tabirle şudur nedeni: "... bu önsöz bir bakıma başka bir öyküdür; öykülerimin öyküsüdür...." daha fazla açıklamak yersiz olacağı için bir solukta bitirilen bu üç öyküye değinmek istiyorum. fakat geçmeden, unamuno'nun gerçeklik felsefesini kavramamız gerekiyor. iki karakter yaratalım zihnimizde. birine hüseyin diyelim, diğerine de rahmi. yarattığımız iki karakterin de üçer karakteri daha oluşacaktır. oluşmak zorundadır. mesela hüseyin, yaratıcısı tarafından, kendi tarafından ve rahmi tarafından olmak üzere üç kişiliğe ayrılır. hepimizin olduğu gibi... kendisinin de telaffuz ettiği gibi kafa karıştırıcı olabilir, düşünmek istenmiyorsa eğer. benim gibi uzun uzun anlatmak yerine şöyle bir sistemle açıklamaya çalışmıştır: üç juan: | 1. gerçek juan: yalnızca yaradanı için tanınan. | 2. juan'ın ideal juan'ı: hiçbir zaman gerçek olmayan ve genellikle ondan çok farklı | olan. | 3. tomas'ın ideal juan'ı: hiçbir zaman ne gerçek juan'ın ne de juan'ın ideal juan'ı | olmayan, genellikle her ikisinden de çok farklı olan. üç tomas: | 1. gerçek tomas | 2. tomas'ın gerçek tomas'ı | 3. juan'ın ideal tomas'ı. "... diyorum ki, bizde her birimizin tanrı için olandan başka -hepimizin tanrı için olduğumuzu kabul ederek- başkaları için olandan ve olduğu sanılandan başka, o olmak isteyen vardır..." bu kişilik durumlarını daha fazla detaylandırmadan şu sözüyle bitirmek istiyorum: "tanrı bir kişiyi sonsuza dek olmak istediği kimse olmak zorunda bırakarak ödüllendirecek ya da cezalandıracaktır." ikinci felsefe de şudur. kayıtsızlık ve isteklilik. aslında birbirinin olumsuzu veya olumlusu gibi görünse de gören gözde çokça şey çağrıştırır. der ki: "... var olmayı istememekle var olmamayı istemenin aynı şey olmadığını açıklamak istiyorum." bunda anlaşılmayacak ne olabilir ki? "ben bir kitabı okumak istemiyorum," diyen bir kişiyle, "ben bir kitabı okumamayı istiyorum," diyen kişi arasındaki fark ne kadar büyükse, buradaki fark da o kadar ortadadır. "gerçekten de -ikisi olumlu olan- dört durum vardır: a) var olmayı istemek (olumlu) b) var olmamayı istemek (olumlu) c) var olmayı istememek d) var olmamayı istememek tıpkı, tanrının olduğuna inanmak, tanrının olmadığına inanmak, tanrının olduğuna inanmamak, tanrının olmadığına inanmamak gibi..." yaratıcıları ilgilendiren bir sözüyle bitirelim bu faslı: "olmak istemeyenden şiirsel bir yaratı ya da roman güçlükle çıkar; ama var olmamak isteyen birisinden, evet. ve var olmamak isteyen kuşkusuz yoktur, bir intihar söz konusu." not: spoiler içermektedir. birinci öykü: iki anne raquel, dul bir kadındır. don juan adındaki bir adamı kölesi haline getirmiştir. aslında sevgilidirler fakat raquel onun tüm mal varlığını, erkekliğini elinden almıştır. fakat raquel kısırdır ve delice bir istekle çocuk sahibi olmak için çırpınır. don juan'a bir gün "seni evlendireceğim," der ve şeytani planını anlatır. "onunla evleneceksin ve çocuğunuz olacak. bizim çocuğumuz!" don juan bu şeytansı kadının her lafından sonra "beni öldürüyorsun," dese de bir türlü ona karşı çıkamaz ve boyunduruğunda yaşayıp gider. nihayet raquel'in tasarıları işler ve her şey istediği gibi yolunda gider. başlarda don juan'a yardım etmek gayretiyle dolup taşan berta, don juan ile evlendikten sonra raquel'e gizliden gizliye bir hayranlık beslemeye başlar. gebe kalır ve bir çocuk dünyaya getirir. fakat raquel'in inanılmaz baskısı, korkunç varlığı tüm ailenin üzerine karabasan gibi çökmektedir. berta ile raquel arasında bir güç gösterileri başlar. sözlü sataşmalar bu durumu iyice alevlendirir ve don juan bu çatışmadan kaçarak intihar eder. fakat ikilinin kavgası bitmemiştir ve biteceğe de benzemez. öykü bir tiyatro oyunu gibi olsa da, son derece yerinde betimler ve abartısız ifadelerle aktarılır. raquel adındaki karakterin karanlık yönü ustaca verilmiştir. kıvamında diyaloglar, oluşturulan harika sahnelerle verilir. insanda tekinsizlik duygusunu uyandıran, gerilim yüklü bir giriş öyküsüdür. ikinci öykü: lumbria markisi lorenza kentinde saray denilen bir malikane. malikanede yaşayan bir marki, marki'nin eşi ve iki kızı. marki tejada güneş ışığından nefret eden bir soyludur. evinin her yerini gölgeliğe ve karanlığa boğmuştur. karısı ise gürültüden nefret eden, neredeyse tüm gün uyuyan bir tiptir. büyük kızı carolina da tıpkı babasıdır. fakat küçük kızı luisa tam bir tezattır. balkonda çiçek büyütmeyi, balkondan sarkıp gelen geçenleri seyretmeyi sever. daha hayat doludur. bu da bir gün başına bir kısmet kondurur ve tristan adındaki bir adamla ansızın evleniverir. adam gittikçe bu ağır evin yükü altında ezilmeye, kasvetiyle ruhsuzlaşmaya başlar. hayatta tek beklentisi erkek bir torun, veliahtının olmasını dileyen marki tejada kızının bir erkek doğurması için beklemektedir. bu heyecanlı bekleyiş onu fazlasıyla yorar ve ölüm döşeğine düşer. doğum gerçekleşir ve marki'nin gözleri açık gitmez. gerçekten de bir erkek toruna sahip olur. luisa da birden güçten kesilir ve yatağa düşer. o da ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır ve günleri sayılıdır. nihayet o da ölüp gittiğinde bu kasvet yurdunda bir başına kalan damat tristan carolina ile evlenir. carolina yeğenini babasıyla beraber büyütmeye başlar. fakat çocuk içe kapanık büyümekte ve kimsenin öğretmediği halde carolina'ya teyze demektedir. bu da carolina'nın sinirini bozar. "kim öğretti buna benim teyzesi olduğumu," diye sorar eşine. o da "bilmiyorum, bu ev her şeyi anlatıyor sanki, her şeyi söylüyor..." gerçekten de öyledir, malikanedeki her şeyi kentteki herkesin dilinde sakızdır. carolina, çok yalnızlık çekiyor yeğenim, diyerek ona bir evlatlık kardeş getireceğini söyler ve sözünü tutar. zamanla bu iki çocuk birbirlerine düşman kesilir. biri "git bu evden" der, diğeri de "bu ev senin diye bana yukarıdan bakamazsın" der. dananın kuyruğu evlatlık olan çocuğun burnunun kanamasıyla kopar. carolina işte o zaman çıldırır ve yeğenini azarlar, her şeyi itiraf eder. evlatlık çocuk tristan ile kendisinin öz çocuğudur. tristan eve ilk geldiği zaman onu ayartmış ve ilişkiye girmiştir... masalsı bir yönü olsa da, trajedi doludur. karakterlerden çok olayların öne çıktığı bir öyküdür. diğer iki öyküye nazaran pek başarılı pek "örnek" teşkil edecek bir "nivola" olmasa da, okunması keyiflidir. üçüncü öykü: tam bir erkek bana göre en iyi öyküsü budur. gerilimin bir an olsun düşmediği, diyalogların harika bir şekilde aktarıldığı, karakterlerin ete kemiğe büründüğü, unamuno'nun da istediği gibi onlara ruh üfürdüğü bir öyküdür. bir kızcağızımız gaddar bir babanın elinde serpilmektedir. babanın türlü borçları vardır ve ihtiyaç kredisi olarak gördüğü kızını zengin bir aileye gelin olarak verip borçlarını eda etmeyi planlar. bu sırada da kız "biz mal mıyak satılak" dercesine aklı sıra bir başkaldırıya geçer ve balkonunun aşağısında ona hayran hayran bakan erkeklerle sevgili olmaya, onlara kendisini kaçırmaları için ısrar etmeye başlar. fakat hiçbir "erkek" bu ciddi kararı alamaz. kızın güzelliği dillere destan olsa da, böyle gaddar bir babadan korkar, korkmasalar bile maddi açıdan sıkıntılı oldukları için "kaçsak n'aparız?" diye sorarak, vazgeçerler... kız erkeklerin bu tip korkaklıklarını göre tada erkeklerden nefret etmeye başlar ve babasına bir gün "ben bir adamla sevgiliyim, o, ülkenin zengini hem de!" babası önce alay ettiğini zanneder. çünkü bu adam ülkede birden belirivermiş gibidir. kimse kim olduğunu, nerden geldiğini bilemez. sadece hakkında söylentiler dolaşır. bu zengin şahsiyet kızımız için "onu elde edeceğim" demekle işe başlar ve elde eder. öykü gerçek anlamda burada başlar. zengin adam karısının bütün istediklerini yapar, bir istediğini iki etmez, kırmaz, dövmez, onu incitmez. fakat sevmez de... işte bu durum kız da müthiş bir boşluk oluşturur. ilk anlardan itibaren başlayan "beni seviyor mu sevmiyor mu" düşüncesi aklını kemirmeye başlar. bu sorunun cevabını bulmak için birçok şey dener. mesela bir kontun sevgilisi olur. onunla gezer tozar, evine gider, kontun kendisi gelir... kız, beni kıskanıyor musun, deyince de kocasının tek tepkisi ise şu olur, "seni mutlu ediyorsa neden kıskanayım!" kız çıldırmak üzeredir. adamın "sen beni aldatamazsın, beni kimse aldatamaz..." laflarıyla iyice siniri bozulan, bir sevgi parçacığı arayan kız zamanla ruh sağlığını bozmaya başlar. nihayet bunun üzerine hakkında bir dedikodu çıkar ve kont ile olan ilişkileri patlak verir. bunun üzerine kocası kadını deliler hastanesine kapatmakla tehdit eder. eğer çocuğunu bir daha görmek istiyorsan -çocukları da olmuştur-, ya beni kıskandırma huyundan vaz geç ya da burada kal, der. zamanla kendini toplayıp düşüncelerini yatıştırır ve onlara hükmetmeye başlar. kocasına haber göndertir. o da haberi alınca karısıyla beraber çıkarlar hastaneden. yine aynı sorular uç vermeye başlar "beni seviyor mu sevmiyor mu?" yine aynı delilikler baş gösterir. fakat bu kez elinde bir kozu vardır, artık ölüm döşeğindedir. şu an bu kısmı yazmaya yeltendiğimde bile tüylerim diken diken oluyor. sanırım okuduğum eserler arasında aktarılmış en iyi sahnelerden biridir bu sahne... adam karısının dibindedir. gözyaşlarına hakim olamaz. ve inanmadığı tanrısına yalvarır, "onun yerine beni al," der. bu sınırsız ego sahibi, kibirle dolu adamın iki büklüm olup çaresizce ettiği feryat kulaklarımızı sağır eder, yüreğimizi sıkıştırır. gözlerin dolmaması mümkün değildir. daha öykü devam ederken ağzınızda oluşan tatla kitaba dört elle sarılırsınız. kelimenin tam anlamıyla bu öykü olağanüstüdür... konu olarak yeşilçam'da sık sık karşılaştığımız bir konudur aslında. yahut klişedir diğer anlamıyla. ama kalem böyle bir kalemse, klişeden eser kalmaz, satırların arasında her şeyi unutur, karakterlerin iç dünyasına gömülürsünüz... üç örnek öykü ve bir önsöz, iş kültür yayınları tarafından okunmuş olup, alıntılar aynı yayınevinden yapılmıştır. çevirmen ise: yıldız ersoy canpolat basım tarihi: 2010-11
Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz
Üç Örnek Öykü ve Bir ÖnsözMiguel de Unamuno · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20191,142 okunma
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.