Bak aramızda kalsın, ama ağlayınca Hindistan'a benziyorsun,
sen benim Pakistan olduğumu biliyor musun Ayça desem,
şiirin içine coğrafya girecek.
Adlarını sevdiğim ama görmediğim şehirler
Buenos Aires,
Kopenhag,
Rio de Janeiro,
Lizbon ve
Semerkant girecek..
Ağlayınca Çaldıran Savaşı'nda yaralanan bir ata benziyorsun,
sen benim Yavuz Sultan Selim'in seyisi olduğumu
biliyor musun Ayça desem,
şiirin içine kanlı nalların tarihi girecek,
uygarlığa ne katkısı olduğunu bilmediğim savaşlar,
Dandanakan,
Miryokefalon,
Sırpsındığı ve
Otlukbeli girecek..
Ağlayınca incisini düşüren bir istiridyeye benziyorsun,
sen benim gökyüzünü düşleyen bir denizyıldızı olduğumu
biliyor musun Ayça desem,
şiirin içine okyanuslar girecek,
düşündükçe ürperdiğim iç denizler,
mercan adaları,
denizatları
ve Ferit Edgü'nün
her okuyuşumda
içimdeki taşraya
deniz kokusu taşıyan sözcükleri girecek:
"Demirlediğimiz koyların çoğunda, demiri atar atmaz,
daha çıma almaya vakit bulamadan, kıçtan takma bir motorla,
genellikle iki çocuk yaklaşıp halatlarımızı alır
ve bir ağaca ya da kayaya çımamızı bağlarlar.
sonra dönüp sorarlar:
Bir istediğiniz var mı? Su, sebze, içecek, balık....?
Bir seferinde, bir böcek istedim, çok geçmeden getirdiler.
bir seferinde bir ahtapot istedim, iki ahtapot getirdiler.
Aynı gün incir ve üzüm istedim,
günbatımına doğru bir sepetin içinde
asma ve incir yaprakları üzerine dizilmiş
renk renk incir ve üzüm getirdiler.
Yolculuğun sonuna yaklaşmıştık.
Bir akşam vakti,
tekneye gene yaklaşıp sorduklarında,
isteyecek hiçbir şeyim yoktu.
Bir denizkızı istedim,
gittiler ve bir daha görünmediler."