Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

368 syf.
10/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Toz Duman İçinde - Vatan Dediler - Köylüler
Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, ve, Köylüler... Nehir Roman türünde kaleme alınmış, Talip Apaydın'ın kendine özgü biçemi ve yöresel ağızdan da beslediği doyumsuz Türkçe'si ile elinizden bırakamayacağınız birer destan niteliğinde eserler. Toz Duman İçinde için şöyle diyor yazar: "Kurtuluş Savaşı hem dışardaki düşmana hem de onların içerdeki işbirlikçilerine karşı kazanılmış büyük bir meydan kavgasıdır. Bu roman da işte Anadolu'daki bu kavganın en etkileyici örneğidir. Tek varlıkları buğdaylarını, düşmanla işbirliği yapan devlete veren, yüreklerini ve güçlerini ise Kurtuluş Savaşı'na adayanların destanı. Bir kasabada bir avuç inanmışın ihaneti ezişi, bu romanı Kurtuluş Savaşı romanları arasındaki eşsiz yerine oturtacaktır." 1919 yılının yaz ayları, Uşak kasabası yakınlarında Tacım köyünde başlıyor hikayemiz.. Osmanlı Devletinin çürümüşlüğünü, kaderine terk ettiği halkın yoksulluğunu, savaş ve hasat zamanı hatırlanan aç insanların canı, kanı buğdaylarını devletin zaptiyelerine nasıl kaptırdığını okurken istemsiz bir nefret ve kinle dolacaksınız. İnsanların gecesini gündüzüne katarak çalışmak suretiyle ortaya getirdiği ürünlerini (kendi ürünlerini) harmandan çalıp saklamak zorunda kalışları kesif bir üzüntüye boğacak sizi. Kendileri saraylarında ihtişam ve debdebe içinde yaşarken bir sonraki hasat zamanına dek çoluk çocuğunun, bir deri bir kemik kalmış hayvanlarının rızkı, toprağa ekecekleri tohumluğu bile elinden alınan köylülere göz yaşı dökeceksiniz. Cahil bırakılmış halkı Allah ve din korkusuyla sindiren sözde din adamı, insanların yoksulluğundan yararlanıp borçlandıran, ödeyemediklerinde de tarlalarını ellerinden alan bir toprak ağası, bütün bu haksızlıklara aklı eren ama gücü yetmeyen, buna rağmen yumruklarını sıkıp gerçeği haykıran bir Molla Mahmut var bu köyde. Gözünü budaktan sakınmadığı, ağadan beyden korkmadığı, sözünü çekmediği için hedef gösterilen, "padişahımız aleyhine konuşuyor!" diye ihbar edilip falakaya yatırılan bir Molla Mahmut! Ülkenin işgal edildiğini öğrendiğinde içi kan ağlayan, kendi deyimi ile bus bus bunalan, Tacım köyü Kuvvai Milliyesinin başı olacak Çanakkale gazisi Molla Mahmut! Yunan ordusu gelip köye yerleştiğinde bu sözde din adamı Ziver hocalar, Kadir Ağalar, toprak ağası Hacı Nuri'ler hoşgeldiniz ve izzeti ikram yarışına girecekler, ve Tacım kuvvacılarını bu kez de Yunan komutana ihbar edeceklerdi. Bu andan sonra Tacım Kuvvacılarına doğup büyüdükleri evlerini, köylerini terk edip gitmekten başka yol kalmayacaktı. 1920 yılının Ağustos ayı... Uşak kasabası yakınlarındaki Tacım köyü çetesi de aylar, yıllar sürecek kan ve göz yaşı dolu bir savaşıma doğru dört nala yol aldılar. Mustafa Kemal Paşa'nın örgütleyip yönettiği Türk Kurtuluş Savaşında baskından baskına, cepheden cepheye at sürecek, şehit düşecek, gazi olacaklardı. Hacı Nuri'ler, Ziver Hocalar, Kadir Ağalar Yunan ordularına ziyafet sofraları sunarken! Vatan Dediler'de Kuvvai Milliyeci subayların, Köylü askerlerin, eşrafın özveriyle, canla başla neleri neler pahasına yaptıklarına tanıklık edeceksiniz. Kamyonlara karşı kağnılar, çizmelere karşı çarıklar, emperyalizmin en modern silahlarla donattığı Yunan ordusuna karşı gariban halk cephesinin beslediği yoksul Türk ordusunun imkansızı mümkün kılan inanmışlığını okuyacaksınız. Mustafa Kemal'in askerleri zalim Yunan ordularını önüne katıp kovalarken, Hacı Nuri'nin bu kez de gelip Türk komutanın çizmelerine sarıldığını gördüğünüzde, "Komutanıım, komutanım... Bizi kurtardınız. Allah razı olsun. Allah tuttuğunuzu altın etsin. Çok şükür Allah'ıma, bugünleri gösterdi. Allaaaah..." diye ağlamaklı bir sesle bağırdığını duyduğunuzda alnının ortasına bir kurşun sıkmamak için kendinizi zor tutacak, tiksinti ile başınızı çevireceksiniz. Yanmış, yıkılmış, harabeye dönmüş ocaklardan geçerken, kaderine terk edilmiş, Yunan mezaliminden arta kalmış Türk insanının yüzüne bakacak yüzünüz olmadığını hissedeceksiniz. 1922 yılı Eylül ayı başları.. Yunan denize dökülür. Savaş Biter... Molla Mahmut ve can yoldaşı Haceli halen daha dumanı tütmekte olan İzmir'de, Kordon boyunda gezmektedir. Kimileri can derdinde, kimileri kaybettiklerinin acısıyla dişleri kenetli vatanın kuruluşunda teselli aramakta, kimileri de harp zengini olmak, Rumlardan kalan dükkanlara çöküp parsayı toplamak peşinde. Molla Mahmut Tacım'da kendilerini örgütleyip ortaya çıkaran, Yunan geldikten sonra bir anda ortadan kaybolan Kocakaşın İbrahim beyi bir Rum dükkanının tabelasını idirip apar topar kendi adı yazılı bir tabelayı asarken görür!.. O anda anası Ayşa kadının: - Ağa kısmına güven olmaz oğul, ayağınızı denkli atın, bakarsın Kocakaşın İbrahim bey ortalık yerde komuş sizi! dediğini duyar gibi oldu. Tacım çetesinden bir Molla Mahmut, bir de Haceli köye dönmek üzere yola çıkarlar.. Atlı, pusatlı çıktıkları köye avurtları çökmüş bir halde yayan yapıldak varacaklardı. Atlarını, silahlarını orduya bırakıp, yanlarında sadece yarına dair umut ve inanç götüreceklerdi. Bu devlet kendilerinin olacaktı! Öyle ya... Onlar kurtarmıştı çünkü.. Eyyamcının, dalkavuğun değil, emekçi halkın ihya olacağı, insana yakışır şekilde, insanca yaşayacağı bir devlet düzeni olacaktı. Ne çok bekledi(ler).. Kasabaya giden kızıl topraklı yoldan gelecekler diye, hep beklediler. Hep çalıştılar, gece gündüz demeden hep, hep, hep... Toprağını sürmek için faizle borca girip aldıkları öküzler yaşlandı, ama Köylüler öküzlerin borcunu bitiremediler. İki yakaları bir araya gelmedi hiç, Hacı Nuriler, Kadir Ağalar, İbrahim Beyler zenginliğine zenginlik katarken Mahmutların çocukları sıtmadan can verdi. Yenilememişti işte.. Milletin makus talihi, kara bahtı mağlup edilememişti. Yine zenginin gemisi karada yüzerken, garibanın tekeri taşa dayanıyordu... Tıpkı bugünkü gibi... Köyden gelen bir yazar olan Talip Apaydın, 1918'lerden günümüze kadar Türk köylüsünün Devlet içindeki yerini, gelişimini, çeşitli katmanlarla ilişkisini irdelemeyi amaçladım. Belki bir hesaplaşma bu. Sömürücü sınıflarla, aydınlarla, yöneticilerle... Diyor, ve ekliyor: "Köylümüzün yalnızlığını, umarsızlığını çocukluğumda bizzat kendim yaşadım. On altı yıl askerlik yapan, birinci Dünya Savaşının, Kurtuluş Savaşının tüm cephelerinde tetik çeken ve yaralı olarak köye dönünce topraksız işsiz, ekmeksiz kalan bir köylünün oğluyum. Çocukluğum onu dinleyerek geçti. 1938'de Köy Öğretmen Okulu (sonradan Köy Enstitüsü) öğrencisi olduğum gün "bu devlet seni okutuyor ya, tüm çektiklerim, tüm akıttığım kan ve ter helâl olsun" dediğini unutamam. Ne kadar isterdi, kendisi söylesin ben yazayım ve ondan doğrudan yararlanayım. Ama o yaşlarda bunun önemini yeterince kavrayamadım. Sonradan anlayabildim ancak. Gene de onun anılarından çok şeyler kattım romanıma. Bu romanımı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelinde kemikleri kan ve teri bulunan, bugün çoğunun adı bile bilinmeyen o unutulmuş insanların anısına sunuyorum. Onlardan birisiydi benim babam." Ben Türk köylüsünün dramını anlatan bu kıymetli eserleri okuyup bitirdikten sonra hissiyatım şu şekilde dile geldi: Sızı... Tarifi mümkün olmayan derin, çok derin bir yürek sızısı... Yoksulluğa, kimsesizliğe, sahipsizliğe, adaletsizliğe lanet ve kargışla dolu sol kaburgamın altı! Off... :(( Alın teri, emek, kan, göz yaşı, umutla bekleyiş, inanış... Sonunda ise yoksullukla, itelenmekle, ötelenmek ve yok sayılmakla tüketilmiş bir ömür, hayal kırıklığı, yalnızlık, ölümü arzulayış... ve, kocaman bir boşluk... Tıpkı bugünkü gibi.. :((
Vatan Dediler
Vatan DedilerTalip Apaydın · Yalçın Yayınları · 198163 okunma
·
245 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.