Gönderi

·
Not rated
“Yabancı” kitabı üzerine birtakım düşünceler
Yazgınız sadece sizi etkiler, toplumsal bir sorun olmadığı sürece. Ya da ‘’siz’’ in kim olduğunuza bağlı. Eğer bir papazsanız tanımladığınız yazgı kavramı birçok kişinin yazgısını değiştirebilir. Ama eğer bir doktorsanız yaşadığınız kentteki papazın açıkladığı ’’yazgı’’ sizin yazgı kavramınızın önüne geçer ,ta ki tüm şehrin yazgısı sizin elinizde olduğunda ya da daha doğru ifade etmek gerekirse insanların sizde yazgılarını değiştirebilecek güç ümit etmesine kadar. Şüphesiz bunun tek bir olasılığı olamaz çünkü tüm şehrin yazgısına karar veren papaz değişen koşulları göz önünde bulundurmaksınız doktora inanmayı reddeder. Bu durumda papaz gerçek ‘’yazgı’’ kavramına mı inanmıştır yoksa papaz da herkes gibi doktora mı muhtaç kalmıştır? Bu durum papazların kutsandığı ve kendi benliklerini Tanrı uğruna feda ettikleri bir kentte kaçınılmaz bir sorun ve ölümle sonuçlanır. Ama her şey birdenbire de olabilir yazgı olmaksızın . Orhan Veli’nin de dediği gibi: ‘’Her şey birdenbire oldu. Birdenbire vurdu gün ışığı yere; Gökyüzü birdenbire oldu; Mavi birdenbire. Her şey birdenbire oldu; Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan; Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire. Yemiş birdenbire oldu. Birdenbire, Birdenbire; Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire, oğlan birdenbire; Yollar, kırlar, kediler, insanlar... Aşk birdenbire oldu, Sevinç birdenbire. Orhan Veli Kanık’’ Son yıllarda çoğu kişinin ağzından düşüremediği ve bizim de dinlemekten sıkılmadığımız bir gerçektir şu söylem: ’’Her yıl daha iyisini dileyerek yeni yıla giriyorum ama kardeşim, gel gör ki her yıl bir diğerinden daha kötü. ’’Biz bu cümleden çok sıkılıyoruz çünkü biz de bir şeylerin değişmesini istiyoruz. Monotonluk insanı yorar, tıpkı her gün, her ay ,her yıl duyduğumuz kötü ve acı haberlerin monotonluğu gibi insanı sıkar. Ve her kötü olayda olduğu gibi insan inandığı Tanrı’yı suçlar . Eğer Tanrı her şeyi mükemmel yapabiliyorsa neden dünyada nice hastalık, açlık , savaş ve hastalık var diye düşünüyor. Fakat bu noktada insan yine kendisiyle çelişir çünkü mükemmel olarak nitelediği Tanrı’yı mükemmel olmasıyla suçlar. Çünkü Tanrı her şeyi mükemmel yapıyorsa içerisinde sevinç olan bir acıdan bahsetmemiz mükemmelliğe uymaz. O yüzden şu noktada açıklık getirelim. Evet, Tanrı insanları sever fakat onu iyilik, adalet ,barış ve mükemmelliyetle özdeşleştirmişsek bu bizim suçumuzdur. Yani tam olarak ‘’nefret kusma eylemi’’dir bu. Çünkü siz, Tanrı sizi yarattıktan sonra ona ibadet etme eylemini gösteriyorsanız ona isyan etme hakkını da kendinizde buluyorsunuz. Halbuki insan özgür bir varlık değildir. Bu durumda kim oluyoruz ki olan şartlar altında bize sunulan seçenekler arasından seçim yapıp seçimimize isyan ediyoruz!?İşte bu da insanlığın ve insan olmanın acizliği... ‘’Tarih tekerrürden ibarettir. ’’derler, doğrudur da. Çünkü ne zaman başımız sıkışsa olan olayların sonuçlarından yararlanırız. Ve elde kalan sonuç genellikle tarihin öngördüğü durumlardır .Evet, genelde dedim çünkü istisnalar da bir tarih yazar. Örneğin; Dostoyevski ,Tolstoy veya Schonpenhauer bize büyük yapıtlar bırakmış kişilerdir ve biz hangi yılda olursak olalım onların kitaplarındaki fikirleri ve yaşanmışlıkları, günlük hayatta karşılaştığımız bir duruma çözüm olarak sunabiliriz. İşte bu noktada insanın aklına bir şey geliyor: Tarihten yararlanmak insanın bayağılaştırıp tarih yazmasına engel oluyor mu? Evet, biraz oluyor çünkü biz onların istedikleri yollarda bulabiliyoruz kendimizi. İşte bu yüzden de dışarıdan size doğruymuş gibi gözüken bazı ‘’hatalar’’, daha büyük hata yapmanıza sebebiyet veriyor. Fakat hep böyledir bu. Hiç çıkış yolu yoktur. Ama eğer insan bunları düşünebiliyorsa yani bir kandırılmışlık psikolojisindeyse ya çok meraklıdır ya da hasta-Obsesif Kompulsif Bozukluk-. Biz birinci ihtimali ele alalım ve bu sebepten dolayı çok okuma kısmına geçelim. Şüphesiz kitaplar tüm şehre karanlık çöktüğünde ve şehrin rüzgârı odanızı tüm adiliğiyle kapladığında uçsuz bucaksız diyarlarda tek arkadaşınız olur. Özellikle karantina döneminde insanların okuması gerektiği önerilen iki kitaptan birisi Veba, diğeri ise Körlük’tür . Farklı dönemlerde yaşamış fakat insanlığın benzer sorunlarını ele almış iki kitaptan söz ediyoruz. Veba kitabı , insanın olayları kafasında canlandırmada zorluk çekmediği bir gerçeklikle ve olağanüstü detaycılıkla öne çıkarken ‘’Körlük ’’ ise bir salgın üzerinden farkındalık oluşturmayı amaçlayan ve gerek karakterlerin gerek ise olaylarının çarpıcılığını göz önünde bulundurup güncel sorunlarla bütünleştirmiştir bir kitaptır. Albert Camus, varoluşçuluk denilince aklımıza ilk gelenlerden biri olma sıfatının yanı sıra son zamanlarda ‘’Veba’’ kitabı yok satan bir yazar ve felsefi düşünürdür. Öncelikle kendisine bizi dünyasına davet ettiği için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum .Zira günümüzden yetmiş üç yıl önce kaleme aldığı bir eser ile günümüz insanın temel sorununa evrensel bir biçimde eğilebilmek ve bunu birçok kesime aktarabilmek için ele alınan üslubun titizliği ve konunun arılığı küçümsenecek cinste kolay değildir. Bu kitap insanların birbirini anlamakta güçlük çektiği ve tüm bir kargaşasın içerisinde insanlara toplu bir sesleniş niteliğindedir .Herkesin ortak ruhu ve ortak beynidir. Korkudan şaşırmış bir insanın yalnızlığından kurtulabileceği ve engin denizlerin kayaları yamulttuğu ve sessiz ruhların gezindiği bir deniz kenarında hisseder insan kendini. Hem kendi kendini sorgulayarak hem de yalnızlığını bir kenara bırakarak. Bir yandan da denizin azizliği önünde ezilir bir yandan da denizin sahip olmadığı canlı arkadaşlara sahip olmakla sevinir çünkü denizler ölü insanlarla arkadaştır. Albert Camus ,başkalarına göre hayatın melankolik algılanışının simgesi iken kendisi için dünya bir melankolidir. Bu sebeple kitap kapaklarında, benim okuduğum Can Yayınları, Albert Camus’u portresini varoluşçuluğu simgeleyen karmaşık çizgiler ve melankoliyi simgeleyen siyah beyaz renkler içerisinde görmek bizi şaşırtmayacaktır. Varoluşçuluk ,insanın düşünmesi gereken bir konudur ve bu sebeple üzerinde çokça eser verilmiştir. İnsanlar özellikle tüm dünyayı saran korona virüs ile bir çözüm getirmeyi amaçlamışlardır .Bu yolda bilim insanlarının yanı sıra sanatçılar da insanları yönlendirmede büyük sorumluluk sırtlanmışlardır .Özellikle çağdaş filozofların yayımladıkları makaleler üzerinde uzun süre tartışılmıştır .Bu güncel makaleler ile Veba kitabı arasında kurulan sıkı ilişkilendirmeler bize romanın zaman dayatmasına direndiğini ,günümüze gelebildiğini ve evrensel bir kitap olduğunu kanıtlar .Ayrıca insanların kitapları okurken kendilerinden bir parça bulması da romanın özgünlüğünü açıklar. Büyük bir titizlikle ve tüm kesimlerin anlayabileceği bir yalınlıkla ele alınan birçok konu, olağanüstü bir durumda insanların paylaştıkları duyguları ,dayanışmayı, şehrin sosyoekonomik yapısını, hiyerarşinin tersyüz edilişini ve din ,statü ,ahlak ,serzeniş kavramları üzerinde insanları tekrar düşünmeye itekler. Oran kenti, her zamanki gibi sıcak bir güne başlarken Doktor Rieux da her şeyden bihaberdi ve endişeden gayet uzak bir sabaha uyanmıştı. Fakat vakit geçip de apartman içerisinde karşılaştığı bir görünceye kadar bu rahat ve doğal tutumu devam edecekti .Çünkü günler geçtikçe sokaklarda çoğalan fare ölüleri ve hızla yayılan veba salgını gerçekten de endişe verici durumlardı. Belki de bir doktor olmanın verdiği tecrübeyle bu endişe bastırılabilirdi fakat bir çocuğun acılar içerisinde kıvranarak can vermesi bu duyguyu tekrar canlandırır. En yakın arkadaşımızı acı çığlıkları eşliğinde kaybetmek daha acı görünse de hayır ,daha hafiftir. Çünkü bu Doktor Rieux ’ a göre de örneğin; bir gün arabanızı süren adamla yatakta kaskatı duran ölü adamın aynı kişi olması bu durumun kabullenebilirliğini gösterir.Ve ardından eşinizin ölüm haberini de aldığınızda aslında daha acı gelmez. Salgın hastalıkların bu açıdan insanlığı farkındalığa ve aydınlanışa götürdüğünü savunur Cottard. Bir intihar girişiminden sonra tekrar hayata sarıldığı sırada tüm insanların ‘’toplu bir intihar sahnesi’’nde gibi peş peşe ölmesi onu yalnız hissettirmiyordu. Tıpkı ülkenin bir tarafında savaş olurken insanların sokağa çıkmama durumunu, karantinada sokağa çıkma yasağı olan kişilerin anlaması gibi hissettirir. Hastalığın yayılmaması için ülkeler giriş çıkışları kapatırken birbirinden ayrı düşmüş insanlar birbirlerine aylarca özlemle ve yaşanmış anların tatlılığıyla bağlı kaldılar. Veba kitabında insanlar birbirlerinden aylarca ayrı kaldılar ve haberleşmediler .Doktor Rieux’ un bu dönemde şehir dışında olan hasta karısına destek olamaması üzücü bir durumdur .Hastalığın yayılma tehdidi gösterdiği mektuplaşma da yasaklanınca karantina bittiğinde insanların birbirini sağ bulabilmesi belirsizlik içerisinde kalmıştır. İlk başlarda durum çok kişisel iken artan vaka sayısı ve kötüleşen şartlar ile insanlar artık binbir yol deneyerek ulaşmaya çalıştıkların kişilerin çehrelerini unutur oldular. Bu kişisel huzur peşinde koşan kişilerden biri olan gazeteci Rambert , bir röportaj için Oran kentine gelmiştir .Fakat birdenbire ortaya çıkan durum karşısında şehirde tutsak edilmiş ve sevgilisine kavuşmak için kaçak yollara başvurmuştur. Kişisel huzurun asıl mutluluk olmadığını; tüm özveriyle çalışan, insanların şehir dışına çıkıp sevdiklerine kavuşmak için can attıklarını fakat güvenlik sebebiyle çıkılmaması gerektiğini savunan ve aynı zamanda kendisinin de şehir dışında hasta bir eşi bulunan Doktor Rieux ’dan öğren Rambert , tüm olanakları elinin tersiyle itmiş ve gönüllü olarak çalışmayı kabul etmiştir. Doktor Rieux olayların anlatıcısı olarak karşımıza çıkar. Bazı kişilere göre kahraman iken, süregelmiş ve rutin olaylar karşısında kendisinin zaten görevi gereği böyle davranması gerektiğini düşünen Rieux , gerek ölüm istatistiklerini gözetme gerekse var olan koşulları insanların lehine nasıl iyileştirebileceği görevini üstlenir vebanın acımasızlığı karşısında. Yaşanması gereken bir dostluğun başkahramanı Tarrou’ yu kaybediyoruz. Tarrou ;dünyanın adaletsizliği karşısında insan canının küçümsenmemesi gerektiğini ve bu sebeple yaşamı boyunca mücadele eden, insanların hayatına devam etmesini sağlayan ve bezelye ayıklayan yaşlı adamın deyişiyle konuşmak için konuşmayan bir hekimdi. Ülkemizde yüzlerce sağlık çalışanımızı sırf Hipokrat yemini ettiklerinden gösterdikleri bağlılık soğuk toprağın altına sokmadı. Onlar Nazım Hikmet’in dediği gibi yaşamayı bildiler. ‘’Yaşamayı ciddiye alacaksın, Yanı, o derecede, öylesine ki, Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, Yahut , kocaman gözlüklerin, Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda İnsanlar için ölebileceksin, Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, Hem de en güzel, En gerçek şeyin yasamak olduğunu bildiğin halde.’’ ‘’Doktor, Prokopios ’a 2 göre, günde on bin kurban veren Konstantinopolis vebasını düşünüyordu. On bin ölü büyük bir sinemanın müşteri sayısının beş katı eder. İşte yapılması gereken buydu. Beş sinemanın çıkışında insanları toplayıp kentte bir meydana götürmek ve olayları daha net görebilmek için onları yığınlar halinde öldürmek. En azından o zaman bu adsız kalabalığa tanıdık yüzler takılabilirdi. Ancak, gerçekleştirilemeyecek bir şey bu doğal olarak, hem sonra on bin yüzü kim tanır?’’ (Can Yayınları,46.sayfa) Belki de insanlar bu durumu açılan bir çukura kadın ve erkeklerin aynı anda atılmasına duyarsız kalarak kabullenmişti.Artık ölenler sade bir törenle gömülüyor hatta bazen direkt çukura atılıyordu.Bu bize günümüzde kaybettiğimiz yakınlarımızın veya ünlü kişilerin cenazelerine normalden az kişi katılmasını anımsatıyor. Salgın sırasında yemeklerin karne ile verilmesi ,zengin ailelerin hiçbir sıkıntı çekmeden ihtiyaçlarını karşılamasına rağmen , fakir kesimin yokluk içerisinde mücadele vermesi salgının eşitsizliğini gösterir .Salgın sırasında bir hapishanedeki başkanların ,gardiyanların ve tutukluların hastalığa kapılması salgının statü dinlemediğini gösterse de görevi başında ölen gardiyanlara nişan verilmesi tekrar hiyerarşiye yol açar ve bir salgın durumunda insanlar benzer durumları yaşasa da ‘’aynı gemide olmak’ ’fikri kabul edilemez. İnsanlar her ne kadar hayata karşı motivasyonlarını yitirmişseler de valilik ,deniz banyolarının ve bazı yerlerin kapatılması emrini vermişti .Yapılan olağanüstü hâl toplantıları bize Bilim Kurulunun yaptığı toplantıları anımsatıyor. Keşke insanlar her zaman böyle bir dayanışma sergileseydi .Keşke kötü olaylar olmadan elimizdekinin farkına varsaydık .Keşke biz burada sağlıklı bir şekilde duruyorken birileri ölmeseydi. Ama bu günler de geride kalacak ve biz de tıpkı Oran kenti insanları gibi eğlenceler düzenleyip zaferimizi kutlayacağız!
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2019111.8k okunma
·
583 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.