Gönderi

...19-20.yüzyıl dönümünden başlayarak Nazi iktidarının sonlanışına kadarki Almanya örneği bile yeterince çarpıcıdır. Sözgelimi, Paul Mebes’in Um 1800’ü tipik bir popüler örnektir. Döneminde bir bestseller olmuştu. Kısa metinler ve yüzlerce eski kent, yapı ve ayrıntı fotoğrafı aracılığıyla Mebes fiziksel çevrenin bir zamanlar ne kadar güzel, tutarlı, kimlikli ve sorunsuz olduğunu anlatıyordu. Ancak erken 20.yüzyılda bu seküler nostaljik damarın Almanya’daki en güçlü temsilcisi Mebes değil, Schultze-Naumburg olsa gerek. Bol fotoğraflı dev bir dün tahayyülü ve düzen-disiplin merkezli bir bugün önerisi ortaya koyacaktı. Kentin makro-ölçeğinden konuta, kırsal çevreye, hatta ülkenin bitki dokusuna kadar fiziksel-mekansal her veri onun kitaplarında yer buldu. 1928’de Sanat ve Irk adlı bir kitap yayımladığı ve 1930’dan itibaren de Nazi Partisi üyesi olduğu hatırlatılırsa, Schultze-Naumburg’un nostaljiden totalitarizme uzanan mimarlıkla döşeli yollar için nasıl aydınlatıcı bir örnek oluşturduğu daha iyi anlaşılabilir. Benzer sözleri ondan yaklaşık bir kuşak daha genç Schmitthenner için de yinelemek mümkün. O da özellikle Goethe çağı Almanyası’nı “özlüyordu”. Ünlü yazarın Weimar’daki mütevazi evini bir tür kült objesine dönüştürmüştü. Mimari kaos saydığı güncel duruma o yapıyla simgelediği bir düzeni getirecek olan “doğru” mimarlığın peşindeydi. Ve o da Nazi partisine üye olacaktı. Bu gibi kişilikleri tekil ve ikincil önemde diye düşünmek zordur. Schultze-Naumburg on yıl boyunca ülkesinde gerçek bir kanaat önderiydi. Schmitthenner ise çok etkili Stuttgart Technische Hochschule’sinin Bonatz ile birlikte en önemli hocası olacaktı. Bu okulun iki dünya savaşı arasında ve hemen sonrasında Türkiye’den en çok mimarlık öğrencisi çeken Alman kurumu olduğunu hatırlatmakta yarar var. Üstelik her iki hoca da Türkiye ile sıkı bağlantılı oldular. Schmitthenner ders vermek için bir ara Türkiye’ye gelmek üzereyken vazgeçti. Bonatz’ın ise uzun bir Türkiye kariyeri var. Hatta 1940’ların ikinci yarısıyla 1950’lerin başında Türkiye’nin tartışılmaz Mimarlık “grand seigneur”üydü. O yılların Türk yıldızı Sedad Hakkı Eldem’in de bu zincire eklenmesi gerekir. O da mimari kaosa düzen getirmek için devlet müdahalesini de devreye sokacak totaliter yöntemler öneriyordu. Bu bağlamda Turgut Cansever’in Eldem’in öğrencisi oluşunu vurgulamak da ayrıca anlamlı olur. Seküler hocadan dinsel duyarlıklı öğrenciye uzanan bir güzergah bu. Orada da kalmıyor. Artık Cansever’in izinden giden bir grup var ve ölümünden sonra bile o bir kanaat önderi kimliği taşıyor.
Sayfa 29
·
454 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.