Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

HAYATTA KURULAMAYACAK DİYALOGLARI KURMAK İÇİN..
-Bende hiç şans yok, şansımı s... -Olum bunun şansla, kaderle alakası yok. Diyerek, biten ya da aksi giden bir ilişkiye dair yaptıkları sohbetler. Konu M..B.. olunca sohbet sayılmaz aslında, çünkü bildiğimiz anlamda bir sohbet süprizlere açık olmalı, şaşırtmalı, bilmediğimiz bir şeyden,bir olaydan bahsetmeli ya da bizde merak uyandırmalı ve merakımızı gidermeli. Halbuki bu arkadaşların sohbetleri daha doğrusu sohbet görünümündeki diyalogları aslı 20-25 sene öncede kalmış bir sohbetin kendini süprizlere kapatmış,artık bilinmeyen, meraklanacak bir yanı olmayan fotokopileri. Peki nedir bu aslını fotokopiye çevirip, dinleyenlerde heyecan meyecan bırakmayan ve bu kısır döngüye sebep olan şey. Gerçi buna fotokopide denemez, daha çok zamanla kendi kendinin karikatürüne dönmenin tezahürü demek bence daha dogru bir benzetme olur. Ne kadar tekdüze olsada diyaloglarında neşe yok değil. Konuştukları konu trajik bir konu olsada konu Mert Bayraktar'la alakalı olduğunda komediye dönüşüyor. Bunun nedeni M.B'nin karakteristik özellikleriyle ilgili. Onun hiç değişmeyen özellikleri arkadaş grubunu çocukluğa, eski günlere götüren bir nevi zaman kapısını aralıyor. O günlerden bugünlere değişmeden gelen ender şeylerden biri. O yüzden ne kadar M.B'nin dertlerini artık umursamamaları gereksede bunu yapmıyorlar. 20-25 sene önceki gibi olmasada ilgileniyorlar arkadaşlarının derdiyle.. Mert yine sonunda şansızlığından, kaderinden yakınarak, yine tipik diyaloglar kurarak bitireceği bir güne başlamak üzere, evinde ve elinde telefon basıyor tuşlara.. -Efendim. -Özge Canım nasılsın? -İyiyim. -Dün telefonu açmayınca merak ettim, yaramaz bi şey yok di mi? -Yok, dün çok yorgundum, oturduğum yerde uyuyakalmışım, duymadım telefonu. -Akşam seni almaya geleyim mi, bi şeyler yerdik. -Mert bende konuşmak istiyodum senle,konuşacak pek bir şeyde yok aslında, diyeceğim bir müddet birbirimizi görmemenin iyi olacağı. -Neden, ne oldu, bi şey mi yaptım? -Yo yo bi şey olmadı, bi şeyde yapmadın ama yürümüyor işte. Biraz ara versek iyi olacak. -Lütfen Özge, yapma bunu bana. Ben sensiz yapamam. -Yaparsın Mert, neden yapamayacaksınki, bir zaman sonra unutursun. -Lütfen Özge yalvarırım, bana bir şans daha ver lütfen. -Mert kapatmam gerek telefonu, işim var. -Lütfen diyorum Özge yapma, bitmediğini söyle, böyle kapatma telefonu. -Mert anlamıyor musun, yürümüyor işte. Bir ara verelim en azından, ben seni ararım, ama ben seni arayana kadar sen beni arama, kapatmam lazım. -Tamam Özge, aramanı bekliycem, seni seviyorum Özge. Ve Özge kapatır telefonu. Mert'in 'seni seviyorum' sözü sessizliğin içinde adeta havada asılı kalır.Ve Mert herzaman olduğu gibi şansızlığından yakına yakına,bu durumun psikokojisiyle rahatlamak için arkadaşlarını sırayla telefonda aramaya başlar. -Nasılsın Apocum. -İyiyim Merdocum. Sen nasılsın? -İyi değilim ben Tosun. Özgeyle ayrıldık amk. Böyle şans mı olur, şansımı skym. -Yapma ya. Hayırlısı olsun ortak. Bu arada Apo içinden vay amk şimdi bi şeyler sorsam kafa beyin bırakmaz skr. En iyisi ben bi çekiyimde öyle dinleyiyim der. Hemen o anda çekmeye başlar, çünkü dinleyip tahammül etmek için kendince bunu yapmaya mecbur. Her zamanki şeyleri dinler, her zamanki sözleri söyler. Gerçi Apo kafası iyi olduğu zaman söylediği şeyler her zaman tutarlı olmuyor. Bazen bırak bu karıyı diyor, bazen ne istiyosan onu yap, anı yaşa tosun diyor. Aslında ne derse desin fayda etmiyceğini bildiğinden, söylediği şeylerin bir önemi olmadığının farkında. Aslında yaptığı arkadaşının aradığı ilgiye karşılık vermek. Sözlerin bi önemi yok diye düşünüyor önemli olan arkadaşının yanında olduğunu hissettirmek. Her zamanki rutin konuşmalar,rutin diyaloglar bunlar. Mertle Apo arasındaki konuşma bitiyor ve Mert şimdi sıradaki arkadaşı Recep'i arıyor. -Alo Reco. -Efendim Tosun. -La oğlum moralim çok bozuk. -Ne oldu lan? -Özgeyle ayrıldık amk. -Yapma yav. Ne olduki yine? Aslında Recep bunu öylesine sorar. Ne olduğunu bilir. Mert'in bu yaşadığı şeylerin en başından yaşanacak şeyler olduğunu bilir, bu mekanik bir süreçtir ona göre. Bunu ispatlayan şeyse bundan önce yaşanan her şeyin zaten öngörüldüğü gibi yaşanması. Bu son yaşanan şeyin ise her zamanki yaşanan, tekrar edilen şeyin karikatürü oluşu. Trajik bir durum olması gereken bu durum tekrarlana tekrarlana komediye dönmüştür artık. Biri demişti, komedi için, tekrarlanan trajediler komediye dönüşür diye, kim demişse doğru demiş diye düşünür Recep. Yine her zamanki gibi bir konuşma daha yapılır Mertle Recep arasında. Yine her zamanki gibi tesselli verecek bi şeyler duymak ister Mert Recep'ten. Recep biraz acı veren biraz teselli edici şeyler söyler yine her zamanki gibi. -Oğlum ben böyle şansı skym. Arar mı sence Tosun? -Oğlum bunun şansla alakası yok. Aramasına arar ama aradan biraz zaman geçince.Bence hayatında biri var, şuan sen onun ayaklarına bağsın o yüzden tümden bitirmeyip ara verelim demiş. Seni tamamen kaybetmek istemiyor Tosun, elinin altında ol istiyor. Arar orası kesin ama zamanını bilemiyorum. Bence en iyisi bırak, unut bu karıyı, dikiş tutmaz sizin ilişki Tosun. -Kesin arar diyorsun yani, olum bak emin misin? -Arar olum dedik ya. -Hadi bakalım. Ve telefon kapatılır Mert kendiyle başbaşa kalır. Kendini oyalamak için bozuk olan gece lambasını tamir etmeye çalışır. Elinde lamba, lan der şansımı skym, bende hiç şans yok amk, lan bi mucize olsada güzel bi karı bulsam unutsam şu Özge'yi. Bi masal vardı neydi, ha ha Alladin'in sihirli lambasıydı. Lan ben olacaktımki Alladin'in yerinde, o cin bana soracaktıki ne istiyorsun diye. Amına koyardım ortalığın. Böyle düşüne düşüne uyuyakalır, yattığı yerde ve hayatında bir daha bu gerçekçilikte göremiyeceği rüyaları görebileceği bir rüya alemine geçiş yapar. Rüyasında yine kendi evindedir Mert ve elinde bir lamba tutmaktadır ama evindeki lambadan bambaşka bir lambadır bu. Elinde tuttuğu lambayı görünce şaşırır Mert, rüyada olduğunun farkında değildir, nerden çıktı bu lamba, evdeki lambayada hiç benzemiyor, ne zaman nasıl elime aldım nerden çıktı bu diye düşünürken birden yine o masal aklına gelir. Lan yoksa der bu lamba o lamba olmasın? Şöyle bir ovalar ama bi şey olmaz. Sonra aklına gelir 3 defa ovalanacağı. Ovala ovala ovala, sonra bakar bi şey olmaz. Lambasının amk diyerek tam lambayı masaya koyarken kapı çalar. Lambayı masaya koyar ve kapıyı açmaya gider. Açar kapıyı ve karşısında ne üdüğü belirsiz, Iraklı mı acaba yoksa Suriyeli mi diye düşündüren, Mert'e göre pek tekin olmayan bir kılıkta biri vardır. -Buyrun der Mert, kimi aramıştınız? -Mert Bayraktar siz misiniz? -Evet, ne oldu? -Beni siz çağırdınız ve geldim işte. -Ben mi çağırdım, bi yanlışınız olmasın? -Girebilir miyim der adam ve Mert'in davet etmesini bile beklemeden içeriye girer. -Anlamadım ben der Mert, anlatır mısınız bana burda neler olduğunu? -Benim kim olduğumu anlamadın mı hala, der adam ve masanın üzerindeki lambayı eline alır ve ben bu lambanın ciniyim. Beni sen çağırmadın mı az önce, der. Mert şaşkındır ve şaşkınlık yerini bir sevinç dalgasına bırakmak üzeredir. Aman Allah'ım dualarım kabul oldu diye düşünür. -Evet, der ben çağırdım sizi, ama kapıdan geleceğinizi hiç düşünmemiştim. Lambanın içinden çıkmanız gerekmiyor muydu? -Okuduğun masallara göre evet lambadan çıkmam gerekiyordu ama bu sadece masallarda böyle oluyor, her zamanki gibi zannettiğinle gerçekte olan farklı yine. Duruma göre kafama göre takılıyorum,bazen lambadan bazende kapıdan geliveriyorum.Şimdi sen benden senin adına mucizeler yaratmak için buraya geldiğimi sanıyorsun ama yanılıyorsun, ben senin beklediğin mucizeleri yaratamam. Ben buraya kendinle yüzleşmeni, sende eksik olanı ve hayatın üzerinde iktidar sahibi olman için gerekeni sana anlatmak için burdayım, yaratmak için değil. Ancak bu şekilde yardım edebilirim sana inan bundan fazlası gelmez elimden. -Hiç böyle hayal etmemiştim sizi, benim bildiğim siz sizi çağırana itaat eden, o ne derse yapan bir nevi bulanın kölesi olan bir şeydiniz. -Haklısın böyle bir yüzümde var ama böyle olmamı sağlayan şey benden çok beni bulana bağlı. -Anlamadım, nasıl yani. Cin eline lambayı alıp Mert'e doğru tutup göstererek, -Bu lambayı tarih boyunca birçok kişi buldu ve bende birçok kişinin dileklerini yerine getirdim. Hani sana demiştim ya mucizeler yaratamam ben diye aslında yalan söylemedim sana çünkü o mucizeleri ben değil dileklerini yerine getirmemi bekleyenler yaptı. Ben sadece onlar için yolu kısalttım. Mucize o insanların isteklerini yerine getirmek için kendilerine duydukları inançtaydı, azimlerindeydi. İstediklerini alabilmek için İstedikleriyle kendi aralarındaki sağladıkları uyumdu. İsteklerine kavuşmak için gereken neyse biliyorlardı ve yapmayada hazırladı. Ben olmasamda dileklerine kavuşurlardı zaten. Ben süreci kısalttım sadece onlar için.Şimdi sen senin karşına neden bir köle gibi çıkmadığımı merak ediyorsun, yanılıyor muyum, bunu merak etmiyor musun? -Evet. -Nedeni basit. Sana köle olmamı engelleyenin benim değil senin olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu benim irademde olan bir şey değil. Bunu sağlayabilecek kişi sensin.İstekler ile isteyen arasındaki uyum ve bu uyumun kişinin kendine verdiği değeri belirlemesi benim konumumu belirliyor. İstekler ve isteyen arasındaki uyumsuzluk özsaygı kaybına neden olur, yani kendini değersiz hissetmesine sebep olur. Nasılki isteklere ulaşmak başarı kabul ediliyor kişinin kendine saygı duymasını sağlıyorsa, isteklere ulaşamamakta başarısızlığa, başarısızlıkta özsaygı kaybına yani dolayısıyla kendini değersiz hissetmeye neden oluyor. Bu değerler üzerinden ilişki kuruyorum karşımdakiyle. Senin kendine verdiğin benim kendime verdiğim değerden azsa karşında bir köleden çok efendi bulursun. O yüzden seninle konuşurken bir köle değil bir efendi gibi konuşuyorum. Seninle ilgili bazı tespitlerimi sana anlatıcam ve gidecem. Bunu yapmamı istiyor musun? -Evet. Aslında Mert bu tespitleri duymayı çok istememektedir. O bir mucize olsun istiyordur, olmuyosa lafı niye uzatiyoki amk diye düşünmektedir ama şimdi dinlemezse adamı belki sinirlendiririm,zaten in mi cin mi belli değil,napacağı belli olmaz diyerek ske ske kulak verir karşısındakine. -Başlıyorum öyleyse. Eğer şimdi deseydimki sana dile benden ne dilersen.İlk dileyeceğin şey bugünkü yaşadıklarından sonra muhtemelen güzel bir kadın olacaktı. Hayatın boyunca hep bunun peşinden koştun, onlarla hep problemler yaşadın. Kadınlarla yaşadığın her problemde hep kadere, şansa attın suçu, çünkü anlamıyordun kadınları ve anlamadığın için kadere şansa bağlamak kolayına geliyordu. Kendini hiç değiştirmeden, öğrenmeye kapalı, hep aynı motivasyonla yoluna devam ettin. Hemen hemen hep aynı problemleri yaşadın. Kadınlar hep bir muamma olarak kalmaya devam etti senin için. Peki kader nedir Mert? Neye kader deriz?Hiç düşündün mü bunları? İnsanlar karşısında boyun eğip güçlerinin yetmediği, çözemediği, anlayamayıp bilgisiz kaldığı her durumu kader kapsamına sokmakta,sende onlar gibi yaptın. Tarih bize gösteriyorki zamanında kader kapsamına sokup karşısında çaresizlik duyduğumuz bazı şeyler bilimin, bilginin gelişmesiyle kaderin kapsamından çıkmıştır. Yani bilgisiz kaldığımız ve karşısınsa bilginin vereceği güçten mahrum kaldığımız, karşısında çaresiz kaldığımiz her şeye kader diyoruz. Burada bulunmamın en büyük sebebi, yaşadığın bu şeyleri senin için kader kapsamından çıkarmak. Senin için muamma olan şeyleri açıklığa kavuşturmak. Madem kadınlar senin için muamma sana bu mummaya dair bazı şeyler anlatmak istiyorum. Önce bir kadına özel olarak odaklanıp tanımak yerine genel olarak odaklanıp genel olarak anlamaya çalışalım. Kadınları evrimsel gelişimlerini,tarihi seyrin onları nasıl konumlandırdığını anlamadan anlayamazsın, kadınlarla yaşadığın problemlerin bir kişinin özelinde,o kişinin o anda yaşadığı olaylara, yaşanan olaya özel olarak verdiği bir tepki değil cinsiyetinin kalıtımsal özelliklerinden kaynaklanan bir durum olduğunu bilmen gerekiyor, sen problem çıkartmayan biri olduğun için partnerinle ortaya çıkan sorunları burada aramak gerekiyor. Nedensiz gibi görünen problemlerden bahsediyorum. Erkek ve kadın birbirinden farklı bir tarih ve evrimsel bir süreçten geçmiştir. Kadının erkekten güçsüz bir varlık oluşu ve çiftleşirkenki edilgen rolü kadını erkeğin egemenliğinde ve kontrolünde bir hayatı dayatmıştır. Güç odaklarından uzakta, erkeğin gölgesinde, duygularını ve isteklerini bastırarak, bu duygu ve isteklerden dolayı toplum tarafından aşağılanıp onu bir takım davranış kalıplarına mecbur edip konumlandıran bir tarihsel süreçten geçen kadınlar. Bir kadın içindeki duyguları, istekleri saklamak zorunda. Hissettiği şeyler asla kabul edilemez toplum tarafından. Halbuki bu hissettiği şeyler kadının kontrolünde olmayan içgüdüsel şeylerdir, fıtratında vardır. Böylelikle kadına kendi doğasından utandırılması öğretilir, kendine yabancı kendini aşağılayan bir varlığa dönüştürülür kadın. Varoluşu bu temeller üzerine kurulur ve bu seyirde konumlanmak zorunda bırakılır kadın. Kadın varoluşundaki eksiklikleri gidermek için ihtiyacı olan gücü toplumsal düzende kendi elde edemeyeceği için güçlü birinin gölgesinde bu eksikliği gidermeye çalışır ve hayalleri hep bu istek üzerinde oluşur. Buraya kadar saydığım bütün şeyler kadın üzerinde o kadar baskındırki, zamanın ve tarihsel süreçte kadının bu tekrarlanan rolünün içselleşmesi ve bunun kalıtımına geçip fizyolojisinin bir özelliği olmaması imkansızdır. Yani kadının kendini değersiz hissetmesi, aşağılık komleksinden muzdarip olması dışsal psikolojik nedenler yüzünden oluşurken,sonra bu durum tekrarlana tekrarlana, kalıtımsal olarak nesiller boyu aktarılarak, artık sadece dışsal nedenlere dayanmayan, içsel bir nedenede dönüşüp fizyolojisinede kazınır,yani kadının özelliği sadece dışsal nedenler yüzünden olmaz, aynı zananda içseldir artık. Tarihte sahip olamayıp, uzak kaldığı güç eksikliği kadınlarda gücün gölgesinde, güçlü birine itaat etmek gibi bir refleks geliştirmiştir. Bu durum fizyolojik ve psikolojik olduğu için artık kadınlar bu duygularını iradeleriyle yenemiyor, fizyolojilerine baskın çıkamıyorlar. En güçlü kadında bile kendinden güçlü birinin gölgesine sığınma güdüsü vardır. Güç onlar için afrodizyaktır. Kadınlar gücün taşıyıcısı olmaya değil güce itaat etmeye meyilli varlıklar. Gücü taşımaya uygun varlıklar değiller,tarihsel ve evrimsel bir süreçte oluşmuş içgüdülerinden gerekli desteği alamadıkları için gücü taşıyıp normalleştiremezler. Köle ruhlu olarak koşullandırıldıklarından dolayı köle psikolojisine sahiptirler. Peki bu köle psikolojisine sahip insan olmak ne demektir?Davranışlarını güce göre, güçlü ya da güçsüze göre belirleyen kişiler diyebiliriz. Köle ruhlu insan kendi seviyesi ve onun aşağısındaki insanı ezme eğilimini taşırken, kendinden güçlü olanada biat etme eğilimindedir. Aslında yoğunluğu değişsede her insan biraz köle ruhludur, ama kadınlar bu yoğunluğu farklı bir boyutta yaşarlar. Ayrıca gücü illa maddi anlamda anlama, elbette maddiyatın güçle alakası vardır ama ben karakter gücünden bahsediyorum. Karakter gücü nedir? Üzerimzde etkiler bırakan, tanımadan bile bizde saygı uyandıran insanlar vardır. Gücünü ölçemesekte hissederiz. Zarar verme, duygularımızı etkileme potansiyellerini duruşlarıyla bile vaad ederler. Güç ancak kötüye kullanıldığında veya kötüye kullabileceğini hayal ettirdiğinde hissedilir. Karşımızdaki kişinin kötü olma, bize zarar verebilme,duygularımızı etkileyebilme ve bu etkinin korku verebilme(bu korkuyu bilincimizde doğrudan hissetmeyiz ama biliçaltında bu etkilenme her zaman korkuyla ilişkilidir) ihtimali bizde saygı uyandırır. İyiler sevilebilir ama bu onlara saygı duyulacağı anlamına gelmez. Kötüler sevilmez ama onlara saygı duyulur. Zaten kötünün aradığı şeyde sevilmek değildir. O saygı duyulmayı talep eder insanlardan ve istediğini alır. Kötülük güçlü olduğuna dair bir vaaddir. İyiler mutlaka kazanır, hedeflerinize ulaşmak için iyilik yap gibi söylemler kandırmacadır. Buraya kadar sana kadınlardan ve kadınların, insanların güçle ilişkisinden bahsettikten sonra şimdi senle biraz hayattan,senden ve senin güçle arandaki mesafeden ve ilişkiden bahsedelim. Biliyorum anlattıklarım senin için bir şey ifade etmiyor, ama dedim ya ben sadece sana yaşadıklarına bundan sonra kader denemeyeceğini kafana sokmak için burada bulunuyorum. Neyse konumuza dönelim. Hayat bize kendini bizim tamamlayıp, anlamdırıp, biçimlendireceğimiz bir eksiklikte sunar kendini. Nasıl zaman göreceliyse, kişilerin algılayıp anlamdırdığı dünyada görecelidir.Herkes için dünyanın anlamı, manası farklıdır. Peki algılamayı göreceli yapan nedir? İnsanlar arasında farklılığımıza sebep olan şey nedir?Kişiliğimizi bir yola sokan, o yol üzerinde şekillenmemizi sağlayıp karakterimizi oluşturan faktör nedir? Bu sorunun cevabı ihtiyaçtır. İhtiyaç eylemlerimizi, düşüncelerimizi biçimlendiren en temel faktör. İnsanlar aciz varlıklardır, yaşamları ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine bağlıdır. Ama bizim ihtiyaç duyduğumuz şey aynı zamanda bizim gibi başkalarınında ihtiyacıdır aynı zamanda. İhtiyaç büyük, tedarikte sınırlı olduğu için insanlar arasında acımasız bir rekabet oluşuyor. Bu yüzden isteklerimize ulaşmak için stratejik davranmaya mecbur varlıklarız. Her insanın donanımı, imkanları farklı olduğu için, ihtiyaçlarına giden yolda eşit olmuyor. Buda stratejide farklılıklar doğuruyor, dolayısıyla kişiliklerimizdede. Dediğim gibi kişilik dediğimiz şey ihtiyaçtan ve bu ihtiyacı karşılamak için benimsediğimiz stratejik yöntemler çerçevesinde oluşuyor. İhtiyacı karşılamak için geliştirmiş olduğumuz yöntemler kişiliğimizi belirliyor. İhtiyacı karşılamak hedefken, ihtiyacı karşılamak için benimsediğimiz yöntem ve stratejide bizim gücümüz yani bizim hedefimize ulaşmamızı sağlayan yol oluyor. İnsanın karakteri sahip olduğu güç ve olmadığı güç üzerinden şekilleniyor. Yani gücün varlığıda yokluğuda kişiliğimizi belirliyor. Niye anlatıyor bu bunları bana diyorsun içinden biliyorum, bekle neden anlattığımı anlayacaksın belkide anlamayacaksın, bakıp göreceğiz. Neyse devam ediyorum. Bunları anlatıyorum çünkü sende eksik olan şeyin bu söylediklerimle çok yakından alakası var. Seninde her insan gibi ihtiyaçların var. Ama senin şöyle bir farkın var diğer insanlardan, sen ihtiyacın olan şeyi biliyorsun ama onu nasıl elde edeceğin bilgisindende, farkındalığındanda bihabersin. Bu ihtiyaçların giderilmesinin şansa, kadere veya tesadüfe bağlı olduğunu düşünüyorsun. Sen ne stratejinin ne yöntemin, dolayısıyla nede gücün yapısını anladın, nede önemini. Beni güçlü biri yap, bende güçlü biri olmak istiyorum artık, diye bir dilekte bulunsan şimdi inan bunu ne ben nede evrenin bütün cinleri biraraya gelse yapamaz. Neden mi? Çünkü kimse sana sende olmayan şeyi veremez, biz sadece kökü sende olan bir şeyin büyümesini sağlayabiliriz. Kökü içinde olmayan bir şeyi ne büyütebiliriz nede onu var edebiliriz. Sen sadece ihtiyacı hissetin, ama onu elde etmek için gereken güce hiç talip olmadın. Bu ihtiyacı karşılamak için doğmanın, varolmanın yeterli olduğunu düşündün. Gücün güçlendirip zenginleştirebileceği güçlü bir kişilikten mahrum kalınca içindeki boşluğu Dinle,gelenekle,geleneksel düşüncelerle vb. şeylerle doldurdun ve bu durumu daha kötü bir hale getirdi. Din konusunda çok şey diyebilirim ama neyse konumuzla ilişkili olsada doğrudan ilgili olmadığı için din konusunu kapatıyorum. Senin bu durumunun yani güçlü olmakla arandaki mesafenin büyük oluşunun hiçbir faydası olmadıda değil sana neşeni,saflığını bu güç ve stratejiden muaf oluşmuş kişiliğine borçlusun.Güç ve stratejiden bihaber olduğun için stratejik ve hesaplı davranışlara yabancısın(çözemiyorsun durumu aslında), stratejik davranışlarda yaşanan kararsızlıkları yaşamıyorsun, kararsızlıkları diğer insanlarla aynı boyutta yaşamadığın için ve başkalarının içinde stratejik davranma ve stratejik davranma motivasyonu yüzünden çeşitlenen benliklerin sende olmaması yüzünden diğer insanların yaşadığı benlik çatışmasını yaşamıyorsun, negatif insan kararsızlıklar içindeki insandır, sen bu kararsızlıkları yaşamadığın içinde duygularını daha saf şekilde yansıtıyorsun, buda pozitif biri olmanı sağlıyor.Albenide bu özelliğinden alıyorsun. Şimdi diyebilirsinki ben nasıl kararsızlık yaşamıyorum, bende yaşıyorum. Ama senin yaşadığın kararsızlıklar diğer insanlarınkinden farklı. Çünkü düşüncede değil senin kararsızlıkların daha çok içgüdüsel olarak yaşıyorsun bunu.Canın yapmak istiyor, fizyolojik bir çekim hissediyorsun ve psikolojik olarak yapmamanın iyi olacağı hissi var ama bilgisi tam olarak yok. His seni duraklatıyor ama her zaman içgüdüsel davranarak sonuçlandırıyorsun kararsızlıklarını. Kararsızlık iki eşit güç arasında yaşanır.Fizyolojik tarafın kadar güçlü bir iradende olmalıki gerçek bir kararsızlık yaşayabilesin. Her zaman kazananın içgüdüsel ve fizyolojik taraf olması bunu gerçek bir kararsızlık yapmıyor. İçgüdüsel davranıyorsun her zaman diyelim gitsin bu duruma en iyisi.Neyse ne diyordum bu durumun sana faydası olmadıda değil diyordum. Evet ilk görüşte çok şey vaaddediyordun kadınlara. Pozitif, eğlenceli, neşeli. Ama bu özelliklerin tek yönlü olduğu için kadının beklentide olduğu başka şeylerle birleşmediği için işlevselliğini yitiriyordu. Tek düzeliğe dönüşüyordu zamanla. Eğer bir şey tekdüzeliğe, alışkanlığa dönüşüyorsa o şeye karşı duyarsızlaşmaya başlarız. Zıttıyla buluşmayan özelliklere karşı duyarsızlaşırız. Sana şimdi birazda aşktan bahsetmek istiyorum. Konuştuğumuz her şeyle doğrudan ilişkili çünkü. Aşk hiç bir ayrım yapılmadan kadın için ve erkek için hep aynı şekilde tarif ediliyor. Bu çok büyük bir yanlış. Erkek için estetiği, masumiyeti, huzuru aramak olarak kısaca tarif edebilirim. Başka tariflerde yapılabilir erkekler için aşka dair ama benim yaptığım tarifin diğerleriyle çelişeceğini düşünmüyorum. Zaten üzerinde durmak istediğim şey erkeklerin değil kadınların duyduğu aşk, ikisinin bambaşka dinamiklerden, bambaşka beklentilerden doğduğu. Aşk, hayatımız boyunca duyduğumuz özlemlerin, beklentilerin, hayatımızda eksik olanın tamamlanmasına dair duyalan isteğin bir kişide vücud bulup duygularımızın o kişide yoğunlaşmasından başka bir şey değildir. Kadın ve erkek için aynı aşk tarifini yapabilmek için kadın ve erkeğin ihtiyaçlarının aynı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu mümkün olmadığına göre aşk hakkında bildiğin her şeyi unut. Kadın duyduğu bütün eksiklikleri, var oluşundaki proplemleri gücün çözeceği hissiyle, beklentisiyle davranan, hatta bu davranışları içgüdüsel olarak yapan bir varlık. O yüzden güce, güçlüye dair özlemleri, beklentileri vardır. Karşı cinste hoşlarına giden her hareketi güçten kaynaklandığını varsayma, erkeğin her davranışının sonunda erkeğin gücünün başka bir kısmını göstereceği, onla yaşadığı her anın onun gücünü görebileceği süprizlere açık bir zaman olarak algılar. Çözemediği bir giz erkek onun için. Güçlü olduğunu varsayma ve erkekten bunu beklemesi erkekle geçirdiği zamanı canlı tutuyor. Bu gizi beslediği sürece erkek, kadın erkeği kaybetme korkusu yaşıyor. Kaybetme korkusu hissetmediğin hiçbir şeyi sevemezsin, köleleştiremediğimiz şeyleri severiz Mert. Bu dediklerim sana bir şeyleri çağrıştırmadı mı hiç? Neyse, ne diyorduk. İşte bu gizin korunması, beklentilerine cevap vereceğinin varsayamıyla erkeğe duyduğu merak aşkı canlı tutuyor. Aşkın bitişide gizin, beklentinin ve merakın bitmesiyle oluyor. Merak nedir, neden meraklanırız? Merak bir anlamda kişinin kendini ödüllerendirme çabasıdır. Bizi heyecanlandıramıyorsa, varlığı artık tekdüzeliğe binmiş, bilmediğimiz hiçbir yönü kalmadığı için duyarsızlaştığımız, duygularımızı kıpırdatmayan şeyler bizde merak uyandırmaz. Eğer ödül yoksa sonunda, beklentimizi karşılamıyorsa çabada göstermeyiz, zamanımızı ayırmayız. Eğer bir kadını meraklandırmak istiyorsan ona beklentilerini karşılayabileceğini vaaddedecek davranışlarda bulunmalısın. Bunu nasıl vaaddersin,bu beklentiyi nasıl canlı tutarsın, hangi dengeleri koruyarak yapabilirsin? Güçlü olduğunun beklentisi üzerine bir denge üzerinde oluşuyor madem kadının aşkı o zaman her zaman güçlü olmalısın, asla zayıf tarafını göstermemelisin. Dengeyi koruyacak stratejiler uygulamasın. Politik davranmalısın. Sanıldığı gibi bir uyum üzerinde ayakta kalmaz aşk. Her zaman yenenin sen olduğu, her zaman üstün olanın sen olduğunu ispat ettiğin, karşılıklı bir mücadelenin ve mücadelenin sonunda senin alt ettiğin bir durumda ayakta kalır aşk. Burda alt etmek, yenmek, mücadele etmek derken fiziksel olan durumlardan değil daha soyut şeylerden bahsediyorum. Birinin diğerini kontrol altına almak ve yönetmek için yaptığı karakterler üzerine gizli bir savaş yani. Bu savaş kimse kabul etmesede her zaman vardır ve bu savaşı kazandığın sürece kadının sana olan aşkı canlı kalır. Senin yapmadığın şeylerdi bunlar. Yapmayı bile denemediğin için bu gizli savaşı kaybeden taraf hep sen oldun. Ve bu kaybedişleri bilgisizliğinde, donanımsızlığında arayacağına kadere, şansa attın suçu. Bahsetmek istediğim bir şey daha var Mert, herkesin bir aşk ideali, aşka dair duyduğu inanç ve bunlara uygun kriterleri vardır? Senin idealin, inanışın, kriterlerin nedir? Nefes alsın yeter mi? Ben söyleyeyim sana senin neredeyse gerçekçi hiçbir kriterin,kendi standartlarında kendine ait bir zevkin yok. Kriterlerinin olmayışı doğru dürüst bir beklentininde olmadığı anlamına gelir. Karşındaki kadının üstünde senin için olmasını zorluğuyacağı hiçbir baskı yok. Kadın kadın olduğu için gerekli kriterleri sağladığını düşünüyor ve ilişkide üstüne düşeni yaptığını düşündüğü için bir özgüven kazanıyor. Hayatında kimsenin karşısında olmadığı kadar güçlü duyuyor kendini. Sana ne demiştim hatırlıyor musun? Kadınlar gücü kaldıramaz? Köle ruhlu oldukları için kendi seviyesindekileri ve kendinden aşağı olanları ezme eğilimindedirler. Senin karşında kendini üstün ve güçlü hissetmeleri hayatın boyunca uğradığın kadın zulmünü açıklamıyor mu sence? Senden onları çekip çevirmen, sığınacak bir liman olman beklenirken ve kalıtımsal olarak ruhlarında bulunan yaralarını sarman beklenirken buldukları bunları yapmaktan çok uzak biri. Duydukları hayal kırıklığı onlarda sana karşı bir tahammülsüzlük ve öfke doğuruyor. Hayatta hiç senin yanında oldukları kadar güçlü olmadıkları için gururları oluşuyor seninleyken, başkaları yapsa sineye çekip alttan alarak karşılık verecekleri davranışlara, konu sen olduğunda yaptığın şeye sana eziyet ederek karşılık veriyorlar. Onları canavara çeviren neden onlardan değil senden kaynaklanıyor. Sen yaratıyorsun canavarı. Düşünsene bir, istediğini yapabiliyorsun birine, ne yapsan sana karşılık verip sana zarar veremiyor ve yaptığın her şey karşılıksız, cezasız kalıyor. Hangimizin içinde böyle bir durumda saditstçe duygular uyanmazdı? Böyle bir durumda kadının böyle davranması çok olağan. Hayatını, yaşadığın ilişkileri düşün Mert. Yaşadığın her sorunun kaynağını bu anlattıklarımda bulacaksın. Şimdi sana merak ettiğin bir sorunun cevabını vereyim. Hani arkadaşına sordun ya Özge bana döner mi? Arkadaşının cevabı gibi benimde cevabım evet döner. Kendini çok fazla değersiz ve aşağalanmış hissettiği ilk anda ona güçlü olduğunu hissettiren bu hayattaki tek kişiye yani aradığı yara bandına sana dönecektir, bu sadece zaman meselesi. İstersen geldiğinde yine eskisi gibi davran benim için farketmez ama artık şansa ve kadere atma suçu. Son olarak şunuda söylemek istiyorum sana. Bize karşı yapılan davranışların belirleyicisi karşımızdaki kişi değil bizizdir. Kendimize verdiğimiz değer yansır çevremizden üzerimize. Sen benim sana köle şeklinde gelmemi umuyordun benden beklediğin bir köle gibi davranıp isteklerini yerine getirmemdi. Bunu sağlayamam sana ben. Senle senin isteklerin arasında ben değil sen varsın. Köle gibi düşünmeyi bırak kral gibi düşünmeyi öğren artık. Aradığın mucize o zaman gerçekleşecek. Umarım bu konuşma bir işe yaramıştır. Neyse şu lambayı alıp gideyim ben artık. Dediklerimi düşün. Ve cin gider. Mert uyanır. -Oh be rüyaymış. Neyse çok şükür bittide kurtulduk.Kafa beyin bırakmadı amk. Nereye koyduydum şu telefonu. Hah masanın üstündeymiş. Mert telefonu alır eline ve en aşina olduğu mesajlardan birini atar. "Özge ne olursun bir şans daha ver bana lütfen." (Bu paylaşımı içinde küfür olduğundan dolayı kimsenin görmemesini istediğim için akışta sakladım. Bunun içinde eski yazdığım paylaşımlarımdan birini silip üstüne yazdım. 18.09.2022)
·
1.109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.