Gönderi

280 syf.
·
Not rated
ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR / SUNAY AKIN Bir Sunay Akın kitabı daha bitti. Çoğumuz onu tanıyoruz, sohbetlerini, konuşmalarını izleyenler tarzını bilirler, daldan dala sıçrarken konu dağıldı, ipin ucu kaçtı derken bir anda uçları bağlayarak düğümler. Bu arada bir sürü bilgiyi de aktarır. Bu kitabındaki öykülerde, insanlık tarihinin değerli batıklarını, denizaltılarını, gemilerini, yolcularını, aşıklarını, seyyahlarını, ozanlarını kendi tarzıyla okura anlatıyor. Anlatıyor da okurun aklı karışıyor Tarih ile ilgili bilgi fırtınasına tutuluyorsunuz. 1001’inci Dalış adlı bölümde, Burak Reis denizaltısından kalan ( günümüzde jilet olmuş), ziyaretçi defterinde bulunan birçok ünlü isimden bahsederken: “Yaşamımda ilk kez bir ‘Tahtelbahir’e binmek nasip oldu. Hasbelkader bu tahtelbahir ‘Burak Reis Tahtelbahiri’ymiş. Hayatın insana ne gibi sürprizler hazırladığı ve bu sürprizlerin ne güzel olabileceğini Burak Reis tahtelbahrinden indikten sonra ‘akıl tahtalarından’ biri sallanan bendeniz emekli yedek asteğmen topçu levazım evvel Mehmet Barış Manço, ne güzel anlamış bulunmaktayım… Sevgilerimle.” Paragrafını okuyunca onunla yetişmiş bir Kadıköylü olarak gururla onu andım. Bu arada da tahtelbahrin denizaltı olduğunu söylemeye gerek yok. Su Üstüne Çıkan Gerçek bölümünde Struma gemisinden bahsederken, az bilinen gerçekleri aktarıyor, yolcularını Titanik’de ki farklı sınıf yolcularıyla karşılaştırıyor. Struma ile ilgili birkaç kitap okudum, çok araştırdım ve yıldönümünde makale yazdım. Yaşananlar çok acı ama bu karşılaştırma doğru mu? Titanik lüks bir yolcu gemisi ve sınıf farkları olması doğal ( doğru demiyorum özellikle batış anında yaşananlar için). Ama Struma savaştan kaçanları taşıyan kaçak göçmen gemisi ve biletlerinde sınıf farkı yok, çünkü herkes güvertede eşit yokluklarla mücadele ediyor. Biletleri de binlerce dolar. Yazarın sorusu: “ Struma’da ailesiyle birlikte kurtarılmayı bekleyenler arasında Mobil’in Romanya’daki istasyonlarında çalışan bir işçi de var mıydı?” Yani yazarın kast ettiği gibi savaş döneminde bir işçinin ödeyip de binebileceği bir gemi değil. İşçinin savaş döneminde ailesi için öyle bir bedel ödeyip o gemiye binmesi imkansız olması dışında şirketinde sıradan bir işçi ailesinin kurtarılması için tüm şartları zorlayarak diplomatik girişimlerde bulunması ne kadar gerçekçi ya da mantıklı? Lorraine Allison’un Oyuncak Bebeği adlı bölümdeyse: “Titanik suyla dolarken filmi yapanların kasasıda paraya boğulur ve tüm zamanların en yüksek gelirini elde eder.” Cümlesini okuyunca gene bir ön yargı ile karşı karşıya olduğumu gördüm. Çünkü Titanik filmi dışında film ile ilgili belgeseli izlemiştim. (tabii onunla da ilgili makaleler yazdım ) 200 milyon dolarlık bütçesiyle o dönemdeki en pahalı film olması dışında; senaryo yazımı ve filmin yapımı öncesinde Cameron ve ekibi iki yıl boyunca Titanik batığına defalarca dalış yapmış. Batan gemide ölenleri onurlandırmak için altı ay boyunca mürettebat ve yolcular araştırılmış. Yönetmen Titanik ile ilgili yazılmış birçok dokümanı okumuş, araştırmış. Çekim için birebir gemi inşa edilmiş. Senelerce süren bu çalışma, emek, özen ve masraf karşılığı olarak kasaların dolması siyaset malzemesi olmamalı bence. Bilinen, bilinmeyen, unutulmuş bu kadar çok batık ile ilgili öykü okuyunca aklıma çocukluğum geldi. O dönemde vapurlarda, trenlerde işportacılar ellerindeki ürünleri: “ Geelll, vatandaş geeelll… Batan geminin malları bunlar.” Diyerek pazarlarlardı. Kimsenin aklına: “Bu malları kurtardınız da, yolcular, mürettebat ne oldu?” diye sormak gelmezdi. Bu Kadar Gürültü adlı bölümde, 1979 yılının 15 Kasım sabaha karşı duyduğumuz patlamayı anlatmış. Yunan gemisi Evrenia ile Romen tankeri Independenta’nın çarpışması. Ne olduğu anlaşılana kadar yaşanan korkunç bir geceydi. Evimiz Kalamış sahiline yakındı. Kazanın olduğu tarih göz önüne alınırsa duyulan sesi anlamak, hissedilen paniği anlatmak çok zor. Okulumuz Moda sahilinde olduğu için sahildeki tüm binalarda olduğu gibi onunda camları kırılmıştı, patlamalarında devam edebileceği endişesiyle okul birkaç gün tatil edildi. Sahil boyu halk gece gündüz yanan tankeri seyretti. En ilgimi çeken hikaye ‘Selimiye Kışlasının Kuleleri’ adlı bölüm oldu. Denizi seven, zamanında amatör denizcilik sınavlarına hazırlanmış, bir amatör kaptan kızı olarak bu bilgiyi daha önce öğrenmemiş olmama üzüldüm. Selimiye Kışlası yapılırken, kulelerin denizcilere yön göstermesi düşünülmüş. En beğendiğim bölüm ise ‘Sessiz Dünyanın Gözyaşları’ oldu. Çünkü çocukluğumdan beri hayran olduğum ama bizim dönemimizde yurdumuzdaki üniversitelerde oşinografi bölümü olmadığı için okuyup onun gibi olamadığım kahramanım Jacques Yves Cousteau’dan bahsediyor. Zaten iç kapakta: “ Kaptan Cousteau’nun anısına…” diyerek kitap ona ithaf edilmiş. Biraz sert yazmış olabilirim yanlış anlaşılmasın. Bilgi açısından doyurucu, keyifli bir okuma oldu. Zaten her şeye tamam diyerek yüzde yüz aynı fikirde olursak çok sıradan olmaz mı? Tarih sıkıcıdır diyenlerin bile elinden bırakamadan, keyifle okuyacağı bir kitap. Önce Çocuklar ve Kadınlar’dan su üstünde kalanlar: Tırmanışı tek başına gerçekleştiren Tournefort ülkesine geri dönerken, Ağrı Dağı’ndan yürüttüğü çiçek soğanlarını da beraberinde götürür. Kendisini bu hırsızlığın ardından, Paris park ve bahçeler müdürü koltuğunda otururken görürüz! (Uzay Gemisinden Nuh’un Gemisine) Gemi tayfaları ağır bir yük taşımak ya da demiri kaldırmak işine giriştikçe, daha ağır bir yükü daha büyük bir çabayla kaldırabilmek için hep birlikte türkü söyler, böylece desteklerlermiş birbirlerini. Sanatçıların yoksun oldukları işte bu dayanışmadır. ( Dumlupınar’daki Kemancı) Makedon şair Radovan Pavloski ile İstanbul’u gezerken, Yerebatan Sarayında söylediği bir sözü unutamıyorum: “Bu kentin üstü de müze, altı da!...” ( Su Üstüne Çıkan Gerçek) Hiçbir anne, biz denizcilerin fenerleri kolladığı gibi çocuğunu kollayamaz. (Son Liman) Yazarların, denizin ortasında gemisi batmış bir denizci gibi, her zaman yalnız olduklarına inanırım. Dünyadaki en yalnız meslektir yazarlık. Yazmana hiç kimse yardım edemez. (Son Liman)
Önce Çocuklar ve Kadınlar
Önce Çocuklar ve KadınlarSunay Akın · Çınar Yayınları · 19991,008 okunma
·
241 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.