Gönderi

352 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Bu mükemmel kitap için düşüncelerimi söylemeden geçemeyeceğim. Konusunun çok farklı olmasıyla beraber öncelikle George Orwell'ın hayal gücüne ve kurduğu karşı ütopyaya, daha sonra da bunu dilimize çevirerek bizlere bu kitabı mükemmel şekilde sunan Celal Üster'e teşekkür etmeden geçmek istemiyorum. Olayın kurgusunu ilk başta anlayamasamda - özellikle yenisöylem kelimelerinden dolayı - okudukça nasıl bir dünyaya girdiğimi anladım. Kitabtan alacağım şu kısım,belki yazarın yarattığı kurguyu anlamanıza yardımcı olur: "Bunların ne kadarının yalan olduğunu nasıl bilecektiniz ki?Sıradan insanların artık Devrim'den önceki dönemden daha iyi durumda oldukları doğru olabilirdi.Doğru olmadığının biricik kanıtı,yüreğinizden yükselen o sessiz protesto,içinde yaşadığınız koşulların dayanılmaz olduğunu duyumsatan,eskiden böyle değildi herhalde diye düşündüren o sezgiydi.Winston birden,çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil,yavanlığı,donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti.Yaşamın yalnızca tele-ekranlardan yağdırılan yalanlarla değil,Parti'nin erişmeye çalıştığı ülkülerle de hiç benzeşmediğini görmek için çevrenize bir göz atmanız yeterliydi.Bir Parti üyesi için bile,yaşamın çok büyük bir bölümü yansız ve siyasetten uzak,sıkıcı işlerle uğraşmakla,metroda bir yer kapmak için itişip kakışmakla,delik çorapları yamamakla,bir tatlandırıcı tableti için,yalvar yakar olmakla,sigara izmaritleri biriktirmekle geçiyordu.Parti'nin erişmeye çalıştığı ülkü,muazzam,dehşetengiz ve heybetli bir şeydi: Ürkünç makineler ve korku salan silahlardan oluşan bir çelik ve beton dünyası;uygun adım yürüyen,hepsi aynı şeyleri düşünen ve aynı sloganları atan,durmadan çalışan,savaşan,zafer kazanan,zulmeden bir savaşçılar ve bağnazlar ulusu;hepsinin yüzü birbirine benzeyen üç yüz milyon insan.Gerçeğe gelince;gerçek,karnı karnına geçmiş insanların su alan ayakkabılarıyla dolanıp durdukları,lahana ve hela kokusundan geçilmeyen,derme çatma on dokuzuncu yüzyıl evlerinde oturdukları köhnemiş,kasvetli kentlerdi." "Sonunda parti iki kere ikinin beş ettiğini söyler,siz de buna inanmak zorunda kalırdınız.Önünde sonunda bunu söylemeleri kaçınılmazdı: İçinde bulundukları konumun mantığı bunu gerektiriyordu. Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğini değil,gözler önündeki gerçekliğin varlığını da üstü kapalı olarak yadsıyordu(...)Ve işin asıl korkunç yanı,farklı düşündüğünüz için sizi öldürecek olmaları değil,haklı olabilecekleriydi. İki kere ikinin dört ettiğini nereden biliyorduk ki?Yerçekimi diye bir şey olduğunu nereden biliyorduk ki?Geçmişin değiştirilemez olduğunu nereden biliyorduk ki?Madem geçmiş de,dış dünya da yalnızca zihinlerdeydi,madem zihin de denetlenebiliyordu,söylenecek ne kalıyordu ki geriye?(...) Parti,gözlerinizle gördüğünüze,kulaklarınızla duyduğunuza inanmamanızı söylüyordu.Bu onların en temel,en can alıcı buyruğuydu." İşte bu anlatılan baskıcı, devletin (partinin) herşeyin iktidarı olduğu dünya ve onlara göre Winston ile Julia'nın tabiri caizse "günahkar" imiş gibi yargılandıkları bu ortamın esintisini hissettim. 101 Numaralı Oda'nın korkunçluğunun ne olduğunu öğrenmek de şaşırtıcı oldu. Winston'ın O'Brien ile arasında geçen konuşmalar ve uygulanan psikolojik baskıyı heyecanlanarak hissettim. Çok farklı bir ütopya ile karşılaşacağınız bir kitap. Çok etkilendiğim kitaplar için buraya düşüncelerimi yazarım bu da o kitaplardan biridir vesselam.
1984
1984George Orwell · Can Yayınları · 2023167,3bin okunma
·
161 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.