Gönderi

216 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
19 günde okudu
Saray Rejiminin Çöküşü, Ümit Özdağ’ın Türkiye’deki devlet krizlerini, bunların olası yıkıcı sonuçlarını ve çözümlerini aktardığı bir kitap. Özdağ, kitapta Türkiye’nin dört büyük kriz içinde olduğunu belirtiyor. Bunlar milli birlik krizi, devlet krizi, ekonomik çöküş ve sığınmacı krizi olarak nitelendiriliyor. “Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu ağır krizin ilk boyutunu devlet krizi oluşturmaktadır. Büyük Hun İmparatorluğu'ndan başlarsak 2500 senelik devlet geleneğine sahip olan Türk milleti, bugün bu büyük devlet geleneğinin inkâr edildiği bir süreci yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler'e üye 193 ülkenin dörtte üçünden fazlasının ancak 50 yaşında olduğu düşünülürse devlet kültürümüzün önemi anlaşılır.” Beceriksiz, ne yaptığını bilmeyen bir yönetimin sonucunu şu trajikomik örnekle açıklıyor: “9 Temmuz 2018 ile 26 Aralık 2019 arasında toplam 55 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmıştır. Bu 55 kararnamenin 31 adedi çıkarılan 24 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesini değiştirmek için çıkarılan kararnameler olmuştur.” Türkiye’de yara alan milli birliğe örnek olarak, kaçabilen herkesin ülkeden kaçtığı, sermaye sahiplerinin de paralarını yurtdışına kaçırmaya çalıştığı gösteriliyor. ”Kirli referandum öncesinde mal varlığı 1 milyon doların üzerinde olan 6 bin kişi Türkiye'yi terk etmişti. Keza kirli referandum öncesinde İstanbul'da yaşayan ve yıllık geliri 30 milyon doların üzerinde olanların yüzde 22'si Türkiye'den ayrılmıştır.” Sığınmacılar konusunda Özdağ’ın her zaman söylediği “Bombalandıkları için gelmediler, gelmeleri için bombalandılar.” tezi de kitapta yer bulmuş. “Türkiye-Suriye sınırından mayın sökülmesi 2009'da başlamıştır. 2011'de Suriye'de iç savaş çıkmış ve 2013'te Türkiye Suriye sınırında mayın sökme işlemleri tamamlandıktan sonra güney sınırımız her türlü sızmaya açık hale gelmiştir.” Batının Türkiye’de karışıklık çıkarmak ve Türkiye’yi etnik bir cehenneme çevirmek için sığınmacıları Türkiye’de istediğinin altı çiziliyor. Sığınmacıların yarattığı işsizlikten güvenlik sorunlarına, sağlık sorunlarından entegre olup olmayacaklarına kadar birçok konunun üstünde duruluyor. ”Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Merkezi tarafından yapılan demografik araştırmaya göre Suriyelilerin ortalama doğurganlık hızı 5,3'tür. Bu artış hızı ile 2040 yılında Suriyeli nüfusu 20 milyon 29 bin 893'e çıkacaktır.” “30 yılda sıklığı binde ikiye düşen suçiçeği hastalığını yüzde 4'e fırlattınız. Sıfırladığımız el ayak ağız hastalığını on binde bir görülürken yüzde iki görülür hale getirdiniz. Ölüyü hortlattınız. Sınır kapılarında aşı yapmak 1,5 milyon çocuk geldikten sonra aklınıza geldi.” “Suriyeli Araplar, Türk kültürüne entegre olacaklar mıdır? Hayır, olmayacaklardır çünkü entegrasyonu engelleyen birçok dinamik mevcuttur. Birinci dinamik coğrafi dinamiktir. Suriye ile Türkiye'nin sınırdaş olmaları, Türkiye'deki Suriyelilerin Suriye ile çok yoğun bir bağ içinde olmaları sonucunu doğuracaktır. Suriye ile devam edecek olan yoğun etkileşim Türk toplumuna, kültürüne entegrasyonu engelleyecektir. İkinci engelleyici husus, Suriye Arap milli devlet formunda eğitilen ve seçkin Arap olduğuna inanan kitlelerin alt kültür olarak gördükleri Türk kültürünü benimsemeleri mümkün değildir. Suriyeliler etnik bir kimlik değil, güçlü bir milli kimlik taşımaktadırlar. Etnik kimlikler daha kolay entegre veya asimile edilebilir. Ancak milli kimliklerin entegre edilmesi çok mümkün değildir. Suriyeliler daha çok Türk kültürünü dönüştürmeye çalışacaklardır. Türkiye'de Arap olan her şeyi İslam zanneden kitlelerin olması Suriyelileri bu konuda daha da cesaretlendirecektir. Bu durum kültürel çatışmaları ateşleyecektir. Üçüncü husus sayısal büyüklüktür. Bu ölçüde büyük ve büyüyen sayı Arapları entegrasyona değil, aksine ayrışmaya teşvik edecektir.” “Türkiye'de halen ülkemizin bir gün AB tam üyesi olabileceğine inanan var ise artık bu inancından tamamen vazgeçmelidir. Çünkü içinde milyonlarca Arap olan ve Ortadoğululaşmış bir Türkiye'yi AB asla tam üye yapmayacaktır. Suriyelilerin Türkiye'de kalması durumunda Türkiye Ortadoğu ile AB arasında köprü olmaktan çıkacak, kendisi Ortadoğu olacağı için Ortadoğu'nun sınırları AB'nin sınırlarına dayanacaktır.” Sığınmacılar konusunda çalışan STK’ların çoğunun Batı tarafından desteklendiği, sığınmacı meselesinin bu STK’ların ekmek parası olduğu ve çıkarlarının Suriyelilerin Türkiye’de kalmasıyla örtüştüğü belirtiliyor. Aynı zamanda “Bir kere gelen geri gitmez.” tezinin yanlışlığı da anlatılıyor. “Sığınmacılar ve mülteciler denilince üzerinde durulması gereken olgulardan biri de bu konu üzerinde çalışan sivil toplum örgütleridir. Bu örgütler sürekli olarak "Sığınmacılar geldikleri ülkede kalırlar, geri döndürmeye çalışmak boşuna çabadır." şeklinde bir tezi işliyor. AKP liderleri de bu tezi işleyerek Türk halkını öğretilmiş çaresizliğe mahkûm etmeye çalışıyor. Son süreçte bazı köşe yazarlarının da aynı çizgiye katılarak, "Artık Suriyelilerin dönmeyeceği kesin, entegrasyon yollarına bakmalıyız." yaklaşımları da Türk halkına bir dayatma yapmaktadır. Oysa gerçek hiç de bu STÖ'lerin ileri sürdüğü, AKP ve köşe yazarlarının iddia ettiği gibi değildir. Afganistan'dan Pakistan'a göç eden Afgan sayısı 1992 yılında 6.2 milyona kadar yükselmişti. 2002 yılında bu sayı 3 milyona düşmüş, 2018'de 1.3 milyona kadar gerilemiştir. Üstelik, Afganistan'da Taliban rejiminin kurulması, Amerikan müdahalesi, sonrasında iç savaş ve Taliban'ın geniş bölgeleri kontrol etmesine rağmen Afgan sığınmacıların ülkelerine geri dönüşleri devam etmiştir. Demek ki sığınmacılar dönmez ön kabulü doğru değildir. Söz konusu sığınmacı ve mülteciler ile ilgili çalışan STÖ'ler olunca öncelikli olarak şunun altı çizilmelidir ki bu STÖ'ler mültecilerin ve sığınmacıların varlıkları ile sermaye oluşturmakta, proje yapmakta ve para kazanmaktadırlar. Ellerini ovuşturup bu projelerden elde edecekleri gelirlere odaklı STK'lar, müteahhitler, danışmanlar var. Suriyeli çocuklar için yapılacak 100 okulun ihalesini alınca, parayı aralarında nasıl bölüşüp, hangi model BMW, nerede villa alacağını konuşan müteahhitlerin ses kayıtları internette yayınlandı. Bu STÖ'lerin büyük bir bölümünün Batı tarafından finanse edildiği göz önünde tutulmalıdır. Batı, ısrarla almadığı Suriyelilerin Türkiye'de kalması için çalışmaktadır. Çünkü Batı'da bazı gruplar, Türkiye'nin içinde oluşacak güçlü bir Arap azınlığın Türkiye'ye karşı kullanılabilecek büyük bir baskı aracı olacağına inanmaktadırlar.” Medya dilinde kullanılan göçmen kavramının yanlış olduğu kanunuyla açıklanıyor. Bu kanuna göre bir kişinin göçmen sayılabilmesi için Türk soylu olması şarttır: “Uluslararası anlaşmalarda tanımlanmış bir "GÖÇMEN" kavramı yoktur. Türk hukukunda göçmen, 5543 sayılı yasada: "Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye gelip bu kanun gereğince kabul olunanlardır." şeklinde tanımlanmıştır.” Hükümetin ara ara tekrarladığı sığınmacıları geri göndereceğiz sözlerinin yalan olduğunun altı çiziliyor. Suriyelilerin nereye nasıl yerleşeceğinin planlarının dahi hazır olduğu belirtiliyor. “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından 2017'de hazırlanan ve bakanlık internet sitesine konulan "Kilis İli 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı-Açıklama Raporu’nda Kilis'e gelen Suriyelilerin en az yarısının Kilis'e yerleşecekleri öngörülmüştür. Kilis'in gelecek planlaması buna göre yapılmıştır. Artık devlet kurumları açık bir şekilde Suriyelilerin Türkiye'de yerleşeceğini söylemenin ötesinde bunun mekansal planlamasını yapmaktadırlar. Planda şu satırlar yer almaktadır: "Suriyeli geçici koruma kapsamındaki nüfusun bir bölümünün kalıcı nüfus olması, ildeki yatırım kararları ve sektörel gelişim dinamikleri doğrultusunda Kilis ilinin 2040 yılı perspektifinde bir sosyoekonomik ve demografik dönüşüm süreci yaşayacağı tahmin edilmektedir. Suriyeli geçici koruma kapsamında bulunan nüfusun yarısının kalıcı ve işgücü arzının bir kısmının bu nüfustan sağlanacağı öngörülmektedir." Bütün bunlar göstermektedir ki Türk Milleti'ne büyük bir yalan söylenmektedir. Suriyelilerin Türkiye'de nasıl yerleştirileceğinin planları yapılmaktadır. Seçim öncesinde halkın tepkisini azaltmak için "Suriyeliler dönecek" yalanı söylenmekte, bu arada Suriyelilere vatandaşlık verilmesi ve Türkiye'ye yerleştirilmesi planlanmaktadır.” Özdağ, kendisine oy kaybettirmesine rağmen, Erdoğan’ın Suriyeli ve diğer sığınmacı ısrarının arka planını şöyle açıklıyor: “Cevaplanması gereken bir soru da neden Erdoğan'ın Suriyelilere vatandaşlık verme politikasını ısrarla sürdürdüğüdür. Erdoğan, Türkiye'ye büyük ekonomik ve politik maliyetine ve kendisine oy kaybettirmesine rağmen neden Suriyeli sığınmacıların ülkesine dönmesini sağlayacak adımlar atmamaktadır? Ve Erdoğan neden Suriye'nin kuzeyindeki bölgede yaşayan 3 milyon Suriyeliye sosyal yardım yapmakta, neden Suriyeli devlet memurlarının maaşlarını vermekte, bu bölgeye okullar, yollar, hastaneler inşa etmektedir? Bütün bunları insani yardım politikası ile izah etmek mümkün değildir. Suriyeli sığınmacılar ve Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin kontrolündeki bölge Erdoğan için büyük bir siyasal projenin parçasıdır. Erdoğan'ın siyasetteki rakibi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk'ün milli, üniter ve laik bir devlet olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni dönüştürmeyi ve bir hilafet devleti oluşturmayı hedeflemektedir. Suriyelilere vatandaşlık vererek, Türk milletinden İslam ümmet toplumuna dönüşünü sağlayacağı hayalini kurmaktadır.” Hükümetin verdiği ihalelerle halkını soyduğu söylenerek, geçmiş zamanlardaki projelerle şimdiki projelerin arasındaki farklar da verilmiş. “1986-2002 arasında yap-işlet-devret ile 67 proje yapılmıştır. Sözleşme bedeli 11 milyar 602 milyon dolardır. Yatırım bedeli ise 11 milyar 127 milyon dolardır. Şirketlerin kârı ise 454 milyon dolardır. Özetle şirketlerin kârı yüzde olarak takriben yüzde 4'tür. 2003-2017 arasında 158 yap-işlet-devret projesi yapılmıştır. Sözleşme bedeli 123 milyar 286 milyon dolar, yatırım bedeli 50 milyar dolardır. Şirketlerin kârı ise 72,7 milyar dolardır. Kâr oranı %143'tür.” Siyasi parti fark etmeksizin, Türklerin büyük bir çoğunlukla sığınmacıları istemediği de araştırmasıyla birlikte paylaşılıyor: “Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan "Kutuplaşan Türkiye" adlı araştırmada seçmenlerin %84-85'inin Suriyelilerin ülkelerine dönmesini istediğini görüyoruz. Bu oran, İYİ Parti seçmeninde %97, MHP seçmeninde %95, CHP seçmeninde %94 ve AKP seçmeninde %84 civarındadır. Türk milletinin üzerinde uzlaştığı tek şey, Suriyelilerin Türkiye'den gitmesidir.” *** “Umudunu, işini ve mal varlığını kaybedenler, kendilerinden daha iyi durumda olanlara karşı düşman kesilebilecektir. Halihazırda Amerikalıların %30'unun hiçbir mal varlığı bulunmuyor. Bu krizden dolayı insanlar parasız, işsiz kaldıkça ve sağlık hizmetine erişemediği müddetçe, birçok kimse umudunu yitirip öfkelenecektir. Neticede, İtalya'da mahkumların hapishaneden kaçması veya 2005 New Orleans'taki Katrina Kasırgası'ndan sonra gördüğümüz yağmalama vakaları gibi durumlar daha yaygın bir hal alacaktır. Ayaklanma veya kamu malına zarar gibi durumları bastırmak için devletlerin orduyu ve paramiliter birlikleri devreye sokması halinde, toplumlar da yavaş yavaş parçalanmaya başlayacaktır. Tam da bu nedenle, mevcut ekonomi politikalarının temel amacı, toplumsal çözülmenin önüne geçmek olmalıdır. Gelişmiş toplumlar, iktisat politikasının en önemli rolünün bu olağanüstü baskı altında sosyal bağları güçlü tutmak olduğunun farkına varmalı; ekonominin ve bilhassa finansal piyasaların servetinin bu gerçeği örtbas etmesine izin vermemelidir.” *** *** "Milliyetçilik gezegenimizdeki en güçlü ideolojidir ve liberalizm ile ikisinin her karşılaşmasında milliyetçilik galip çıkmaktadır." ***
Saray Rejiminin Çöküşü
Saray Rejiminin ÇöküşüÜmit Özdağ · Destek Yayınları · 0165 okunma
·
594 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.