Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

272 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Tarihin şuurumuzda yarattığı bir boşluk sayesinde oluşan bir değer..
Neyi söylemek için inceleme yapmak gereksinimi duyduğumu anlatmadan önce biraz kitaptan bahsedeyim. Horosan'ın Belh şehrinde başlıyor Mevlâna'nın hayatı, Moğol istilası şehrin kapılarına dayanınca ailece göçmek zorunda kaldığı 12 yaşına kadarda burda sürüyor. Babası zamanın en büyük din alimlerinden Bahaeddin Veled, bilginler sultanı lakaplı bir din adamı. Babasının sıkı öğretisi ve disipliniyle Mevlâna'nın hayatı başından belirlenmiş neredeyse. Devrin en büyük belası Moğollar. Herkes korku içinde. Belh şehri göç etmek zorunda kalıyor. Mevlâna'nın ailesi yanlarında birkaç komşusuyla oluşturdukları bir kervanla yollara düşüyor. Selçuklu topraklarına, Karaman'a ulaşıyorlar. Mevlâna'nın babasının İslam alemindeki ünü geldikleri yerde özel ilgiyle karşılanmalarına yol açıyor ama babası hoşlanmıyor ilgiden, lüksten, şehirde kalmakta istemiyor. Ama dönem itibariyle mecbur kalıyor. Geçici olsada kalmak zorunda kalıyorlar. Bu arada Belh'ten beraber göç ettikleri komşularının kızı Gevher Hatun'a aşık oluyor Mevlânâ ve büyüklerin devreye girmesiyle evleniyor. Derken Karaman Valisi'nin Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled'in Karaman'da yaşadığını kendinden sakladığını öğreniyor Selçuklu Sultanı. Bunu kendisine yapılanlan bir hakaret olarak yorumluyor Sultan. Çünkü o devirde din alimleri statü olarak çok önemlidir. Bir takım olaylardan sonra huzuruna çağırıyor Bilginler Sultanını. Onun Konya'ya yerleşmesini sağlıyor. Ve Mevlânâ ve ailesi Konya'ya yerleşiyor. Herkesin el üstünde tutup, saygı gösterdiği bir ailedir Mevlânâ'nın ailesi bu şehirde. Bütün bunların yanında o dönem hakkında şunları bilmek gerekiyor. Bu dönemde Moğol tehlikesi ve korkusu Selçuklu Devleti'nede hakim. Padişah otoritesi ve gücü azalmakta. Selçuklu Devletinde en güçlü birimi esnaf ve zaanatlarların oluşturduğu Ahi Teşkilatı. Bir yerden bir yere göç etmek ancak Ahi'lerin yardımı ve desteğiyle mümkün neredeyse. Kimse Ahi Teşkilatına karşı gelemiyor, Padişahın bile çekindiği, ters düşmeye korktuğu bir güç. Ahi Teşkilatının bu önemini niçin vurguluyorum? Bence Mevlânâ eğer Mevlânâ olabildiyse bunu bence bu teşkilata borçlu. Neyse bu kanaatimi birazdan biraz daha açmaya çalışcam. Konya'da yerleşirtirmiştik en son Mevlânâ ve ailesini. Derken babası ölüyor. Babasının işini babasından öğrendiklerini tatbik ederek Mevlânâ sürdürüyor. Ama Mevlânâ hep bir tatminsizlik, hep bir şeylerin eksikliğini duyar bu arada. Bir gün babasının yetiştirdiği ve Mevlâna'yada çocukluğunda ders vermiş olan hocası gelir Konya'ya. Mevlânâ hocasının, aklı her türlü kötülükten temizliyen, nefsini terbiye eden, oruçlarla, inzivalarla dolu bir Sufi disiplinine girer. Ve bu derside hakkıyla alır. Zihnini temizlemiştir, dine ve dini hükümlere artık bambaşka bir gözle görmeye başlamıştır artık. Ona göre artık din bir amaç değil, mükemmel insanı yaratacak,mükemmel insan olmayı sağlayacak araçtır. Bu görüş Mevlânâ'yı bence bütün İslam alimlerinden ayırmaya, onu evrensel bir alim mertebesine yükseltmeye yeter. Neyse aldığı eğitim onu bambaşka biri haline getirsede bir zaman sonra tatminsizlik duygusu tekrar geri gelir. Bir dost, bir sevgili beklentisi. Kendisini onun yansımasından göreceği, onun sayesinde mükemmelliğe ulaşacağı bir yaren. Derken şehre Tebrizli Şems gelir. Mevlânâ daha ilk görüşte aradığının o olduğunu anlar. Bundan sonra anlatacaklarıma Şems'in nasıl bir insan olduğunu anlatarak devam etmeliyim. Çünkü onun karakteri Mevlânâ'nın beklediği kişi olması itibariyle çok önemli. Şems zamanın anlayışlarına, kabullerine tam bir muhaliftir. İnancı nerdeyse bir sömürü olarak, şeyhleride inanç yolunun haramileri olarak görmektedir. Bu görüşlerinden dolayıda pek sevilmez. Oda bir arayış içindedir ve diyar diyar gezmektedir, tabiki Ahi Teşkilatının ona sağladığı destekle.Şems'te bir dost, tamamlayıcı arayışındadır. Mevlânâ görünüşte kendisinin zıttı gibi duran Şems'in suretinde kendini tamamlayacağı kendi suretini görür. Tarihi birçok dedikodunun olduğu Şems ve Mevlânâ ilişkisine dair bir şeyler belki duymuşsunuzdur. Ben bu dedikodular ister doğru olsun ister olmasın benim için bir şey ifade etmiyor, saygınlıklarından bir şeyler kaybedecekleri bir şeye sebep olmuyorlar benim nezdimde. Şems'in gelmesiyle Mevlânâ tam bir değişim geçiriyor. Dini sohbetler bir müzikale dönüyor. Ribbabların, neylerin olduğu, bir kendinden geçişle,bir takım dansı andıran hareketlerle benliği mükemmeleştirmeye yönelik yapılan bir ayine(yapılan şeylere ait terminolojiyi bilmediğim için böyle tarif ediyorum). Mevlânâ'nın geçirdiği değişim halkın dedikodusuna neden oluyor. Bunu bir dini sapkınlık olarak görüyorlar ve Mevlânâ'nın yoldan çıktığını söylüyorlar. Ama bu durumunda Mevlânâ'nın değil Şems'in suçu olduğunu söylüyorlar. Burda şu bilgiyi vermezsem hiçbir şey anlaşılmaz diye düşünüyorum.O dönemde padişahtan bile güçlü olan Ahi'ler Mevlânâ'ya çok büyük bir sevgi ve saygı gösteriyorlar, onun maddi manevi koruyucusudurlar. Mevlânâ yaptıklarını daha iyi yapabilsin diye onu ekonomik kaygılardan arındırmak için maaş bağlıyorlar. İşte Ahi'lerin korkusuyla halk doğrudan bu dini sapkınlığı yapmakla Mevlânâ'yı suçlamaya cesaret edemiyor. Eşeğini dövemeyen semerini döver misali Şems'in Mevlânâ'yı yoldan çıkardığını söylüyorlar ve Şems'i linç etmeye kadar varan taşkınlıklar yapıyorlar. Şems bu duruma çok içerliyor ve kimseye haber vermeden şehri terkediyor. Sonrasında Mevlânâ deliye dönüyor adeta. Her yerde onu aratıyor. Ama nafile. Bu arada Mevlânâ'nın iki oğlu olduğu bilgisini vermeliyim. Büyük oğlu Veled Mevlânâ'nın yardımcılığını yaparak babasının yolundan gitmekte. Küçük oğlu Alaaddin tam bir asi ve aykırı bir hayat sürmekte. Dedikten sonra, Mevlâna büyük oğlu Veled'i Şems'i bulmakla görevlendirir.Bir aylık aramalarının sonunda Şems'i Şam'da bulur,gelmek istemez Şems ama Mevlânâ'nın düştüğü derbeder hali duyunca Konya'ya döner. Yeni bir dönem başlar. Artık halk Mevlânâ'ya duyduğu saygıyı Şems'ede duymaya başlar. Gecelerde yapılan müzikal ayinler âdeta geleneğe dönüşmüş ve halkın hoşuna gitmeye başlamıştır. (Mevlâna en iyi eserlerini bu dönemde üretmiştir). Günler böyle sürmekte, Mevlânâ'nın ve Şems'in ünü her yere yayılmaya başladığı bu dönemde yinede Şems'e karşı bir öfkeli grup vardır. Bu öfkeyi duyanların başında Mevlânâ'nın küçük oğlu Alaaddin gelmekte. Ona göre kendisinden esirgenen sevgiyi ve saygıyı babası Şems'e göstermektedir.Bir grup insanla onu ansızın evinde sıkıştırır ve bıçaklar. Ölüsünüde bir kuyuya atar. Şems ortalarda görünmeyince yine herkes onu yine başka bir yere gittiğini sanır. Mevlânâ yine yıkılmıştır, derbedere dönmüştür. Ararlar, tararlar, bulamazlar tabi. Derken Şems'in öldürüldüğünü öğrenir Mevlâna'nın büyük oğlu Veled ve Şems'in ölüsünü kuyudan alıp kimsenin bilmediği bir yere gömer. Kimseye söylemez bu durumu, saklar bu sırrı. Kimse bir şey söylemesede Şems'in öldüğünü sezer Mevlânâ. Onun kendisi, kendisinin o olduğu inancıyla avunmaya çalışır. Şems'in yerini birkaç kişiyle doldurur. Ama Şems'in yerinin doldurulamayacağını bilerek yapar bunu. Bu arada başlangıcını hatırlamamakla birlikte yazıcılarının Mevlânâ'nın konuşmalarını, söylemlerini yazıya geçirerek meydana getirdikleri Mesnevi oluşumunu sürdürmekte yaşadığı süreçte.Bütün bu yaşanmışlıkların ardından iyice yaşlanmıştır, Şems'in akıbetininide bi şekilde öğrenir Mevlânâ bu arada, oğlu Alaaddin'i kovar hem evinden, hem kalbinden. Ölümü artık bir ayrılık gibi değil kavuşma gibi algılamaktadır ve ölür Mevlânâ. Ölümünün ardından Mevlânâ'nın kurduğu geleneği oğlu Veled sürdürür ama rotasını ve içeriğini biraz bozarak, devletin ve güçlülerin yönlendirmelerine uyarak, onların haklarını koruyarak ve İslam'ı geleneğe uydurmak için Mevlânâ'nın düşüncelerini çarpıtarak. Bugün bildiğimiz Mevlânâ geleneğinin aslında gerçeğinden çok farklı olduğunu düşünüyorum. Bugün yobazların dilinden düşmeyen Mevlânâ bu yobazların anlattığının tam tersini yapıyordu. O hiç kimseyi dışlamayan, hiçbir dini mensubiyetin kimseyi diğerinden üstün tutmuyacağını, dinin sadece mükemmel insan olmamızı sağlayacak bir araç olduğunu düşünüyordu. Ne olursan ol yinede gel söylemi, bu düşüncenin tezahürüdür. İşin en acı bölümü bence şudur. İslam Tarihi bir çok insanın İslam'i usullere uymadığı için öldürüldüğü bir tarihtir aynı zamanda. Mevlânâ'nın düşünceleri İslam anlayışına taban tabana zıttı. Eğer Mevlânâ kellesini kaybetmediyse, bunu ilk olarak Moğolların dönemi tam bir kaos ortamına dönüştürmesinin şuurumuzda bir boşluk oluşturmasına,dönemin ülke içindeki en büyük gücü olan Ahi Teşkilatının gücünün artmasına yani Moğolların padişahın gücünü azaltarak istem dışı bir şekilde Ahi'leri büyük bir güç haline getirmesine ve Mevlâna'nın Ahi'ler tarafından sevilmesine ve himaye edilmesine borçlu. Yani Mevlânâ Moğolların üzerimizde şuursuzluk yarattığı bir devirde oluşmuş bir değer. Kazayla olmuş, istemsizce dünyaya getirdiğimiz biri. Mevlânâ bizim değerimiz olduğu halde onu gereği şekilde değerlendirip, anladığımızı düşünmüyorum. Bunu yabancılar bizden daha iyi yapıyor. Hegel gibi, Goethe gibi düşünürlerin hayranlık duyduğu Mevlânâ değerlerinden bihaberiz. İyi şeylere kazayla sebebiyet veriyoruz, şuursuzlukla yapıyoruz, ortaya çıkan ürünüde anlamıyoruz. Şuursuz halimiz şuurlu halimizden daha hayırlı.Ne olacak bizim bu halimiz? Haydi hayırlısı.
Bir Anadolu Hümanisti Mevlana
Bir Anadolu Hümanisti MevlanaRadi Fiş · Evrensel Basım Yayın · 200683 okunma
··
713 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.