Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Termos
Kronolojik sırayla hayatımı takip eden bir termosum var. Teyzem büyük bir firmanın yüksek çalışanlarından. Ona sürekli hediyeler, eşantiyonlar, bir şeyler gelir ve aileye dağıtır. Üniversitenin son senesi, eli kolu dolu geldi evime. Tonlarca şey arasından markasını hatırlamadığım ve arabaya gidip bakmaya üşendiğim için buraya da yazamadığım gövel başlı yeşil ördek renkli bir termosu kaptın Noel baba çuvalından. Hiçbir zaman çalışkan bir çocuk değildim ama son senemde bitirme tezimi yazıp, bir yandan ailem istememesine rağmen çalışmam lazımdı. Zamanında ve güzel bir dereceyle mezun olmam gerekti çünkü herkesin yüzünü kara çıkaracaktım. Hiçbir zaman kahve insanı olmadım, hatta "Ay kahve içmeden ayılamıyorum ayol!" diyen arkadaşlara da "MEH!" çektim. Bilen bilir, Ankara'daki Milli Kütüphane birçok devlet okulunda okuyan öğrenciye kucak açıp mezun etmiştir. Kayıt yaptırdım ve dedim ki kendime, "Kesin gitmeyeceksin, hava cıva işlerine yaptırdın bu kaydı. Neyse bu sefer belki kendini şaşırtırsın." ve ben orası sayesinde mükemmel bir ortalama ve başarılı bir tezle mezun oldum. Her sabah 7.caddeye uzanan kuyruğunun başına geçmek için 8'de kalkıp çayımı demliyor ve 10 dakikalık mesafeyi koşarak 5'e indiriyordum. Genelde benim gibi öğrenciler vardı, çok nadir benden büyükleri. Hep aynı salona, aynı masaya geçtim. Eğer salon ya da masa dolu olursa diye yedek bir masa ve salon da belirlemiştim kendime, hatta üçüncüsü bile vardı ama dördüncüye tahammül edemezdim. (Ben benzin alırken -eğer daha önce gittiğim bir benzinlikse- hep aynı pompadan benzin alır ve doluysa bile oranın boşalmasını beklerdim. Günümüzde birçok insan gittiği mekanda aynı tuvalet kabinini seçiyormuş. Bunu öğrendikten sonra tabii bende de huy oldu.) Termosum mezun olana kadar bana çayla eşlik etti ve o kadar çok kahrımı çekti ki size anlatamam. Bazen masada unutuldu, bazen yere düşürüldü, bazense benden çay isteyen birinin bardağına dudakları değdi. Mezun oldum ve bir süre ayrı kaldık hatta evdeki yerini bile unuttum. Sonra işteki çevrem genişledi ve park oturmaları başladı. Limonatamı soğuk ve taze tuttu. Sonra kış geldi koyduğum bal ıhlamuruma karışsın diye çalkalamama rağmen, "Fısss..." sesi çıkarıp beni korkutmadan açıldı hep. Kendime dedim ki artık yaş alıyorsun, spora biraz ağırlık ver; sabah bisikletimin kadrosuna bir matara kafesi aldım termosumu koymak için. Bir kere dönüp de demedi bana "Bu matara kafesi! Ben termosum TERMOS!". Uslu uslu oturdu hep, bu sefer detoks yapmak için içmediğim siyah çay yerine yasemin çayımı sıcak tuttu. Hastalandım içine sarımsaklı ballı süt koydum, "Bu ne be? Koktum." bile demedi. "Yeter ki iyi ol sen." der gibi açınca sütümün buharını tüttürdü. Bugün içerisine biraz buz, tonik, gin, nane, limon koydum. Biraz kalabalığın içerisinde yalnızdım. Sonra ona baktım ve bu yazının atfedilmesi gerektiğini düşündüm. Gerçekten iyi günümde, hastalıkta, sağlıkta benimleydi. Hiç yarı yolda bırakmadı, bir kere bile akmadı yani ağlamadı demek istiyorum. Ne koyduysam içerisine bana aynı şekilde geri verdi. Bilmiyorum eşyaları içselleştirmek ne kadar doğru ama 7 senelik termosum benim her halimi gördü. Sanırım insanlar da böyle; siz ne verirseniz onu alıyorsunuz. Alamazsanız yarı yolda koyuyorsunuz onları ama zaten onlar sizi çoktan yarı yolda koymuş olabiliyor. Demem o ki, bazen bir termos bile çok kıymetli ve değerli eğer ona o gözle bakmayı bilirseniz. Not: ben çok Proust okuduğum için mi bilmiyorum ama pek anda kalabilen biri değilim umarım sizler öylesinizdir ve anın tadı size tatlı geliyordur. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim tatlı hanımlar ve bir takım beyler.
··
806 görüntüleme
daphead okurunun profil resmi
Çok tatlı bir yazı olmuş bahsettiğin termos artık senin bir parçan olmuş resmen bunu çok iyi anladım okurkende ilk defa bir termos satır satır yazılar yazıldığını gördüm ;)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.