Gönderi

XV-Yalan Üzerine Bizde neden herkes, istisnasız herkes yalan söyler? Beni hemen durdurup söyle bağıracaklarına eminim: “Ee, söyledikleriniz saçma, herkes değil! Konu bulamamışsınız, yazınız daha baştan etkileyici olsun diye uyduruyorsunuz.” Konu kısırlığıyla suçlanmam yeni değil, ama asıl mesele şu: Yalan söylemenin bizde genel bir alışkanlık haline geldiğine şimdi gerçekten inanıyorum. Diyelim ki elli yıl doğru bildiğin bir düşünceyle yaşıyorsun, elle tutulur biçimde duyumsuyorsun bunu ve sonra birdenbire öyle biçimde ortaya çıkıyorlar ki o zamana kadar bu düşünceni sanki hiç yaşamamışsın gibi... Kısa zaman önce, Rusya’da aydınlarımız arasında yalan söylemeyen bir tek insanın bile çıkmayacağı düşüncesine kapılmıştım. Çok dürüst insanlarımızın bile yalan söylemesi böyle bir düşünceye itiyor beni. Başka uluslarda genelde aşağılık insanların yalan söyledikleri kanısındayım; bunlar kendi çıkarları uğruna, yani doğrudan suç unsuru taşıyan yalanlar söylerler. Bizdeyse en saygın kişiler, en saygıya değer amaçlarla yok yere yalan söyleyebiliyorlar. Çoğunlukla konukseverlikten yalan söylenir bizde. Dinleyende estetik izlenim yaratmak, ona keyifli anlar yaşatmak isterler; doğrusunu söylemek gerekirse kendilerini dinleyiciye kurban ederek yalan söylerler. Kimi gösterirseniz gösterin, dinleyicisi üzerinde bıraktığı keyifli izlenimi daha da güçlendirmek istediğinde, atlarının bir saatte yaptığı kilometreyi her konuşmasında, sözgelimi yirmi kez artırdığı olmamış mıdır? Dinleyicinin de, bir iddia üzerine treni geçen bir troyka’yı{52} size heyecanlı heyecanlı anlatacak kadar içi sevinçle taşmamış mıdır gerçekten? Sonra av köpekleriniz ya da Paris’te takma diş taktırmanız, daha ne bileyim, burada Botkin’in sizi iyileştirmesi vs... hastalığınızla ilgili mucizelere, kuşkusuz, hikâyenizin ortasında kendinizi de inandırdığınız halde (çünkü hikâyenin yarısından sonra insan daima söylediklerine inanmaya başlar) geceleyin yatağınıza yatıp dinleyicinizi nasıl hoş biçimde şaşırttığınızı hatırlayınca, birden duraksayıp elinizde olmadan: “Vay, ne palavra atmışım ama!” diye mırıldandığınız mucizelerden söz ettiğiniz olmadı mı? Aslına bakarsanız bu örnek biraz zayıf kaçtı, çünkü kendine bir dinleyici bulursan, hastalığından söz etmekten daha tatlı bir konu olamaz; yalan söylemeden duramaz insan; hastalığına bile iyi gelir. Ama yurtdışından dönerken “kendi gözlerinizle” gördüğünüz binlerce olayı anlatmadan durabilir misiniz? Yo, bu örneği de geri alacağım: Yurtdışından dönmüş bir Rus’un “orayı” anlatırken abartıya kaçmaması zaten olanaksızdır; yoksa oraya gitmesinin hiçbir anlamı kalmazdı. Ama sözgelimi estetik bilimler! Doğal bilimlere hiç aklınız yatmadığı, Yahudilerden anlamadığınız halde, doğal bilimler üzerine, iflas etmiş ve yurtdışına kaçmış Petersburglu bir Yahudi ya da bir başka Yahudi üzerine sohbet ettiğiniz olmamış mıdır? Lütfen, size kendisiyle ilgili bir anekdot aktaran kişiye, sözümona bu olayın sizin başınızdan geçmiş gibi aynı kişiye anlattığınız olmadı mı? Hikâyenin yarısında birden her şeyi hatırladığınızı, durumu kavradığınızı ve dinleyicinizin ısrarla size yönelttiği sıkıntılı bakışıyla da bunun doğrulandığını (çünkü böyle durumlarda insanlar, nedense, on misli ısrarla bakar birbirlerinin gözlerine) yoksa unuttunuz mu? Anlattığınız olayın artık bir anlamı kalmadığı halde, yine de yüce bir amaca değer bir yüreklilikle öyküyü anlatmayı sürdürüşünüzü, bitirir bitirmez de hemen sinirli, telaşlı bir incelikle el sıkışarak ve gülümseyerek birbirinizden ayrılışınızı, sonra aklınıza birden esip de durup dururken merdivenleri koşarak çıkmakta olan dinleyicinize son bir çırpınmayla seslenerek, teyzesinin sağlığını soruşunuzu, onun da ilgisizce başını çevirişini ve teyzesiyle ilgili soruya yanıt vermeyişini, evet, başınızdan geçen bu olayda size hepsinden çok acı verenin asıl bu sonuncusu olduğunu hatırlayın! Her neyse, biri tutup da bütün bu olanlara hayır yanıtı verirse, yani böyle bir anekdot falan anlatmadığını, Botkin’den söz etmediğini, Yahudilere ilişkin yalan söylemediğini, merdivenleri çıkan arkadaşına teyzesinin sağlığını sormadığını, böyle bir olayın asla başından geçmediğini söylerse kesinlikle inanmam buna. Rus palavracılarının sık sık farkında olmadan yalan söylediğini çok iyi biliyorum, farkına varması zaten mümkün değildir. Bakın şöyle oluyor: Kişi yalanını başarıyla kıvırınca onunla öyle bütünleşiyor ki anlattıkları yaşamının gerçek olayları arasına giriveriyor; yalanına tüm benliğiyle inandığından vicdanına göre hareket ediyor; inanmasa doğal olmazdı zaten. “E, bu kadarı da saçma!”, “Masum yalanlardır, önemsizdir, kimseyi de ilgilendirmez” diyeceklerdir yine. Olsun. Yalanların çok masum olduğunu ve kişinin doğasındaki soylu özellikleri, sözgelimi şükran duygusunu gösterdiğini kabul ediyorum. Yalanlarınızı dinleyen birinin, gönül borcundan da olsa yalana başvurmaması olanaksızdır çünkü.
·
184 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.