Gönderi

Fatma'nın ölümü ve "Buna hangi Allah razi olur?" kısımları...
Sakire'nin aklına sabahleyin çok hasta bırakarak gittiği Fatma geldi. Hemen yerinden firlayarak içeri girdi. Çocuklar, ne olacağını anlamak için dışarıda beklediler. Olan oldu. İçerden annelerinin hıçkırıkları geldi: "Oy, Fatma'm, Karadeniz gözlü güzel uşağum benum. Sen de mi gittun sevduklerimun yanina? Oy, mavi boncuk gözlü Fatmam. Sen de mi gelinluk urubani giymeden gittun? Sen de öbür dünyadakilere güzelluk nedur göstermeye gittun?" Sonra, kapıya çıktı. Gözleri ıpıslak, kıpkırmızıydı. Susmuştu. Yüzünde granit gibi belli belirsiz sert bir anlam peydahlanmıştı. Sefer'in emdiği memeyi değiştirip ağzına ötekini vererek geldi, çocukların yanında bağdaş kurup oturdu. Bir zaman susarak çocukların başları üzerinden çok ötelere baktı. En çetin gerçekler karşısında insanda uyanan kadere meydan okuma gücü, denizden yükselen sivri bir kaya gibi onun içinde yükselmeye başlamıştı. Kolunu uzatarak Musa'yı, Asile'yi, Adviye'yi kendine doğru çekti. Onlardan da güç alarak şöyle konuştu: "Uşacuklarum, çıkmayan canda umut vardır demişler. Temel eldi, Ali eldi, İseyin eldi, Fatma eldi ama biz daha elmeduk. Ezrailin silahlarını alup başına çalacağuz. Bütün bu olanlara bakmadan yaşamaya çalışacağuz. Gerekirse yabanın hayvanlari nasil yaşayısa oyla yaşayacağuz. Mademki yeryüzüne gelduk, yeryüzünun her türlü yiyeceğinde, içeceğinde bizum da hakkımuz vardur. Bütün Osmanli'nun topraklarini, yiyeceklerini, içeceklerini, canlılarını korumak için bobanız, ağabeyunuz sınır boylarında canını verdi. Oysa millet bize fırından ekmek, ormanindan odun, bahçesinden zerzevat, yemişliğinden yemiş vermeyi. Vaktiyle hırsız derlerdi de onları çok kötü görürdüm. Cehennemluk sayardum onları. Bakayrum da o zaman çok aldanmişum. Bize boğun hiç kimse elini uzatmayi. Bize, yaban hayvanlarından birkaç başmişuz gibi davraniyler. İşte, insan bu hala tüşti mi kahrolası karnini doyurmak için çalar da çırpar da, Allah boylelerine hiçbir günah yazmaz. Böyle zamanlarda Allah'un bize verduğu cani korumamiz da Allah'a karşı bir vazifedur. Bir yabani hayvan halina tüşurilen bizlerun yaşamamuz, içimuzde yanan can mumuni yanar tutmamuz da Tanrı isteğidur. Bir tek bu Tanrı mumunun yanmasına bakacağuz. Bunun sönmemesi için yapacağumuz her türlü iş artık mubahtur uşaklarum. Erkeklerumuzi alıp vermediler, bizi de kaldırıp kedi yavrusi ölüleri gibi bir çöplüğe attılar, işte, biz kedi yavrusi ölüleri, yine de yaşayacağuz, yaşamaya çalışacağuz. Asıl kahramanluğun bu olduğunu herkese göstereceğuz. Orospi kerhanede ekmek bulayi, mapus, mapusanede ekmek bulayi, at ahirinda arpa saman bulayi, koyun yaylada ot bulayi, asker cephede o kurşun yağmurlari altinda ekmek bulayi da biz burada açluktan kırılayruz. Buna hangi Allah razi olur? Bizum şu halımuzda ahlaklı, namusli olmanın ne değeri vardur? Bütün namuslilar yerin altina girecek de salt ahlaksızlar mı yaşayacak yerun istinde?" Şakire, içini boşaltmak için uzun uzadıya konuştu. Açlıktan, yorgunluktan renksizleşen yüzü, ateş kesilmişti. Damarlarında günden güne renksizleşen olanca kanı yüzüne çıkmıştı. Ahlaktan, namustan söz ederken Asile, birdenbire onun gözlerine bakarak yutkunmuş, bir şey söylemek isteğini anlatmak istemişti. "Nedur? Bir şey mi diyeceksun?" "Tenzile Abla'nın oradan anlatmak istiyordum da!" "Ne o? Yoksa sana da sataştılar mi?" "Ne bileyim? Oraya birçok bekâr polis geliyor. Benim şuramı buramı mıncıklıyorlar. Çok canım sıkılıyor." "Peki, öyleyse boğundan sonra oraya ayak basmayacaksun. Varsın, rahatça elleyebilecekleri bir başkasını bulsunlar."
Sayfa 267 - Tekin YayıneviKitabı okudu
·
186 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.