Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Vera ile ilgili bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. 1961'de Bakü'ye gitmek için Moskova'da Nâzım'ın evine geldim. Yol param olmadığı için Nâzım'dan 50 ruble para istedim. Nâzım'ın bütün parası Vera'da olduğundan, para almak üzere evin diğer odasında bizi sürekli dinleyen Vera'nın yanına gitti. Ve uzun süre tartıştılar. Vera parayı vermek istemiyordu. Oysa para, Nâzım'ındı. Sonunda Nâzım geldi ve parayı masanın üstüne fırlatarak, "Bu hayat yaşamaya değmez." diyerek dışarı çıktı. Bu duruma çok üzüldüm. Sonra Vera beni evden kovdu. Zaten Vera, Nâzım'ın Varşova'da yaşayan eşi Münevver ve oğlu Memet'i de görmesini sürekli engelliyordu. Nâzım, 7 yıl birlikte olduğu Dr. Galina'dan ayrıldığına çok pişmandı... Galina ile 1953 yazında, bir hafta Nâzım'ın Pridelkina’daki kır evinde birlikte oldum. 1955'te Prag'da bir otelde kalan Nâzım ile Galina arasındaki dostluğun ilginç bir boyutu, oldukça komikti. Alışverişe çıkarken Galina, hasta olduğu için çapkınlık yapmasın diye Nâzım'ı ranzaya bağlamıştı. Nâzım'a sigarayı ve alkolü yasaklayan Galina, Nâzım'ın perhizlerine çok dikkat ediyordu. Nâzım'ı çok seviyor ve koruyordu. Galina'nın yanında Nâzım oldukça mutluydu. Galina çok samimi, candan, bağlı ve güvenliydi. Türk komünistleri Sibirya'ya sürgüne gönderten Marat İsmail'den ve KGB'den Nâzım'ı koruyan, yine Galina ailesi oldu. Galina’nın yanındayken sürekli espiriler yapan ve ağız dolusu gülen Nâzım, çok mutlu görünüyordu. Nâzım, Galina ile birlikte yemek yaparken, bana soğan doğramayı öğretti. Názım'ın evi bir müze gibiydi. Evin her yanı, dünyanın farklı yerlerinden gelen kitaplar, resimler ve hediyelerle doluydu. Merdivenlerin kenarında boydan boya eşi Münevver ve oğlu Memet'in fotoğrafları vardı. Galina, bu fotoğrafları hep korurdu. Galina, Nâzım'a bir şart koymuştu: “Ben, Münevver buraya gelinceye dek seninleyim. O geldikten sonra yalnızca senin doktorunum.." demişti. Galina, Münevver'e çok saygı duyuyor ve onu çok iyi anlıyordu. Galina çok güzel, şirin, güler yüzlü, genç ve mesleğinin uzmanı iyi bir kalp doktoruydu. Tüm bunlara karşın Nâzım, 1960'ta Vera'ya gitmişti... 1962'de Prag'da karşılaştığımızda Nâzım'a Galina'yı sordum. Nâzım derin bir iç çekti ve "Ben ne aptallık ettim. Pekâlâ rahattım Galya ile. Bu Vera nereden karşıma çıktı. Sigara ve alkole başladım oysa, Galya bana bu kötü alışkanlıkları yasaklamış ve perhizime çok dikkat ediyordu. Ama Vera'nın umurunda değilim. O yalnızca benim paramı, ünümü seviyor ve benim bahanemle Moskova dışında gezmeyi... Genç ve güzel bir kadının, yaşlı ve hasta kocası olarak, yaşama iyice küstüm. Dr. Galina’yı hâlâ özlüyorum.." demişti. Nâzım'ın yakın dostu olan babam Zekeriya Sertel, 1962'de Varşova'da Vera için Nâzım'a; "Bu kadın seni öldürecek.." demişti. Ve öyle de oldu... Son olarak Galya ile Nâzım'ın Moskova'daki cenaze töreninde karşılaştım. Cenaze töreninde TKP Temsilcisi Zeki Baştımar bir konuşma yaptı. Cenaze töreninde dünyanın her yanından ünlü isimler vardı. Galya törende çok vakur ve oldukça üzgündü. Münevver ve Memet ise kırgındı. Münevver orada sanki taş kesildi. Nâzım'a tapan biri olarak benim için en acı bir gündü. Oğlu Memet babası Nâzım'a çok kızgındı, ama hâlâ babasının mirasını yemekte. Vera ise cenazede numaradan ağlıyor, kendini yerden yere atıyordu. Çok komikti. Galya ise, törende çok vakur ve oldukça üzgündü. İçten içe ağlıyordu. Nâzım, sandukanın içinde giysileriyle yatıyordu, sanki uyur gibiydi. Çiçekler arasında olanları görüyordu belki... İlk tanıştığımız anı anımsadım... Ve sonraki yıllar bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp gitti... Bizi biz eden, bedeli ödenmeyen ardımızdaki yıllar... Nâzım çok cana yakın, çok insancıl, herkes ile dost olan nükteli bir kişiydi. En kötü hallerinde bile şaka yapardı. İnsanları güldürürdü. Hoş ve çok tatlı bir insandı. Çocukluğumdan beri tanıdığım için Nâzım benim için oldukça farklıydı. Ona çocukluktan beri bağlıydım. Nâzım'ın aleyhinde hiç kimseye söz söyletmezdim. O benim dayım, amcam ve abim gibiydi. O kadar yakındı ki, annem ve babamla olan dostluğu beni çok etkilemişti. Onu kaybetmek beni yıktı. Bir deha, bir büyük şair, bir dev insan olarak Nâzım'a tapıyordum. Mezarlıktan ayrıldıktan sonra Galya’yı Münevver ve Memet ile tanıştırdım. Birlikte taksi ile kaldıkları otele gittik. Orada Galya, Nâzım'ın vasiyetini Münevver'e verdi. Münevver düşüp bayıldı. Çünkü Münevver'in Nâzım'a olan tutkusu hep vardı. Bir barış savaşçısı olarak Nâzım, tüm mazlum insanlığın sevgisini kazanmıştı. İttihat Terakki geleneğinden gelen Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet ve Zekeriya Sertel gibi aydın Türk yurtseverlerinin kanında vardı insancıl ve devrimci olmak. Bu nedenle Nâzım, Mustafa Kemal'i ve Cumhuriyet Devrimlerini her koşulda destekledi... Bedeli ağır da olsa, Türl Türk dilini, kültürünü, emeği ve vatanı hep savundu. Ölümüne sevdalandı...Aynı Göğün Uzak Yıldızları II. 'Bahtiyar Ol Nâzım' Nâzım Hikmet'in son eşi Vera Tulyakova'nın 1976 yılında "Saklambaç" gazetesinden Ertuğrul Akbay'a verdiği; "Nâzım Hayatıma Giren İlk ve Son Sevdiğim Erkek Oldu" başlıklı açıklamasında şunları söyler: “Üç yıldan biraz fazla evli kaldık. Hiç çocuğumuz olmadı. Ama ondan bir çocuğum olsun çok isterdim." Anna Stepanova, [Vera Hanım'ın 1952 doğumlu kızı. Tiyatro bilimci, profesör.) Vera Tulyakova Hikmet'in 'Bahtiyar Ol Nâzım' kitabının önsözünde Nâzım Hikmet-Vera Tulyakova ilişkisi konusunda şunları söylüyor: Annem çok genç yaşta dul kaldı. Gözleri kör edecek kadar güzeldi. Birlikte sokakta yürüdüğümüz zamanlar sadece erkekler değil, genç yaşlı kadınlar, çocuklar da durup bakarlardı ona. Hikmet'in ölümünden hemen sonra avcı erkeklerin nasıl atağa geçtiğini şimdi anlıyorum. Ama Vera kimseyi istemedi. Nâzım Hikmet'in yerini doldurmak mümkün değildi. Annem her zaman onunla beraberliklerinin devam ettiğine ve Hikmet'in onu izlediğine inandı. Hatta zor anlarda anneme yardım ediyor, annem onun hoşlanmayacağı bir şey yaptığında bunu belli ediyordu. Evin içinde ayak seslerini işittiğini söylüyordu annem, her zaman yanındaydı. Ve bu durum karşısında kimsenin yapacak bir şeyi yoktu. Çok zor koşullarda yaşıyorduk. Maddi imkânlarımız kısıtlıydı. Annem, cenaze töreninin ardından Galina Kolesnikova'nın bir yerlerden bulup çıkardığı eski bir vasiyeti Konstantin Simonov'a verdiğini söylemişti. Vera ile evlenmesinden çok önce yazılmış bu vasiyette, ölümünden sonra tüm telif bedellerinin oğlu Memet ve Türkiye Komünist Partisi arasında paylaştırılması öngörülüyordu. Vera'nın kitapta bahsettiği gibi, Simonov annemden nefret ediyordu. Ve bu vasiyet Simonov'un Vera'dan öç alması, onu aşağılaması için iyi bir bahane oldu. Diğer yandan, Sovyet kanunlarına göre, karısı olması nedeniyle annem her koşulda mirasın yarısını alabilirdi. Dostlarının çoğu mahkemeye başvurup hakkını aramasını söylediler anneme. Ama Vera, "Ne bir çocukla ne de bir komünist partiyle mahkemelik olmayacağını" söyleyerek konuyu kapattı. Geçenlerde, annemin evraklarının arasında bir tomar beyaz kâğıt buldum, altlarında sadece Nâzım'ın imzası vardı. O zaman düşündüm de annemin yerinde başka bir kadın olsa, kendi çıkarı için kim bilir neler yapardı bu kâğıtlarla... Nâzım Hikmet'in ölümünün ardından annem çalışmaya başladı. “İskustvo (Sanat)" yayınevinde redaktörlük yapıyordu. Ardından mezun olduğu Devlet Sinema ve Senaryo Enstitüsü' nde doktora yapmaya başladı. Tez çalışmasını bitirdikten sonra üniversitede hoca oldu. Bir yandan da televizyon için senaryolar yazdı, sinema ile ilgili çalışmalar yaptı. Bu amaçla tüm ülkeyi gezdi, en kuzey noktamıza kadar gitti. 1998 yılında, ölümünden üç yıl önce Sinema ve Televizyon Okulu'nu kurdu. Bu ülkemizde, devletten bağımsız olarak kurulan ilk özel eğitim kurumuydu, öğrenciler yetişkinlerdi. Mükemmel bir eğitimciydi. Hâlâ eski öğrencileri telefonla arar, mezarını ziyaret ederler. Annem Vera yaşamı boyunca çok çalıştı. Nâzım Hikmet'in hediyelerini, evdeki eşyalarını satmayı asla düşünmedi . Evde çok az şeyi değiştirdi. 3 Haziran günleri hep en zor günümüzdü. Vera, tıpkı 1963'teki cenaze günü olduğu gibi donar kalırdı. Nâzım Hikmet'in vefat ettiği eşikte dururdu uzun süre. O günlerde ne mezar başı ne de her geçen yıl azalan sayıda toplanan ortak dostları onu teselli edebilirdi. Türkiye'den çok gelen olurdu evimize. Vera her zaman içtenlikle onları karşılar, çay ikram ederdi. Nâzım Hikmet'le ilgili soruları sabırla yanıtlardı. Konukları uğurladığında uzun süre kendine gelemezdi. Her seferinde hasreti artar, yoğun bir duygu seli kaplardı içini. Öldüğü son dakikaya kadar sevmeye devam etti Nâzım'ı. Vera çok güçlü bir insandı. Kanserle amansız bir mücadeleye girmişti. Kimse annemin hastalığını bilmiyordu. Acı veren tedavi sürecini kendi başına yaşadı. O zaman bile neşeli olmaya gayret ediyor, eskisi gibi zeki ve cana yakın davranıyordu. Ölümünden on gün öncesine kadar okulunda ders vermeyi sürdürdü. Son günü yaklaştığında Nâzım Hikmet'in hediyesi olan altın yüzüğü parmağından çıkardı ve Türkiye'den gelen gümüş bir yüzük taktı. Yüzüğün üstüne Nâzım'in imzası işlenmişti . Annem öldüğünde bu yüzük parmağındaydı. Yatağının baş ucuna Paris'te çekilmiş üç fotoğraf koymuştu. İkisi de neşe içinde bakıyorlardı fotoğraflardan. Okuduğu en son kitap, Lili Brik'le Elsa Triolet'nin mektuplarıydı. Mertuplardan birinde Elsa Triolet kız kardeşine, Paris'teki evlerine genç karısıyla Nâzım Hikmet'in geldiğini yazmıştı. Bu mektubu okudu, ama kitab bitiremedi"
·
616 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.