Gönderi

'POPÜLER GERİLİM' Aynı konuya, Göksel Aymaz'ın yaklaşımı ise şöyledir: "Şiirleri yıllarca yasaklanmış komünist bir vatan haini idi Nâzım. Şimdiyse bir playboy! Medyanın diline düşenin hali budur işte. Onun doğal refleksi bu; ille sansasyonel olacak. O nedenle, örneğin cebinden dökülen bozuk paralar gibi ülkeler bağışlayan' haşmetli Antonius'a vurgun'Doğu'nun güneşi'Kleopatra'yı, tutar, patronuna kur yapan şımarık bir sekreter kız gibi işler.. İçinde Cheʼlerin, Evita’lann, Peron'ların dolaştığı bir ülke dramını bizlere neşeli bir vodvil gibi izlettirir!.. Şimdi de Nâzım'dan bir playboy yaratmış, lafı mı olur? Vatan hainliği'nden playboyluğa... Demek, Antonius ve Kleopatra'dan, Che'den ve Evita'dan sonra artık Nâzım da popüler kültüre dahil. Ne demeli: "Olması gereken olduysa, erken değildi” (Dante) Erken değil ama son derece acımasız. Vatan haini imgesinde, her şeye rağmen, topluma meydan okuyan bir adam vardı. Saptırılmış ve çarpıtılmış da olsa reddeden bir adamın imgesiydi o; 'eğer vatan şunlar, şunlar... ise ben vatan hainiyim' gibi cesur bir deklarasyonla düzeltilip, doğru tanımlanıp kendi gerçekliğine çekilebilmekteydi. Yani, Nâzım'ın vatan hainliği, nihayetinde sınıf çıkarlarının ideolojik bir yansımasıydı ve hiç değilse kendine somut bir mücadele alanı da yaratıyordu. Ama şimdikinin böyle bir yanı da yok; playboy imgesi hiçbir şekilde somut bir ideolojik kutuplaşmayı ifade etmiyor. Üretildiği ortam gibi epeyce Kaypak, fazlasıyla da sulu ve yılışık olan bu imge karşısında aklın akılcı bir konumlanışı dahi söz konusu edilemez. Ne yapmalı akıl? “O bir playboy değildi' savunmasına mı girişmeli? Nâzım'ı tartışma düzleminin buralara çekilmesinde pay sahibi mi olmalı? Ya da etleri kemikleri didik didik edilirken, hiç ürpermeden, büyük bir sükûnetle bunu da 'anlamaya' mı çalışmalı? 'Efendim, Nâzım Hikmet'in playboyluk imgesinde bir gösterge olarak taşıdığı anlamsal bütün ve içerdiği kodlar esasen... V.S., V.S. Bu soğukluğu gösterebilmek öyle zor ki! Dolayısıyla bu imgede artık somut bir sınıf çıkarı falan aramaktan ziyade, böyle bir arsızlık ve pervasızlığın yaşanabilmesinin işaret ettiği topyekün felaketin derdine yanmalı insan. Nâzım'ı çeşitli inceleme düzlemleri olabilir ve aşk da elbette bunlardan biridir. Ama sadece aşk! Televole formatında bir çapkınlık, hovardalık maceraları değil; aklın ve kalbin tutkulu birlikteliği olarak aşk! Şairin kamuya sunumu bunun dışında bir düzlemde, bunun dışında bir imgeyle gerçekleşemez; onu playboy kalıpları içinde algılayan binlerce, milyonlarca insanın bir kitle olarak yaratacağı etkiyi bir düşünün.. Nâzım'ın aşkları olmadı mı? İlgi uyandıracak bir aşk hayatı yaşamadı mı? Tabii ki evet! Ama ille de bugün lanse edildiği biçimde değil. Playboy! Ya da bir Don Juan! Bu imaja yatkın olma durumu var belki ama bundan daha da fazla buna yakışmama durumu var. Nâzım, bugün magazine düşen aşklarını -bireysel varoluşundaki güçlü sorumluluk duygusu nedeniyle-cehenneme dönmüş bu dünyada nasıl olup da hâlâ soluk alabilecek bir alan bulabildiğinin şaşkınlığı ve mahcubiyetiyle yaşadı; gamsız bir hovardanın zevk-ü sefasıyla değil. Nâzım'ı bir playboy havasında konuşmak, ancak 'akıl'sız bir düzlemde kalpsiz bir hevesle gerçekleşebilir. Ama bu bir yöntem; Nâzım, belki de başka türlü sindirilemezdi. Bir bakıma toplumsal hayatın sindirim sistemidir popüler kültür. Dolayısıyla: Sindirilebilecek Nâzım, popülerleşmiş Nâzım'dır; popülerleşebilecek Nâzım ise, alıcısı olan Nâzım'dır ve bugün kalabalık bir alıcı kitleye sahip olabilecek Nâzım da -nihayet- magazinleşmiş Nâzım'dır. Vatan haini komünist şair, pazara sürülmek üzere yeniden işlevlendirildi; çok satacağı ümit edilen cilalı bir ürün haline getirildi: Çapkın Nâzım! En genel toplumsal kategorilerden bireysel varoluşun en gizli noktalarına kadar her yerde ve her alanda tek belirleyici güç haline gelen pazarın kuralları, burada da işte bu şekilde işledi. Ama bunda, küfür ve şer cephesine karşı şairi anlaşılmaz bir eziklik ve mahcubiyetle savunan, her yaptığını büyük bir coşkuyla ve aşkla yapan bu adamı, bile isteye yaptıklarından ötürü mazur gösterip 'aslında iyi çocuktur abileri' edasinda oyuna sokmaya çalışan dilenci ruhlu velilerin de payı var. İşgüzarlıktan doğan utanç verici bir aşağılamayla Nâzım'ı küfür ve şer cephesinin kabul edebileceği bir Nâzım'a dönüştürme gayretkeşliği sonuçta onun magazine düşmesine de yol açtı. Aslında bu Nâzım'ın bahtsız serüveniyle sınırlı bir süreç değil. Genel olarak magazine düşmüş bir solculuk söz konusu burada. Daha iyi, daha insanca bir dünya düşü, bir süredir zaten günlük uçarı heveslerin ucuz malzemesi olmuştu. Medyayı ele geçiren küçük burjuva snobluk, nedamet getirip nicedir alay etmekteydi solculukla. Bazen, sözde fırlama bir dille yapıldı bu: Gençliğinde solcu abiler'den çekinip bilmem neyi yapma ya da yapamama edebiyatı! Bazen de bir gençlik marazı olarak ifade edildi: 'O zamanlar henüz daha solcu değildim!' ya da: 'Malûm, solcuyduk!' V.S... Nâzım'a yakıştırılan yeni imajı bütün bunlardan ayrı düşünemezsiniz. Nâzım'ın yeni imaji, tıpkı solculuk nitelemesindeki alaycı tonlamanın yaptığı gibi, onu unutturma telkininden başka bir şey değil. Her ikisi de 'Güzel günler göreceğiz' diyebilmiş olana duyulan ürküntü ve şüphenin simgesidir. Nâzım hakkında konuşurken, 'güzel günler' beklentisinin ürperten ciddiyetinden uzaklaşmak, öncelikle, üzerinde her türlü sululuğun yapılabileceği konulara meyletmekle mümkündü ve magazinleştirilmiş aşk hayatıyla bu başarıldı. Oysa onun aşklarını da içeren dünyası apayrı, soyut bir ’Nâzım Hikmet dünyası' değil, içinde yaşadığımız dünyanın ta kendisidir . Aşklarını da bu çerçevede düşünmek gerekirdi.” GÖKSEL AYMAZ
·
167 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.