Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

NASUH TEVBE İLE TEVBE EDELİM “Kişinin günahlarından dolayı tevbe etmesi fevri (hemen yapılması gereken bir tevbe) mi, yoksa tevbeyi erteleyebilir mi?” Tevbede asıl olan fevrilik mi? Yoksa terahi mi? konusu tartışılmıştır. Genelde ulema, tevbeyi tehir eden kulun Allah’a dönüşü ertelediği için günahkâr olduğunu ve bundan dolayı da ayrıca tevbe etmesinin gerektiğini söylemiştir. Zira kul tevbe edene kadar kendisinin “âsi” ismi gitmez. Nasıl ki Müslüman olana kadar küfreden inkârcılardan “kâfir” isminin gitmediği gibi. Bu açıdan, “isyankâr” sıfatını üzerimizden hemen atmak için tevbede aceleci olmak gerekir. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır. Kötülüklere dalan insanlar, “nasıl olsa yandık” mantığı ile yaptıklarının hiç birisinden acil dönüş yapmak cesaretini ortaya koyamıyorlar. Bu hâl, tevbenin parçalanıp parçalanamayacağı meselesiyle ilgilidir. Hâlbuki kişi, işlediği birçok günahın hangilerinden tevbe ederse o alanla ilgili yapmış olduğu tevbesi geçerlidir. Kısacası, tevbe parçalanabilir. Önemli olan ya bütün hâlinde veya hangi konuda tevbe yapılıyorsa tevbenin “nasuh”[1] olmasıdır. Seyyid’ü-l Kurra diye bilinen âlim sahabi Ubey b. Kab (r.)’ın nasuh tevbe tarifi şöyledir: “Memeden çıkan süt, nasıl memeye geri dönmüyorsa kişinin de günaha tekrar dönmemesi hâlidir.” Böyle nasuh bir tevbenin şartları şunlardır: 1.Dille sürekli istiğfarda bulunmak. 2.Bedenle işlenen günahları terk etmek. 3.Günaha girmeyi gönülden bile geçirmemek 4.Kötü dostlarla beraberliği terk etmek.[2] Ebedî olarak bir daha günahlara dönmemeyi ilke edinip yeni bir üslupla geçmişi tamamen tasfiye etmek olan tevbenin[3] bazı merhaleleri vardır. Tasavvuf bilginleri tarafından üzerinde çokça durulan ve izah edilen tevbenin merhaleleri şunlardır: 1. Yakaza (Ürperti): “Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar...” Bu merhale, benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder. 2. İntibah (Uyanış): “Gönül gözünün gayb nuruyla açılma devresidir. İlahî yardımın pırıltıları günahkârın kalbinde belirince intibah doğar.” Bu devrede ürperti, bizi içimize çevirmiş ve iç muhasebeyi başlatmıştır. 3. Nedem (Pişmanlık): “Az önceki çatışmadan çıkan ruhun, gönül âlemine geçişi, bu âlemdeki hâlinin nefsin tahribatı yüzünden bozulmuş olduğunu görerek kederlenişi ve nihayet ilahî emaneti edaya niyetleniştir.” 4. Tevbe: “Nefse uymaktan vazgeçmektir. Hakkın nurunun gönülde yerleşmesi ve benliğin yaratıcıya kulluk hususunda yitirdiklerini yerine koymaya başlamasıdır.” 5. İnâbe (Yöneliş): “Hakkın dışındakilerden yüz çeviren benliğin, yaratıcıdan gelen ilham ve çağırışa uymaya başlamasıdır. Bu, bir bakıma tevbenin meyvelerini devşirmeye başlama devresidir.” 6. İkbal (Allah’la kulun karşılıklı alâkası): Bu alâka Allah’tan kula; ihsan, ikram, lütuf şeklinde tecelli eder. Kuldan Allah’a ise tam bir boynu büküklükle zikir biçiminde belirir. Demek oluyor ki tevbe, hazırlayıcı merhalelerden geçerek esas noktasına ulaşıyor ve ondan sonra kendisinden beklenen neticeleri vermeye başlıyor. Bu neticelerin en ileri meyvesi; Allah’ın (c.c.), kulun gönlünde ilham ve keşif yoluyla tecelli etmesidir. Bir başka ifadeyle, Yaratıcının kuluyla vasıtasız bağlantı kurması ve onu istikamette sabitkadem tutmasıdır. En günahkâr kul bile, bu yolu izleyerek Allah’ın ilhamını alacak hâle gelebilir. Hatta günahın büyük oluşu; ondan dönenin tevbesindeki büyüklüğe esas teşkil ettiğinden dolayı, böyleleri tevbelerinden sonra çok ileri manevi makamlara yükselebilirler. Bütün mesele bataklıkta ısrar etmemektir.” Büyük günahlardan tevbe edip de çok üstün niteliklere erişen velilerin varlığını biliyoruz ve tabakat kitaplarımız bunlarla doludur. Yapılan tevbelerin makbul olduğunun insan üzerinde bazı emareleri vardır. Bu emareler aynı zamanda insan üzerindeki değişimlerdir ki bunlar ilahi birer lütufturlar. Makbul tevbenin insan üzerindeki tezahürlerini şöyle sıralayabiliriz: 1.Dilini Allah(c.c.) korkusuyla her türlü yalandan, gıybetten, lüzumsuz konuşmaktan muhafaza edip onu Allah Teâlâ’yı zikirle ve (anlamını tefekkür edip yaşayarak) Kur’an-ı Kerim tilavetiyle meşgul etmendir. Açıkçası tevbeden sonra böyle bir değişimin görülmesi tevbenin makbul olduğuna alamettir. 2.Mideni haramlardan koruman ve sadece helalle gıdalanmandır. Değil haramlar şüphelilerden bile şiddetle kaçınmak esastır. 3.Gözlerini haramlardan korumalı ve bu konuda Allah’tan korkmalısın. Harama kesinlikle bakmamak önemli olmakla beraber dünyalıklara da rağbet amacıyla bakmayıp sadece ibret için bakmalısın. 4.Elini kesinlikle haramlara uzatmamalısın ve haram korusunda çok dikkatli olmalısın. 5.Ayaklarınla sadece Allah Teâlâ’ya itaat mahallerine gitmeli ve isyan içeren herhangi bir mahalle adım bile atmamalısın. 6.Kalbine sahip olmalısın. Kalbindeki yersiz kin, din kardeşlerine haset ve düşmanlığa ait ne varsa hepsini çıkarmalısın. Gönlün samimiyet ve Müslümanlara karşı şefkatle dolmalıdır. 7.Kulaklarını her türlü haramdan koruyup sadece hakkın sesini dinlemelisin. 8.Allah Teâlâ’ya karşı tüm itaat ve ibadetlerinde ihlaslı olmalı ve her türlü nifaktan, riyadan uzak olmalısın.[4] 9-İbadetlerinde devamlı olup bir farzı geçirecek olsa bundan dolayı evini barkını, ailesin kaybetmiş gibi acı duymalı. Vacip ve sünnetler hayatında anlam bulmalı ve hevasının isteklerine karşı durabilmelidir. 10.Tüm salih amellerini ihsan bilinciyle yapmalı ve amellerine bir ruh kazandırmalıdır. Böyle bir durumda sadece Allah Teâlâ’nın rızası amaç edinilmelidir. Bu saymış olduğumuz hususlar tevbe eden bir Müslümanın hayatında gözetlenebilir vaziyette tecelli ederse inşallah tevbesi kabul olmuştur. Dille tevbe ettiğini söyleyip hayatını değiştirmeyen bir kimse tevbesinde samimi olmadığı gibi, tevbesi de belki makbul değildir. Günahlar üzerinde ısrar etmemek için, Allah Teâlâ, kullarını şu ayette olduğu gibi toplu olarak tevbeye çağırmaktadır: “...Ey müminler, topluca Allah’a tevbe edin ki felaha eresiniz.”[5] Ayetteki, “tevbe ediniz” ifadesi bir emirdir. Tevbenin vücubiyeti konusunda görüş ayrılığı da yoktur. Çünkü tevbe, belirlenip tayin edilmiş bir farzdır.[6] Toplu tevbe ve istiğfar, müminlerin hep birlikte toplu dönüş yapmaları gereken konularda toplumsal pişmanlık sonucu doğruyu tercihi belirttiği gibi; birbirlerinin bağışlanması için Allah Teâlâ’dan af dilemeyi de içerir. Çünkü müminler birbirlerine istiğfarda bulunurlar. Müminlerin istiğfarına hak kazanamayan güruh sadece kâfirler ve münafıklardır. Zira Yüce Allah, müminlerin mümin olmayanlar için bağışlanma talebinde bulunmalarını şu ayet-i kerime ile yasaklamıştır: “اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللّهُ لَهُمْ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ” “Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen yine de Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar. Allah, yoldan çıkan kavmi dosdoğru yola iletmez.”[7] Bu ve devamı ayetler indikten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), Allah’tan bir af dileme niteliğinde olan cenaze namazını münafıklar üzerine kılmayı terk etmiştir.[8] Tüm bunlar gösteriyor ki müminlerin Allah’tan bağışlanma istekleri, “Müslüman” kimliğini taşıyanlarla sınırlıdır. Hiçbir Müslüman hiçbir kâfire öldükten sonra rahmet dileyemez ve bağışlanması için de dua edemez.[9] Etse de neticesi bellidir; Allah Teâlâ küfrü ve nifakı devam eden kimseleri mutlak dönüş yapmadıkça bağışlamaz. Çünkü tevbe itikadi ve ameli bir arınma yoludur. [1] Tahrim 66/8. [2] İbni Kayyim, Şemseddin Ebu Abdullah, Medaricu’s-Salikin, Beyrut 1995, I, 291-337. [3] el-Behiy, Muhammed, Min Mefahimi’l-Kur’an, trsz, s.167. [4] Er, Mehmet Emin, Mecmûatü’r Resail’i-d Diniyye fî Ulûm’i-l Muhtelife, s. 280-281. [5] Nur 24/31. [6] Kurtubi, Ebu Abdullah b. Muhammed, el-Cami li Ahkami’l- Kur’an, Kahire 1947, XIII, 238. [7] Tevbe 9/80 Ayrıca bak: Tevbe 9/84, 113; Münafikun 63/6. [8] Zemahşeri, Keşşaf, II, 285-288, Kurtubi, a.g.e., VIII, 218-219. [9] Bak: Tevbe 9/113 MEHMET SÜRMELİ
·
248 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.