Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

336 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Weltschmerz ya da Dünya Ağrısı
Bu hikaye; acının, melankolinin, dünyaya, yaşamaya sıkışıp kalmanın hikayesi. Hayat dediğimiz bu olguyu anlayamayıp "dünya ağrısı" ile yaşayanların ve onların çevresinde olup hayatı kararanların hikayesi. Mürşit ne demektir? "Kılavuzluk eden, yol gösteren kişi" demektir Mürşit. Zaten babası da ismini anlamına istinaden Mürşit koymuştur. "Serserilik etme, adına layık ol, kardeşlerine yol göster." (19) Onun babası ile olan ilişkisi bununla da bitmez. Babası onu istemediği bir hayatın içine doğru çeker her geçen gün. İstanbul'da felsefe okuyan, ruhu özgürlükle dolup taşan Mürşit, bir gün bir haber alır: babası felç olmuştur. Artık ailesine onun bakması ve hiç sevmediği oteli onun işletmesi gerekmektedir. Başta geçici olduğunu düşünür tüm bu sürecin, bu yüzden pek de üzülmez bu duruma. Ama nereden bilebilirdi ki o otelin onu istemediği bu hayata bağlayan şeylerden biri haline gelip her gitmek istediğinde ona engel olacağını? Her sabah olmasa da bazı sabahlar kabuslarla uyanır Mürşit, bu kabuslarda Cumhur'u yani günahını görür. Cumhur yüzünü o pürüzlü diliyle yalar, sıkıştırır onu olduğu yerde. Bu kabuslarının sebebi de yıllar önce bir hamalı galeyana gelmiş insanlarla öldürmüş olmasıdır. Onun fikirleri kelimelere dökülmez genelde, sadece Madenci ile konuştuğu zaman fikirleri kelimeye dönüşür. Madenci, altın bulma amacıyla kazı yapan bir ekibin mühendisidir ve Mürşit'in otelinde kalmaktadır. Madenci onun her akşam rakı içip acılar üzerine konuştuğu dostu olmuştur bir zaman sonra. Ne kadar kendisine Madenci denilmesini istese de asıl ismi Uzay'dır. İddialı bir babanın koyduğu iddialı bir isim. "Madenci’nin adı Uzay. İddialı bir babanın oğlu. İddialı babalar en çok evlatlarının istikbaliyle oynayanlar." (195) O da Mürşit'ten aşağı kalır değildir melankoli konusunda. Arzu'yu yani karısını kaybetmiştir bir yıl önce. Karısı o olmadan yaşayamıyordur. Sanki hep onunlaymış gibi hayatını sürdürüyordur. Ama en sonunda Madenci ikisinin arasında olan bu bağı koparır ve karısı on beşinci kattan aşağı bırakır masum bedenini. "Arzu bana sensiz hayatım yok dedi. Olsun istiyorum, sensiz ve hiç kimsesiz bir hayatım olsun istiyorum ama olmuyor dedi. Çok yakıcı sözler öyle değil mi.." (178) Mürşit'i hayata bağlayan ikinci şey de ailesidir. Karısı Şükran'a aşık olmadan evlenmiştir. Ama sevmiştir. Hatta kendisi hiç aşık olmamıştır. Oğlu Özgür vardır, tıpkı dedesi gibidir. Mürşit ile sürekli atışırlar otel konusunda. Mürşit'in elinde çürüyen oteli dedesinin zamanındaki haline sokmak ister her zaman. Elvan belki de ailesi içerisinde Mürşit'i en çok anlayandır. Onun da babası gibi dünya ağrısı vardır. O da babası gibi dünya ağrısını unutacak kadar meşgul değildir. Geri zekalı kocası ile yaşayıp giderken bile içi ağrır. Kızının dünya ağrısına babası da çok üzülüp kendini suçlamaktadır. Mürşit hep kendini suçlamaktadır ailesine karşı. Oteli kahvehaneye çevirdiği için kendini suçlar, oğlunun istikbalini engellediği için kendini suçlar, gidemediği için kendini suçlar, Şükran'a aşık olamadığı için kendini suçlar... Ama en sonunda biraz olsun kendine de merhamet gösterebilmeyi başarır. Maraş Katliamı ile de yüzleşiriz kitabı okurken. 1978'in soğuk aralık günlerinde ölen yüz elli kişiyi unutturmaz kitap bize. Yüzleşiriz kanlı geçmişimizle. Sırf alevi olduğu için öldürülen insanları gözümüzün içine sokar kitap. Bebeklere bile acımayan bir zihniyet ile yüzleştirir bizi. “Yedi günde yüz elli çocuk ölmüşse bir günde kaç çocuk ölmüştür?" diye sormuş. “Kızım yemeğini ye," demiş annesi, ellerinin titremesi yüzünden kaşığı tabağın kenarına vuruyormuş, vurdukça çın çın diye bir ses çıkıyormuş. Ablası inadına devam etmiş. "Bir sınıfta otuz çocuk varsa, yüz elli ölü çocuk kaç sınıf eder?" "Yemeğini ye!” “Yüz elli bölü otuz eşittir beş. Beş sınıf dolusu ölü çocuk eder.” "Kızım sus!" demiş annesi. Bağırmış. “Sus sus sus suuuuus!" Ablası ağlamaya başlamış. Ağlamaktan çok korku çığlığına benziyormuş sesi, insanın kanını donduruyormuş. Susmuyormuş. “Beş sınıf dolusu ölü çocuk!" diye haykırıyormuş. (118) Şehrin dönüşümü adeta Türkiye'nin dönüşümü gibi geliyor kitabı okurken. Yapay, soğuk, uyumsuz ve sizi boğan bir gelişme bu. Tuzlukaya Konakları, tam bir "Ben yaptım oldu" eseri gibi geliyor. İçinde oturanlar mala mülke doymuş ama cehalete doymamış insanlar. Son yirmi senede ortaya çıkan elit (!) kitle de tam bu tarife uymuyor mu? Şehir yıldan yıla çevresi ile olan uyumunu, insana olan saygısını kaybederek büyüdü. Türkiye de tam bu şehir gibi büyümeye devam etmekte. Gökten inmiş gibi duran, etrafı ile zerre uyumu olmayan mimariler gün geçtikçe şehirlerimizin tarihini, insanlarımızın kültürünü yok etmekte. Bu kitabı okurken altını çizdiğim çok önemli noktalar var, fakat en önemli gördüğüm nokta ise kitabı okurken kendinizle yüzleşebilmeniz. Herkesi bir şekilde anlıyorsunuz, hepsine bir şekilde hak veriyorsunuz çünkü her düşüncenin bir haklılık payı var kitapta. Her zihnin mantıklı kabul edilecek bir fikri var. Merak edenler için: Mürşit'in okuduğu kitap: Ezeli Mağlup - Emil Michel Cioran Şükran'ın çamaşır toplarken dinlediği şarkı: Sezen Aksu - Keskin Bıçak Weltschmerz: Dünya ağrısı Okurken içsel çatışmalar yaşadığım, araştıra araştıra, notlar tuta tuta okuduğum bu kitabı kesinlikle öneriyorum. Evet, gerçekten ağır, depresif bir kitap ama korkmayın canım, hayatınız altüst olacak değil ya! "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" (Şems-i Tebrizi)
Dünya Ağrısı
Dünya AğrısıAyfer Tunç · Can Yayınları · 20214,043 okunma
·
351 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.