Gönderi

Osmanlı Kadını misafirperverliği
Julia Pardoe, Küçüksu'daki pikniklerini anlattığı bölümün devamında orada karşılaştığı Türk kadınlarından gördüğü misafirperverlikten de bahsetmeyi ihmal etmez." Onların cana yakın davranışlarından o kadar hoşnut kalır ki, Osmanlıda yaşayan Batılı hemcinslerinin Türk kadınlarıyla yakın ilişkiler kurmadıklarını, aslında insani ilişkiler geliştirmenin öteki'ni daha doğru anlama konusunda ne kadar etkili olduğunu vurgular. Küçüksu'da piknik yapan kadın gruplarının arasında bayan arkadaşıyla dolaşırken Türk kadınlarıyla kurdukları iletişimi şöyle anlatır: Şunu kabul etmeye mecburum ki Avrupalı hanımefendiler den oluşan bir meclis kendi aralarına iki yabancı kadını Küçüksu'da geçirdiğimiz gün boyunca beni ve arkadaşımı Türk kadınlarının karşıladıkları gibi-sıcak bir şekilde kabul etmezlerdi. Etrafta dolaşan gâvurlar (kendi ifadesi) her yer de tebessümle karşılanıyorlardı, biraz daha fazla kalmaları ısrar ediliyor ve sofraya buyur edilip yemeklerden ikram ediliyordu. Kısacası onlara sanki ilk defa gördükleri ve belki de bir daha göremeyecekleri kişiler gibi değil de arkadaşları gibi davranıyorlardı. Aslında, Batılı bir kadın, Türk kadınlarıyla münasebet kurmayı önemli görürse her zaman böyle bir samimiyetle karşılanacağından emin olabilir. Türk kadınlarının bu nezaketi ve incelikleri de her zaman Batılı kadınlar tarafından memnuniyet gösteren bir gülümsemeyle karşılık bulacaktır. Fakat İstanbul'da yaşayan Avrupalı kadınlar çok nadir bir Osmanlı ailesiyle irtibat kurarlar ve çoğu kez bana Türk kadınlarından çekinip çekinmediğim bile soruldu! Daha sonra Pardoe, Küçüksu'da irili ufaklı kadınlarıyla güzel havada geçirdiği hoş bir günün ardından Türklerin Batıdaki kötü imajını eleştirerek şunları söyler: Bu gerçeğe [Türk kadınlarının cana yakınlığını kastediyor) Küçüksu'ya gelmeden önce hiç bu kadar şaşırmamıştım. Türkiye'deki kadınları hiç bu kadar olumlu bir açıdan görmemiştim. Her biri açık havanın tadını çıkardı gönlünce; akşam bastırınca kayıklarımıza geri döndük. Asya'daki Küçüksu Vadisi'ne elveda dediğimizde Türk kadınlarını, onların sosyal karakterlerini şimdiye kadar bildiğimden daha doğru anlamaya başladım. Gerçekten şu çok önemli ve söylenmesi gerekli olan bir şey, bir Avrupalı ne kadar çok Türklerin kendine özgü davranışlarını ve geleneklerini önyargısını rafa kaldırarak izlemeye karar verirse ve ne kadar çok Doğu insanlarıyla bir araya gelirse, o kadar çok bu insanları etkileyen hareketleri, düşüncelerini ve duygularının tutarlılığını, ayrıca yabancı ziyaretçilerin kendilerine karşı olan önyargılı davranışları ve farklı âdetlerine karşı bu insanların gösterdikleri tepkileri âlicenaplıkla hoş görmelerini takdir eder. Julia Pardoe'dan yaklaşık otuz beş yıl sonra İstanbul'a gelen Bayan Harvey de, 1871 yılında yayınlanan, Turkish Harems and Circassian Homes yani Türk Haremleri ve Çerkez Evleri isimli eserinde, bayram eğlenceleri ya da diğer gün lerde İstanbul'un Avrupa ve Anadolu yakalarında bulunan Küçüksu'ya giden kadın gruplarını, özellikle kıyafetlerini en ince ayrıntısına kadar tarif ederek anlatır: Bu su kenarlarındaki vadilerde çok hoş saatler geçirdik. Kadınların kulağa melodi gibi gelen sesleri, çocukların şen şakrak gülüşleri kulağımıza hoş bir müzik gibi geliyordu. Gözlerimizse rengârenk kostümler giyinmiş, tablo gibi duran insan gruplarının zarif görüntüsüyle büyüleniyordu. Bir Cuma günü, ya da başka bir tatil gününde, Avrupa ve Asya kıtasının iki yakasındaki Küçüksu'da toplanır yüzlerce kişi. Muhteşem elbiseleri içinde toplanan kadınlar, ağaçların altındaki halılara otururlar, marpuçlardan ufak yuvarlak dumanlar havaya yükselir, nargile gülsuyuyla fokurdar, küçük kahve fincanları etrafa mis gibi bir koku yayar, portakal ve limonun taze kokusu ise havaya yayılır.
··
540 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.