Bülbülün Kırk Şarkısı /Sana hangi derdimle ağlayayım bilmem ki!Siz hiç çocukken, sırf hayatta kalabilmek umuduyla nefesinizi tutma çalışması yaptınız mı? "Babam beni gömüp gittikten sonra üstümdeki toprakları atarak dışarı çıkabilirim belki," diyerek...
Böyle bir umuda tuttundunuz mu?
Her zaman derim, "zordur her dönemde kadın olmak," diye. Eseri okuduktan sonra anladım ki en çok o dönemde, o coğrafyada zormuş, kadın olmak, kız olarak dünyaya gelmek.
Bir anne düşünün...
Her sabah çocuğunun yatağını kontrol ediyor hâlâ orada mı diye. Eğer oradaysa babası tarafından diri diri toprağa gömülmemiş demektir. Bir kitap okumuştum Mavi Saçlı Kız diye, babanın lösemi kızına dair bir sözü vardı: "Sabahları hasta uyanmanı istiyorum, hastaysan eğer, yaşıyorsun demektir." Eğer yatağındaysan, yaşıyorsun demektir. Ama yalnızca bir gün daha. Çünkü yarın, yine bu işkence ile uyanacak ve yatağını kontrol edeceğim...
"Sana hangi derdimle ağlayayım bilmem ki," diyen bir annenin feryadı...
"Dolunaylı gecede götürülürsem mezarım belli olur. Mezarım belli olursa annem belki başucuma gelir ve ben onun kokusunu duyarım," diye dua eden bir kızın masumluğu. Damarlarımdaki kanın çekildiğini hissettim okurken. Nefesimi tutma çalışması yaparken buldum kendimi.
"Ruhlarınız kara giysilerle katran katran, sonra da kadınların çıplak bedenlerinde leke arıyorsunuz!" (s. 29)
Mahzum ve onun melek kalpli "Babam beni kumlara gömdüğünde kendisini çok sevdiğimi yine de biliyor olur mu acaba," diye düşünen kızının anlatıldığı bölüm yüreğimi dağladı. Ondan olsa gerek böyle başlamam incelememe...
"Meğer kainatın yüklendiği bütün acılardan daha acı zamanların arifesinde bekliyormuşuz." (s. 168)
Bülbülün Kırk Şarkısı...
Buram buram emek kokan bir eser.
Buram buram gül kokan, Peygamber hasretini yürekte doruk noktasına çıkaran...
Oldukça güzel bir düzeni var eserin. Her bölümden önce o bölümde yaşanacak olay akışı birkaç cümle ile veriliyor. Ve ardından birbirinden başarılı şairlerden bir beyit okuyorsunuz Peygamber efendimize dair:
"Senin aşkın kamu derde devadır ya Rasulallah
Senin katında hacetler revadır ya Rasulallah"
(Şeyyad Hamza)
Hz. Yusuf'a dair bir kıssa ile başlıyor eser. Daha o anda giriyorsunuz kapalı kapıdan içeri. Ve sonrasında Hz. İbrahim karşılıyor sizi, bir bülbül eşliğinde alıp götürüyor Hz. Muhammed'e. O bülbül ile birlikte bekliyorsunuz yüzyıllarca onun doğumunu, onunla şahit oluyorsunuz doğumuna, hayatına ve mücadelesine.
Bazı şeyler vardır, geçmişte kalmıştır ve başlangıcı, sonu bellidir. Her şey o kadar belliyken yine de her sahnede büyük bir titreme sardı içimi. Her mücadele kazanılsın diye çırpınırken buldum kendimi. Çektiği her acıda bir an önce son bulmasını diledim. Girdiği her savaşın zaferle sonuçlanmasını bekledim savaşların üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen. Okurken yaşadım olayı o bülbül ile birlikte. O her gülüm deyişinde aynı aşk benim de içimi sardı.
- Dedikleri doğru mu Zeyd? Sahi köleliği özgürlüğe tercih mi etmiştin?
+ En muhteşem özgürlüğün sevgiliye köle olmaktan geçtiğine inandığım için. (s. 259)
Ön yargıları yıkmak oldukça zor değil mi?
"Ön yargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur," demişti Albert Einstein bile...
Peki ya insanların inandığı şeyleri değiştirmek daha da zor değil midir? Hele de din ve ata gelenekleri söz konusuysa...
Ama güzel olan da zora gönüllü olmak olsa gerek... Ve bir de bunun üstesinden gelmek. Büyüksün Ya Rasulallah...
Hayatta insana mutluluk veren birçok şey vardır. Benim için en büyük mutluluk kaynaklarından biri de okuduğum bir kitaba başka bir yerde rast gelmek... Sevdiğim bir insan ile karşılaşmış gibi hissederim kendimi. Hemen bırakamam, kalırım orada bir süre. Bu kitabı okurken de Mihmandar kitabına rast geldim. Ne güzel kesişmelerdi onlar! Orada Eyüp Sultan ile yürüdüğüm yolu burada Hz. Muhammed'i okurken yürümek... Benzer sahnelerde benzer heyecanlar ile mest olmak... Orada Eyüp Sultan'ın yaşadığı duygulara burada başka bir bakış açısından bakmak... Şu duyguyu okumaktan başka ne verebilirdi!
"Ayrılık, ah ayrılık!.." (s. 567)
Her güzel şeyin bir sonu var. Her insan ölümlü, Peygamber bile olsa... İlk sayfaları acıyla, sonraki sayfaları heyecanla okurken eserin son sayfalarına gelince yutkunarak okumaya başladım. Dedim ya vedalar zor. Hele giden bir Peygamberse... Hele bu Peygamber Hz. Muhammed ise... "Hazine toprağa, cevher madene, gül tohuma, kul Allah'a..." Eser biter bitmez oluşturduğu ilk duygular ile bunları paylaşmak istedim sizinle. Sürçi lisan ettiysem affola...
Duyguyla okumanız temennisiyle...