Gönderi

280 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Sevgili Anıl Yavuz’un kaleminden, aşkla örülmüş bir romandan söz edeceğim size… İçimde Bahçeler… İlginç kapağıyla okurunu buyur ediyor kitaba yazar ve genç bir kadının, Meriç’in anlatımıyla onun yüreğinin çiçekli bahçelerine uzanıyoruz… Üniversitede resim eğitimi alıyor Meriç, annesi ve onun ikinci eşi olan Mehmet ağabeyiyle aynı evde yaşıyorlar. En yakın arkadaşı Noyan; okulda, eğlencede, tatilde Noyan’la pek çok şeyi paylaşıp zamanının büyük bölümünü onunla geçiriyor, onu kardeşçe seviyor; kardeşlikten öteye geçemeyen duyguları nedeniyle, Noyan’ın kendisine aşkla bakan gözlerini görmezden geliyor… Mayaları resimle, sanatla yoğurulmuş bu iki genç, olay örgüsünün akışındaki tüm güçlüklere karşın romanın son sayfalarına dek birbirlerine duydukları bağlılıktan vazgeçmiyorlar… Meriç’in çok sevdiği Tomris Hocası, bir gün torununa resim dersi vermesini istiyor. O güne dek Tomris Hocanın kızından, onun genç yaşta yaşamını nasıl yitirdiğinden, ardında bıraktığı bir çocuğun varlığından habersiz Meriç. Şaşırsa da teklifi geri çevirmiyor. On beş, on altı yaşlarındaki Ali ile yolu böyle kesişiyor; çocuğun annesizliğinden ayrıca etkileniyor. Ali’nin yaşadığı eve gidiyor haftanın belirli günlerinde. Gösterişli bir ev, varsıl bir yaşam, resim çalışmalarını yaptıkları, bir tablo kadar güzel bahçe, o bahçenin ortasında yüzü gülmeyen bir çocuk… Meriç, tanıdığı ilk andan itibaren kalpten bağlandığı Ali’ye resim öğretmeninden öte arkadaş, sırdaş, moral hocası oluyor, çocuğun çevresine ördüğü duvarları adım adım yıkmasına yardım ediyor. Sonra bir gün Ali’nin babasıyla tanışıyor. Önceden eğlenmek için gittikleri bir mekânda tesadüfen gözüne takılan, görüntüsünden fazlasıyla etkilendiği gizemli adam, Ali’nin babası Özdemir olarak karşısına çıkıyor… “… Bir kuşun kanadındaydı işte hayat. Kanadını çırptıkça savruluyordu oradan oraya. Bir gün yükseklere çıkarıyor, o eşsiz duyguya, hürlüğe, hiç sahip olmadığını düşündüğün özgürlüğe âşık ediyordu seni. Ertesi gün en aşağılara indiriyor, dün hissettirdiği o hürriyeti geri almayı başarıyordu. Yükseklere alışan için ne zordu alçaktan uçmak. Alışması güç ama imkânsız değildi. Mecbur kalınan her şeye alışılıyor, zamanla kabule geçiliyordu. Güç olsa da insanoğlu her duruma, her duyguya uyum sağlamak için yaşıyordu. Aksi olsaydı buna yaşamak mı denirdi? Olsa olsa bir nefes alışveriş olurdu bu...”  Meriç’in gönlünde başka duygulara evriliyor zamanın anlamı. Uzak, donuk, eşini yitirmiş, oğlu Ali’yle ilişkisi mesafeli bu adamla doluyor beyni. Biz de Meriç’teki değişimi anlayıp bunun nedenini kavrayan Noyan’ın mutsuzluğuna, Meriç’in aşk acısına, Özdemir’in kuralcılığından taviz vermeyişine odaklanıyoruz. Annesinin gözünden kaçmıyor kızındaki duygusal yoğunluk, Meriç de zaten artık saklayamıyor: “Biri var… Ben… Her şeyimi ona anlatmak istiyorum. Mesela çocukluğumu, ilk kavgamı… Kolumdaki yara izini, o an hissettiğim korkuyu… Babamın yaramı görünce nasıl gözlerinin dolduğunu. Ayvalık’ı, babamın bir anda gidişini, onun yokluğunda neler yaşadığımı. Seni anne… Seni anlatmak istiyorum ona… Küçük bir kızken kurduğum hayallerde bana nasıl destek olduğunu, şu an hangilerine sahip olduğumu, hangileri için daha çabalamam gerektiğini… Hangi çiçeği neden sevdiğimi, bahçeleri neden insanın ruhuna, iç dünyasına benzettiğimi… Sonra limon ağaçlarını, doğada gördüğüm küçücük şeylerin bile beni nasıl heyecanlandırdığını…” Meriç ve Özdemir’in aralarında oluşan çekim onları yaklaştırıyor birbirlerine sonunda, ama sınırsız mutlulukla değil, ürkek bir umutla… Hep bir şeyleri sorgulamaya iten bir merakla, yanıtı bulunamayan sorularla… “…Kafamda cevap bulmayı bekleyen her soruyu bir kenara bırakıp, teslim oldum ona. İçimizde bastırdığımız bütün gizler ortalığa saçılmıştı artık. Uzun ve engebeli yollardan sonra birbirimizi bulmuştuk. Bir ten bir insanı nasıl bu kadar çekebilirdi? Nasıl bu kadar arzulayabilirdi? Ayrı mayadan iki insan büyük bir zevkle birbiriyle yoğruluyor, tek bir dudakta bir olmanın hazzını deneyimliyorlardı.” Resim yapmaya tutkun, özgür bir genç kadın, geçmişiyle bağını koparamamış bir adam, ikisinin arasında delikanlılığa yürüyen masum bir çocuk… Kimsenin birbirini anlayamadığı bir dünyada bir kadının verdiği tavizlerle ilişki ne kadar yol alabilir? “Görünen, yaşanan, olay ve mekân belki aynıydı ama hissettiğim şey eskisi gibi değildi nedense. İçimde çözümleyemediklerimi resmim gösteriyordu bana. Sanat kendini kandırmana bile izin vermiyordu işte. Saklamaya, unutmaya, derinlere itmeye çalıştığın her şeyi bir tokat gibi çarpıyordu yüzüne. Tuvalimden yansıyan renklerle yapıyordu bunu hem de.”   İçimde Bahçeler, sıcacık anlatımıyla, elinizden bırakamayacağınız kitaplardan. İnsanlar birbirlerini çok sevse de geçmişin yaralarının yeni oluşumlara nasıl yön verdiğini güzel anlatmış Anıl Yavuz. Meriç, Özdemir’in kalbinde kalıcı bir yer bulabilecek mi, Özdemir ölen eşini unutamadı mı? Noyan, yüreğindeki aşkla hangi kıyıya savrulacak? İçimdeki Bahçeler’de… “Yaşamda bazı anların armağan olarak sunulduğunu düşünürüm. Unutmamak, yıllar geçse de heyecanını yaşatmak, duygusunu hatırlatmak için. Belki de en önemlisi kendimizi şanslı varsaymak için yaşıyoruz o anları. Geriye dönüp düşündüğümüzde ben böyle mükemmel, ayağımı yerden kesen o anı yaşadım demek için. “Ben gerçekten bu anı yaşadım,” demek için. Yaşadığımız hissiyatı hiç unutmamak, çaresiz kaldığımız anlarda o mucize anlara tutunmak için…” Emeğinize sağlık Anıl Yavuz, İçimdeki Bahçeler’in yolu açık olsun. Kitaplar ölümsüzdür; kitaplar iyi ki var…
İçimde Bahçeler
İçimde BahçelerAnıl Yavuz · Edebiyatist · 20227 okunma
··
434 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.