Gönderi

Murat, ertesi gün, Şeyh Süleyman efendinin kendisi için "Akıllı bir delikanlı ama, mahpusta çok yattığından biraz sapıtmış zavallı..." dediğini işitti. Murat, mahpushanede böyle ufak tefek lafların hiçbir değeri olmadığını, umumiyetle lafın bir manada değersizliğini öğrenmişti. İnsanları birbirine dost veya düşman eden kâr ve zarar meselesiydi. Ötekiler hep vesileden ibaretti. Yüzlerce insan kapalı yerde bomboş oturmaya "mahkûm" edilirse dedikodudan başka bir iş kalmaz. İki gün evvel birisine ölesiye söven arkadaşların iki gün sonra methü senadan usanarak birbirleri aleyhinde söylediklerine pekâlâ rastlandığı gibi, durup dururken iki ahbabı kıskanan bir üçüncü ahbabın arada laf götürüp getirmeye başlayarak bir dargınlığa sebep olduğu da çoktur. Böyle dargınlıklar ekseriya diğer arkadaşların bir çay ziyafeti verip ikisini naz etmelerine rağmen âdeta zorla davet etmesine, eğer yakınsalar bayramlardan birisine kadar sürer. Akıllı ve tecrübeli mahpuslar hatta bunu da beklemezler. Âdeti bildiklerinden arkadaşlarının kendi aleyhinde kötü bir söz söylediklerini duyar duymaz, gidip "yatağına" otururlar. "Ağa, sen bana şöyle, şöyle demişsin. Ayıptır," derler. Türk milleti yüzyüze iken kötü sözden ekseriya utanır. Söylediyse tevil eder, söylemediyse söylemedim der. Böyle haller koğuşun yeknesaklığını giderdiğinden ötekiler de alâkadar olurlar. İki arkadaş derhal barışır ve arada laf taşıyan müzevvire, bir ağızdan fena fena söverler. Daha akıllı ve daha tecrübeliler ise, dedikoduyu hiç duymamış gibi davranırlar. Murat da öyle davranmıştı. Zaten Şeyh Süleyman efendiye müridleri ve takdirkârları huzurunda öyle yüklenmesi de doğru değildi. Burnu kanamadan şapkayı giyen, medreselerin, tekkelerin kolayca kapanmasına ses çıkarmayan, kadın kıyafetlerine yavaşça -söylene söylene pekâlâ alışan- Türk milleti, zaten bazı münevverlerin bilhassa Sebilürreşatçıların zannettikleri gibi müteassıp -mürteci- değildi. Bunun kabahati, herhalde, Tanzimat'tan beri sürüp gelen inkılaplardan ziyade, hocaların, şeyhlerin pek cahil ve korkunç derecede menfaatperest olmalarındandı. Velhasıl, koğuşun ortasındaki din münazarasında yenmek de yenilmek de pek ehemmiyetsiz bir şeydi. Zira herkes olabildiği kadar müslümandı. Bu olabildiği kadar ölçüsü de gitgide azalıyordu. İşte bütün bu sebeplerden ve bilhassa, yeni karşılaşanların duyduğu manasız yadırgama hissi geçtikten sonra -Bu his ekseriya trende kompartımanlarda ve bir de mahpushanede pek şiddetlidir- Şeyh Süleyman efendi ile Murat pek iyi dost olurlar. Hele Şeyh efendinin biraz şair ve pek çok şiir meraklısı olduğu meydana çıkınca anlaşmaları daha kolaylaştı. Efendi, Fuzulî'ye bayılıyor, hele Dîvân edebiyatının mısra'ı bercistelerinden bir sürüsünü ezber biliyor ve icap ettikçe laf arası sarfediyordu. Zaten ham sofu değildi. Eğer binlerce müridi ve bunlardan gelen hudutsuz menfaat olmasaydı pek sevimli bir komşu, iyi bir kahve arkadaşı, hatta, her zaman aranır bir meyhane ahbabıydı. (Murat'a henüz açılmamıştı ama, evde bazı bazı "ilaç içtiği" rivayet olunuyordu.) Hele cinsi münasebetin hıfzıssıhha meseleleriyle son derece alâkadardı. Buna dair yazılmış bir Fransızca kitabı Murat mahsustan iki gün masanın üzerinde bırakmış, bu vesileyle lafı açarak tam bir saat her erkeğe lüzumlu bazı fenni malûmat verivermiş, o zamandan beri aralarında âdeta hususiyet ve dostluk başlamıştı. O kadar ki Şeyh Süleyman efendi artık her gün Murat'ı ya bir tek armut, yahut üç tane ceviz, yahut da iki tane gülle ziyarete geliyor, kendisi gelmezse bu küçük hediyeleri Silo ağa ile yolluyordu. Şeyh efendinin gösterdiği yakınlık köylü müridler üzerinde de iyi tesir yapmıştı. Yalnız Karadayı, bu ahbaplıktan memnun değildi. Murat'ı her görüşte esmer suratını asıp, siyah ipekten Arap meşlahına bir kat daha bürünerek savuşuyordu. Bu adamın Şeyh Süleyman efendiye karşı âdeta bir köpek sadakati vardı. Efendisini bir hayvan muhabbeti ile hiç konuşmadan yalnız gözleriyle seviyor, yalnız dudaklarını aralayıp bembeyaz dişlerini gösteren hayvânî bir hareketle koruyordu. Murat onda sadakattan fazla hilekârlık da sezmişti. Herhalde, Şeyhin maddi menfaatlerini bu adam kolluyor, mucizeye yakın keramet propagandasını da gene bu adam idare ediyordu. Tayıncı Topal Sefer'in sözüne inanmak lâzım gelirse Şeyh Süleyman efendi de, Silo ağa da mahpusun fakirlerine yardım edeceklerdi ama, o kara herif aman vermiyordu. Geçenlerde Arslan'a -Bir kısa dondan başka elbisesi ve bir tek eski çuvaldan başka yatacak şeyi olmayan bir mahpus- Silo ağa para verecek olmuş da, kara herif biçareyi tersleyivermiş.
Sayfa 384 - Şeyh Süleyman Efendi, 2Kitabı okudu
·
95 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.