Gönderi

Klik Sesi
' Kalp atışlarının sesleri aynalardan yankılanmaya başladığı vakit semada yükselen sese, minik kızın sesi eşlik ederdi. Ses şöyle derdi; " Babilli ezan okunuyor." Kulakları pek iyi duymayan kadın yanına gelen kıza bakar, gülümserdi. Dudaklarından " Allah razı olsun yavrum," cümlesi dökülür içeri geçerdi. Zihin bulanana kadar bu döngü tekrar etti. Zihnin bulandığı ilk gün ise kadın, yan tarafında kitap okuyan - artık büyümüş- kıza şöyle bir baktıktan sonra dudaklarını aralardı. " Yavrum ezan okundu mu? " Kız kitaptan gözlerini çeker, biraz evvel söylediği cevabı tekrar dile getirirdi. Bıkamazdı, bıkmaya lüksü yoktu. Annesi hep tembihlerdi " Of! bile demek yok!" Lakin bazen o kadar ağır geliyordu ki nefsinin taktığı çelmeyle yere düşüyor sonrasında ise gözlerinden pıtır pıtır yaşlar dökülüyor, küçüklüğünde olduğu gibi yaşlı kadının dizine başını koyuyor, özür diliyor, onu çok sevdiğini söylüyordu. Yaşlı kadın - Bilge Kadın denilirdi ona- hafızasına mıh gibi kazıdığı ' Canımın Yarısı' dediği kızın bu haline üzülürdü. Gözyaşlarını siler, saçlarını okşar, kafasını dizinden kaldırdıktan sonra yanaklarını öperdi. Ve eklerdi. " İnsan şenliğine küsmez yavrum, ağlama." Annesi, babası gezmeye ya da herhangi bir yere gittiklerinde evde hep Babillisi ile o kalırdı. Bu yüzden kadın ona " Önce Allah sonra sensin. Sen bana can şenliği oluyorsun," derdi. Aralarındaki ipler yılların verdiği rakamlardan daha sağlam oluyordu. Demlenen çaylar, sabah kahvaltısında edilen uzun sohbetler, bir tek genç kızın, zihne kazınan çocukluk anıları eksik olmazdı. El bezlerinden, oklavayla sac yağlısı açmalarımı dersiniz, yaşlı kadın taklitleri mi? Say say bitmezdi.' Yan odadan gelen uğultuya benzer sesle kağıdım ıslanmaya başladı. Kağıdı aldığım gibi çıktım odadan. Kokusunun tamamen sindiği yeleğinin düğümlerini ilikledim birkaç adım ata ata. Altımdaki etek, üzerimdeki çiçekli penye hepsi hepsi... Ben o olmuştum. " Mevra, nereye böyle? " Sesle durdum. Kafamı sol tarafıma çevirdiğimde irislerine toplanmış endişe bulutlarıyla bana bakıyordu. " Babillime." " Annenlerin haberi var mı?" Kaşlarımı çattım cümlesine. " Bakıcı mı kesildin başıma?" Harflerim sanki silkeledi onu. " Tek başına gidilmez mezarlığa, Deli İsmaillerin itleri bağlı değil," dedi. Bıkmıştım şu İsmaillerin köpeklerinden yıllardır doğru dürüst sahip çıkmıyorlardı köpeklerine. Her yaz geldiğimizde daha doğrusu aklım ermeye başladığından beri şikayet edeceğim! diye yükseliyordum ama sonuç yine aynıydı. Derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarımı araladım. " Biri bir," demeye kalmadan içeri doğru seslendi. " Gül, abdestini al abicim mezarlığa gidiyoruz! Dedemleri ziyarete!" Sonra ortalıktan kayboluverdi. Bende annemlere haber verdim, tam ekranı kapatmak için düğmeye basacaktım ki gördüğüm fotoğrafla bir acı oturdu genzime. Bu acıyı çok iyi bilirdim. Ağlamamak için direndiğim anlarda kapıdan içeri girip yamacıma çöken bir acıydı. Acı içeride yanan harlanmış beyaz mumun ateşiyle gözyaşlarımı yanaklarım ile buluşturdu sonra rüyalarıma girmesi için dua ettiğim ses duyuldu. " Elimi böyle mi koyayım yavrum?" " Evet babaanne, sağ elimin yanına. Ama düz tut parmaklarını tamam mı?" " Bir yerde paylaşma e mi?" " Paylaşmayacağım babaanne, telefonumun duvar kağıdı yapacağım." " Neden ki?" " Seni her zaman hatırlayayım, çok seveyim, birde geçen derste işledik, içeridekine elbet benimde bir gün yaşlanacağımı göstereyim diye." " İlahi yavrum, aklına bin yaşa!" " Aklıma değil, kalbimle bin yaşayayım Babillim." Yan yana konulan eller, buruşmuş elin yüzük parmağında altından, sağ küçük elin işaret parmağında gri renkte üzerine çiçek motifi olan bir halka. Ellerden ziyade kalpler yan yana, zaman bir klik sesinin sakladığı huzurda, mutlulukta. " Abla, niye bu kadar çok ağlıyorsun?" Zihnimdeki klik sesi karşımda duran iri mavi gözlerin sesiyle dağıldığı vakit kendime gelir gibi oldum. Miniğin elleri yüzümü bulmuştu, bende dizlerimin üzerine çökmüştüm, ne ara çöktüğümü bilmeden. İçimdeki zelzeleyi anlıyordum lakin aklım neden böyle yapıyordu? " Özlüyorum," dedim tebessüm etmeye çalışarak. Şaşkın bakışlara aldırmadan yanağımdaki elleri avcumun içine aldım, birkaç buse kondurduktan sonra doğruldum. Gidebilirdik, artık gidebilirdik. Dört odacığın perdeleri çekilir gökyüzüne, beyaz önlüklüler kağıda yazar, ölüm saati derler, saat haince akar. Ta ki semada bir ses duyulana kadar... Sesten sonra bir şeyler oluverir, kainattaki tüm akrep ve yelkovanlara. Yeşil renk, tahta kokusuyla demlenir, hakkınızı helal ediyor musunuz cümleleri ile kırk mum içe yerleşir, en sonunda toprak kollarını açar, evladına yeni kavuşmuş annenin hasretiyle kabul eder bedeni. Zaman durmuştur artık, saatler kırılmıştır. Mezarlığın tam önüne geldiğimde cebimden çıkardığım telefonumun saatini durdurdum. Ekrandaki fotoğrafa şöyle bir baktım. Bir iki damlanın yazma ile buluşmasına müsaade ettim. Arkamda kalanları görmeden ilk adımı attım. " Selamünaleyküm." " Ve aleykümselam." Adımlarım hızlandı, bir an düşecek gibi oldum ama toparladım. En sonunda Babillimin yanına geldiğimde dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerimi kapattım, durmuş zamanı hissettim, kahkahalarımızı işittim. Bir kez daha klik sesine merhaba dedim.
··
740 views
mimoza okurunun profil resmi
The Zapan- Arpegio D
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.