Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

121 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
2 saatte okudu
İki defter, biri kırmızı biri kahverengi. Nilgün Marmara'nın acılarını, şiirlerini, sevinçlerini ve korkularını görmüş iki defter. Nilgün Marmara ise, karmakarışık bir insan. Yazarı tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım ya da konuşmadım ama bu incecik kitabı okurken, onun el yazısını görürken o benimle konuştu. Nilgün, öyle bir kadın ki. Kendisiyle savaşıyor, zamanla savaşıyor, düşünceleriyle ve günüyle savaşıyor. Hiç gereği yok bunların, biliyor ama doğduğundan beri kafasının içinde bir savaş var. Şiirlerine akıtıyor savaşını, insanlar anlamıyor. Savaştan yoruluyor, notlarına bir bir döküyor yorgunluğunu, insanlar 'hasta' diyor. "Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya çıkıyor." diyor Cemal Süreyya onun hakkında. Aslında, Tutunamayanlar'dan Selim gibi, Nilgün de hayatla oynuyor ve yoruluyor. İkisi de yorulduğunda oyunu bırakıyor çünkü ayağa kalkacak dermanları kalmıyor artık. Ama insanlar sadece, sadece onların öldüğünü görüyor. Nilgün Marmara, 29 yaşında balkondan atlayarak intihar ediyor. Notlarından birinde şöyle diyor; "Azımsanmayacak kadar ölmüşüm! Azımsanamayacak denli ölüyüm!" İnsanlar bunu okuyunca, yayınevinin şairi 'intiharından ibaret bir insanmış' gibi göstermekle suçluyor. Şairin ne dediği hakkında insanların zerre fikri yok, çünkü birkaç sayfa sonra Nilgün tekrar şöyle diyor; "Kendilerini ölmeden ceset olarak algılayanlar intiharlarını başkalarının bir vasiyeti gerçekleştireceği gibi gerçekleştirir. Ölüm yaşarken vardır, olmuştur, cesedi yakarak or­tadan kaldırmak gerekir." Nilgün Marmara, korkuyor. Nadir tarih koyduğu günlüklerinden birinde şöyle yazıyor; "Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride du­ran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de an­lamıyor." Nilgün eğer oralarda bir yerlerde bizi izliyorsa, "Ne bekliyordunuz ki?" dediğine eminim. "Başka nasıl bir son bekliyordunuz ki? Neden şaşırdınız?" Nilgün zeki bir kadın. Hayatı anlayacak, kendini anlayamayacak kadar zeki bir kadın. Bu yüzden doktoru onun için kocasına, 'İşiniz çok zor! Tedavi olması lazım ama çok zeki ve kültürlü. Yani en zor vakalardan...' demişti. Nilgün, kocasına intihar edeceği gün söz vermişti, tedaviye tekrar başlayacaktı. Ölmeden önceyse şunları yazmıştı; "Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bula­mıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer..." Böyle bir dünyada, böyle bir insanın tedavi olmasına imkan yoktu, bunu herkes biliyor olmalı. O da biliyordu, aynı Sylvia gibi, Selim Işık gibi. Onlar bu dünyada asla yaşayamamışlardı, bu dünyaya küsmeleri kaçınılmazdı. Belki onlara bir alan yaratılsa, bu kirli dünyada onların kendi alanları olsa eminim sonuç çok farklı olurdu. Belki de tek ihtiyacımız olan Nilgün'ün de dediği gibiydi, "Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yok edilmeli..." Belki hiçbirimiz o düşalanlarına sahip olamayacağız, dünya izin vermeyecek buna. Ama en azından Nilgün gibi insanları anlamaya çalışabiliriz. Bu kitabı okuyarak siz de, onun düşüncelerinde onu yaşatmaya devam edebilirsiniz belki. Kitabı okumanız dileğiyle...
Kırmızı Kahverengi Defter
Kırmızı Kahverengi DefterNilgün Marmara · Telos Yayıncılık · 20001,428 okunma
··
858 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.